Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


     Yılın ilk çeyreğinde % 8'in üzerinde büyümüş ekonomimiz; enflasyondaki düşüş sürüyor; paramız değerlenirken ihracatımız yeni rekorlar kırıyor. Peşpeşe açıklanan göstergelere bakıp da şu soruları sormamak olanaksız: Türkiye ekonomisinde ne oluyor, bir "mucize" mi yaşanıyor? Eğer böyleyse toplumda ve piyasalarda neden bunun coşkusu hissedilmiyor? Ekonomideki gelişmelerin öncü göstergesi kabul edilen hisse senedi borsası bu "mucize"yi neden satın almıyor? Bu olumlu gelişmelere karşın ekonominin iyiye gideceğine dair neden yaygın bir inanç yok?
Ekonomi köşelerinde yapılan değerlendirmeleri okuyorum, olayı anlamaya çalışıyorum ama şu ana kadar bu sorulara tatminkâr cevaplar bulmuş değilim. Aslında bu rakamlar herkesin kafasını bir ölçüde karıştırdı galiba. Örneğin milli gelirdeki artışta en önemli etken olarak görünen "stoğa üretim" bilmecesi tam olarak çözülebilmiş değil. Enflasyondaki düşüşün kalıcı bir yapı ve bir davranış değişikliğinin sonucu mu, yoksa konjonktürel bir şey mi olduğu çok net değil. Türk lirasının değerlenmesine yol açan sermaye hareketlerine yön veren spekülatif davranışların bundan sonraki yönelişini kestirmek zor. Bunların ötesinde, bazı ekonomik birimlerin aslında bir yapısal dönüşüm geçirmiş olabileceğini, istihdam artışına fazla katkıda bulunmayan üretim artışının verimlilik artışıyla açıklanabileceğini düşünmek de mümkün. Belki de bu soruların cevapları netleşmediği için rakamların ortaya koyduğu "mucize"nin keyfine varılamıyor şimdilik.

Sıcaktan iyice bunaldığımız şu yaz günlerinde, aşırı ısınmanın dünyanın sonunu getireceğini düşünmek pek de zor gelmeyebilir çoğumuza. Birleşmiş Milletler İklim Değişiklikleri Paneli'nin yaptığı bir tahmine göre, gerekli önlemlerin alınmaması halinde 2100 yılına kadar dünyanın ortalama ısısının 6 derece yükselmesi söz konusuymuş. Bu ise 251 milyon yıl önce yaşandığı sanılan ısınmaya eşitmiş. O zamanki ısınma yeryüzündeki hayatı neredeyse yok
etmiş, o dönemdeki canlı türlerinin yüzde 90'ı yok olmuş (G.Monbiot, The Guardian, 1.7. 2003). Günümüze damgasını vuran "kahraman"lardan biri olan George W. Bush'un küresel ısınma sorununu küçümseyen anlayışı egemen olur ve bilim adamlarının öngördüğü ısınma gerçekleşirse, 2100 yazının nasıl geçeceğini varın siz hesap edin. Ya da "Canım o zamana kadar bir çaresi bulunur elbette" diye düşünüp şimdilik sığınacak bir gölge bulmakla yetinin.

