Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Kimilerine göre Arjantin'in bugünkü acıklı duruma düşmesinin baş sorumlusu Uluslararası Para Fonu, yani IMF. Yeminli IMF düşmanlarının yanı sıra, ekonomide ve dünyada olup bitenin farkında olan kişiler arasında bile böyle düşünenler var. Onlara göre Türkiye'nin 2001 krizine sürüklenmesinde de IMF'nin payı büyük.
Ben kendi hesabıma, krize giren bir ülkenin önce kendi kriz yaratma potansiyelini derinlemesine incelemesi gerektiğini düşünüyorum ve bunu yapmadan suçu IMF'ye atan yaklaşımı yararlı değil zararlı buluyorum. Krize girme durumunda olmayan bir ülkenin gidip IMF'nin kapısını çalmasına ve destek istemesine gerek de yok zaten.
Tartışılması gereken nokta, krize giren ya da girmek üzere olan bir ülkenin IMF'ye başvurmasından sonra IMF'nin o ülkeye empoze ettiği krizden çıkış reçetesinin gerçekten bir çözüm yolu olup olmaması. IMF'nin bazen kendi önerdiği programa sahip çıkmaması ve maçın en kritik anında kuralları değiştirmesi ciddi sorun yaratabiliyor.
Türkiye 2000 yılında IMF'nin gözetimi altında "çapalı kur"a dayalı bir program uygularken IMF, "çapalı kur"un modasının geçtiğini, yeni modanın "dalgalı kur" olduğunu dünyaya ilan etti.
Bu noktadan sonra bizim zaten zorlukla götürdüğümüz programı sonuna vardırma şansımız daha da azaldı ve sonunda olanlar oldu.
İşte bu nedenle kuralları IMF'nin belirlediği bir oyunu oynarken fevkalade dikkatli olmak gerekiyor.

Geçen yılın son aylarından itibaren Türkiye ile beraber "kriz ülkesi" olarak anılmaya başlanan Arjantin'de giderek derinleşen ekonomik krizin toplumsal patlamaya dönüşmesi insanımızı çok etkiledi galiba. Bugünlerde kime rastlasam hemen bu konu açılıyor ve Arjantin'de yaşananlara benzer olayların bizde de yaşanıp yaşanmayacağı sorusu soruluyor.
Bu sorunun altında yatan neden, Türkiye'de yaşayan insanların da son bir yıl içinde çok ciddi bir ekonomik sarsıntı geçirmesi ve bu ortamda hemen her kesimden pek çok kişinin dayanma gücünün sınırlarına gelmiş olması. Evet Türkiye 2001 krizini hasarı bir noktada sınırlayarak atlatmayı başardı ve Arjantin'in durumuna düşmedi ama çok geniş bir kesimin reel gelirinde ciddi düşüşler yaşandı, çok sayıda insan işini kaybetti, birçok işyeri kepenk kapattı ya da ciddi sarsıntı geçirdi. Şimdi krizin dip noktasının geride kaldığı izleniminin yaygınlaşması insanlardaki umutsuzluğu bir ölçüde azalttıysa da yaralar henüz sarılmış değil, kısa sürede ciddi bir rahatlamadan söz etmek de olanaksız. Deyim yerindeyse insanların "canı burnunda" ve bunu hissedenler televizyonlardan Arjantin'deki olayları da görünce ister istemez bir tedirginlik duyuyorlar.

TV etkisi
Geçen akşam Türkiye'de de izlenen ve ekonomi haberciliğine öncelik veren bir TV kanalının yöneticisiyle konuşurken "Türkiye 2001'i ucuz atlattı" dememe itiraz etti muhatabım ve "acele hüküm vermeyin, yılın bitmesine daha 10 gün var" dedi. Arjantin'deki olaylara TV yayınlarında geniş yer verilmesi kendisini tedirgin etmişti, bu olayları izleyen insanların bir kışkırtma sonucunda sokağa dökülebilecekleri kaygısını taşıyordu.
Ertesi akşam bir özel davette rastladığım en popüler işadamlarımızdan biri de buna benzer bir kaygıyı dile getirdi, "Arjantin'in durumuna düşmedik, nasıl olsa Amerika arkamızda, bize bir şey olmaz diye rehavete kapılırsak Arjantin'de olanlar bizim de başımıza gelebilir" dedi. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin üzerine gelen yoksullaşma ve işsizlik dalgası birçok kimseyi patlama noktasına yaklaştırmıştı, bu nedenle çok dikkatli olmak gerekiyordu, bu ünlü işadamımıza göre.
Bu ciddiye alınması gereken bir endişe. Türkiye 19 Şubat şokundan sonra IMF ve ABD ile ilişkilerini olumlu yönde geliştirerek hatırı sayılır bir parasal destek sağladı dışarıdan ve bu sayede daha kötü bir duruma düşmekten kurtuldu. Ancak bu geniş kitlenin ekonomik durumunun düzeldiği anlamına gelmiyor, bunun olabilmesi için ekonominin yeniden büyüme rotasına oturması, istihdam yaratır hale gelmesi gerekiyor. Bunun gerçekleşmesi ise içte ve dışta sağlanan göreceli güven artışının pekiştirilmesine, Türkiye'den kaçan paranın geri gelmesine, Türkiye'nin dış borçlanma olanaklarının genişlemesine bağlı.

Arjantin dersi
Bu olumlu senaryonun gerçekleşmesi Türkiye'nin rehavete kapılmadan ekonomik reformlarını sürdürmesine, bütçe disiplinini korumasına bağlı. En büyük holdinglerimizden birinin tepe yöneticisi Arjantin'in başına gelenlerin bu bakımdan bizi olumlu etkileyeceğini düşünüyor ve "Arjantin örneği yanlış politikalarda ısrar etmenin nelere mal olduğunu bir kez daha gösterdi, bu örnek bizimkilerin de gözünü korkutmuştur herhalde" diyor. Türkiye'nin şimdi geldiği noktada yakaladığı avantajı iyi kullanması ve IMF ile ilişkileri bozmadan aşamalı olarak sağlıklı büyümeye geçme şansını heba etmemesi gerekiyor. Unutmayalım ki Türkiye de, Arjantin gibi, her an azgın dalgaların çıkabildiği bir okyanusta yol almaya çalışan küçük bir tekne durumunda. Bu ortamda "Arjantin battı, bize bir şey olmadı" diye rahatlama lüksüne sahip değiliz.

Eczacıbaşı Grubu'nun davetlisi olarak Türkiye'ye gelen Stan Davis'den Türkiye ile Arjantin arasında bir karşılaştırma yapmasını istediğimde hemen tango geldi aklına. "Arjantinlilerin tango yaparken takındıkları o katı ve pozcu tavır ekonomide neden başarılı olamadıklarını da anlatıyor bence" dedi. The Economist dergisi de son sayısında ünlü yazar Borges'in tango konusundaki görüşlerine yer vermiş. Borges, Oscar Wilde'ın bir izleniminden de esinlenerek "Tangonun asıl misyonu Arjantinlilere cesaret ve başarı örnekleriyle dolu, onurlu bir geçmişi anımsatmak mı acaba?", sorusunu soruyor. Nostalji ve duygusallıkla iç içe geçen tangoyla böylesine bütünleşmiş bir toplumun ekonomide başarıyı bir türlü yakalayamaması bir raslantı mı acaba?