Bini aşkın üniversite öğrencisinin doldurduğu salondan gelen soruların çoğunluğu Avrupa Birliği (AB) - Türkiye ilişkileriyle ilgili. Biz, AB ile bütünleşmenin Türkiye için neden önemli olduğunu, Türkiyeye nasıl bir ufuk açacağını anlatmak için dil döküyoruz, gençler ise AB ile bütünleşme çabalarını savunduğumuz için bizi "satılmış" olmakla suçluyor ve AB ile bütünleşme projesinin yol açabileceği olumsuz sonuçları vurgulayan sorular soruyorlar. Abbas Güçlü "Türkiyenin ABye girmesini isteyenler el kaldırsın" dediğinde çekingen bir azınlık el kaldırıyor, "istemeyenler" dediğinde coşkulu bir çoğunluk. Bu düzende belli bir yere gelmiş kişiler olarak bizler AB ile bütünleşmeyi, AB yolunda ilerlerken değişimin ve dönüşümün gerekliliğini savunuyoruz; bugünkü durumlarından memnun olmayan, "geleceğe umutla bakamadıklarını" ifade eden gençler ise AB sürecinin gerektirdiği değişimin Türkiye için, kendileri için bir felaket olacağını düşünerek bize karşı bir tavır sergiliyor. Bütünüyle garip, hatta komik bir durum. Çarşambayı perşembeye bağlayan gece, saat 2yi geçiyor, biz İzmirde, Ege Üniversitesinin tıka basa dolu bir salonunda, arkadaşımız Abbas Güçlünün yönettiği "Genç Bakış" programına katılan öğrencilerin sorularını yanıtlamaya çalışıyoruz. Biz derken Genel Yayın Yönetmenimiz Mehmet Y. Yılmaz ile benim gibi yaşını başını almış Milliyet yazarlarını kastediyorum. Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için, o gece tuttuğum notlardan yararlanarak, üniversite öğrencisi gençlerin bize yönelttiği sorulardan örnekler vereyim. ABnin kapısında köle olmaktansa Türk dünyasının lideri olmak daha iyi değil mi? AB treninde yük vagonu mu olacağız? Bize ucu açık ortaklık teklif eden ve nasıl olsa bizi içine almayacak olan AB posamızı çıkarmak mı istiyor? AB için hazırlanan Katılım Öncesi Ekonomik Programın, 81 ülkeyi batıran IMF programından ne farkı var? Yabancılara toprak satılması sizi tedirgin etmiyor mu? Demokrasi adına savunduğunuz Avrupanın kendi içinde ne kadar demokrasi var ki? Tarımda ithalatçı ülke durumuna düşmemiz AB yüzünden mi oldu? Yapılan anketler Avrupalıların bizi istemediğini gösteriyor. Avrupa, Türklere ve Türkiyeye karşı neden bu kadar soğuk? Soru sormak yerine slogan atanlar, "bu gençlik ABD emperyalizmine hizmet etmediği gibi AB emperyalizimine de hizmet etmeyecektir" diyenler, medyayı suçlayanlar da vardı.ABnin eğitim için sağlayacağı fonlardan ve olanaklardan nasıl yararlanabileceklerini soran gençler de yok değildi, ama yukarda aktardığım örneklerin de gösterdiği gibi, gençlerin çoğunluğu AB ile bütünleşmeye çalışmanın bizim için olumsuz sonuçlar doğuracağına inanmış görünüyordu. Gençlerin soruları Gençlerin böyle düşünmelerinde ve davranmalarında bilgi yetersizliğinin de payı vardı belki. Ancak asıl belirleyici olan faktör özgüven eksikliği miydi acaba? Türkiyenin bugüne dek AB üyesi olamamasında da bu özgüven eksikliği mi belirleyici olmuştu? Bir dönemde iş aleminin ve birbirini izleyen hükümetlerin Avrupa ile bütünleşme yolunda cesur adımlar atmasını bu özgüven eksikliği mi önlemişti? ABDnin, ABnin, IMFnin ya da başka bir dış gücün bizi böleceği, sömüreceği, posamızı çıkaracağı ve parçalayıp yokedeceği inancının gerisinde hep bu özgüven eksikliği mi yatıyordu? Yıllar yılı bize yakıştırılan "gerikalmışlık" ya da "azgelişmişlik" damgasını besimseyerek sonunda mutlaka şu ya da bu dış gücün kurbanı olacağımız inancına mı kapılmıştık? Ve bu durumdan kurtulmak için tek çarenin dışa kapanmak ve kendi yağımızla kavrulmak olduğunu mu düşünüyorduk? Eğitim sistemimiz de bu sağlıksız düşünce zincirini kuşaktan kuşağa aktarıyor ve sonunda bize bu soruları soran gençler mi ortaya çıkıyordu?AB ile bütünleşmenin, tartışılmadan kabul edilmesi gereken hedef olduğunu düşünenlerden değilim ama Türkiyenin önündeki gerçekleri seçenekleri tartışabilmesi için de herşeyden önce bu özgüven eksikliği sendromunu aşması gerekiyor. Özgüven eksikliği mi? Önceki akşam dünyayı izleyen, Türkiyenin AB ile bütünleşme çabalarına katkıda bulunan, ufku açık entelektüellerimizin çoğunluğunu oluşturduğu seçkin bir grupla beraberdim. Bu grupta laikliğin tehdit altında olduğunu düşünenler de vardı ama sohbet ettiklerimin çoğu, Başbakan Erdoğan konusunda, takdirin ötesine geçen övgü sözcükleri kullanıyordu. Türkiyeye AB yolunu açan Erdoğanın liderlik yeteneğini kullanarak bu yolda ilerlemeye devam edeceğini düşünenler hayli fazlaydı. Ancak Başbakan Erdoğanın başkanlık sistemine geçme arayışı içine girerek, eline geçmiş olan altın fırsatı kaçırabileceği kaygısını duyanlar da vardı.Bence de gözardı edilecek bir olasılık değil bu. Gerek Sayın Başbakan ve çevresinden yansıyan izlenimler, gerekse önümüzdeki dönemde ortaya çıkabilecek şartlar, böyle bir arayışın bir noktada gündeme gelebileceğini düşündürüyor. Ortaya çıkabilecek şartlar derken öncelikle, AB ile ilişkilerde gündeme gelecek konuların Türkiyede yaratacağı tedirginliği ve doğuracağı muhalefet potansiyelini kastediyorum. Erdoğan, belki bürokrasiden de destek görebilecek olan bu muhalefeti aşmak için kestirme bir yol olarak başkanlık sistemine geçme hevesine kapılırsa eline geçmiş olan altın fırsatı tehlikeye atabilir. oulagay@milliyet.com.tr Erdoğan altın fırsatı kaçırır mı?
Özay Şendir
Hamaset ile siyaset arasına sıkışmak...
20 Haziran 2025
Cem Kılıç
Yıllık izin hakkında her şey
20 Haziran 2025
Abbas Güçlü
İşsizlik mi iş bilmezlik mi (5)
20 Haziran 2025
Zafer Şahin
İsrail’in sessiz Kıbrıs işgali ve Ekim seçimi..
20 Haziran 2025
Abdullah Karakuş
Savaş ne zaman bitecek?
20 Haziran 2025