BERLUSCONİ ÖFKESİ
Günümüze damgasını vuran bir başka "kahraman", George W. Bush'un yakın dostu, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi. İtalya'nın Avrupa Birliği (AB) dönem başkanlığını üstleneceği 1 Temmuz günü yaklaşırken, AB'nin kritik sorunlarla karşı karşıya bulunduğu bir dönemde, Berlusconi'nin Avrupa'yı temsil edemeyeceğini ileri süren yazılar, yorumlar yayımlanmıştı. Avrupa Parlamentosu'ndaki Liberal Demokratların lideri Graham Watson da, "İtalya bu yönetimiyle bugün AB'ye girmeye aday olsa kesinlikle kabul edilmezdi" demişti. (Wall Street Journal, 30.6.2003)
Berlusconi, Avrupa Parlamentosu'nun dönem başkanı olarak katıldığı ilk toplantısında da benzer suçlamalarla karşılaşınca kantarın topuzunu kaçırdı ve kendisini eleştiren Alman Sosyal Demokrat Milletvekili Martin Shultz'u "Nazi temerküz kampı gardiyanı"na benzetti. Avrupa Parlamentosu tarihinde benzeri yaşanmamış olan bu sahne, futbol kulübü başkanlığı ve medya baronluğundan siyasete atlayan Berlusconi'nin AB'yi nasıl temsil edeceği sorusunu soranların aslında pek de haksız olmadıklarını ortaya koydu. Berlusconi'nin patavatsız çıkışını tek alkışlayan ise Amerika'daki dostu George W. Bush oldu (Hürriyet, 4.7.2003).

RUS'UN AŞKI CHELSEA
Üçüncü "kahraman"ımız Roman Abramovich, 8 yılda edinilmiş 8 milyar dolarlık servetiyle günümüze damgasını vuran "kahraman"ların en genci ve en tanınmamışı. Büyük servetinin 250 milyon dolarlık küçük bir bölümünü gözden çıkararak Londra'nın gözde semti Chelsea'nin ünlü futbol takımını satın almasaydı bugün hâlâ sınırlı bir kesimin bildiği bir isim olacaktı Abramovich. Ama Rusya'da komünizmin çöküşü sonrasında gündeme gelen soygun kapitalizminin yarattığı fırsatları çok iyi değerlendiren, 1966 doğumlu hukuk mezunu Abramovich, bir anda küresel üne kavuşmak için en kestirme yolun futboldan geçtiğini de doğru saptamıştı. Başta petrol olmak üzere doğal kaynakların kişisel servetlere dönüştüğü ortamda yükselen "oligark"ların en ünlülerinden Boris Berezovsky ile işbirliği yaparak Sibneft petrol şirketini ele geçiren ve sonra başka işlere de el atan Abramovich, Chelsea yatırımından bir kâr beklemediğini, bu işe "spor olsun" diye, "hobi niyetine" girdiğini söylüyor (The Guardian ve F. Times, 3.7. 2003).
Chelsea taraftarı, klüplerinin yeni sahibini nasıl karşılayacak bilmiyoruz ama Abramovich gibi "atak girişimci"lere inanılmaz servetler yapma olanağı veren sistemin Rus halkına pek yaramadığı görülüyor.

BECKHAM TILSIMI
Son "kahraman"ımız David Beckham ise bir sporcunun, bir futbolcunun nasıl bir ticari meta haline getirildiğini en çıplak şekliyle sergileyen bir tanıtım pandominasının kahramanı olarak Real Madrid takımının 23 numaralı (basket yıldızı olarak dolar milyoneri olan Michael Jordan'ın tılsımlı sırt numarasıymış 23) formasına kavuştu. Beckham'ın 23 numaralı formayı giyeceğinin açıklandığı gün 7 bin adet 23 numaralı "Beckham forması" satan Real Madrid klübü, yatırımının ilk getirisi olarak 700 bin doları kasasına indirdi. Real Madrid'den yaklaşık 150 bin dolar "haftalık" alacak olan Beckham, tüm ünlü sporcular gibi, bundan çok daha fazlasını çeşitli ürünlerin promosyonuna adını vererek sağlıyor.
Şimdi soruyorum size: Başkan Bush'un tek başına yönetmeye kalkıştığı, Berlusconi'nin Avrupa'yı temsil ettiği, Abramovich ve Beckham'ın futbolu kullanarak hepimizi meşgul ettiği bir dünyada yaşarken Türkiye'de olup bitenlere ve Türkiye'yi yönetenlere bakarak dertlenmenin, "Biz adam olmayız" havalarına girmenin, yolsuzluktan ve adaletsizlikten yakınmanın alemi var mı Allah aşkına?