Türkiye'de işsizlik sorununun vahameti ve ekonomik büyümenin yetersizliği konusunda hayli yaygın bir görüş birliği sağlanmış görünüyor. Hemen tüm kesimlerin çözülmesini istediği sorunu üç maddede özetleyebiliriz:
Türkiye'de işsizlik sorunu tehlikeli boyutlardadır ve acil çözüm beklemektedir.
Türkiye ekonomisi sürdürülebilir, hızlı (yıllık ortalama olarak % 6'nın üzerinde) büyümeyi yakalamadığı sürece işsizlik sorununu çözmek olanaksızdır.
Türkiye ekonomisinin 1981 - 2001 dönemindeki büyüme hızı ortalaması % 6'lık asgari hedefin yarısını bile bulmamıştır.
Sorun böyle formüle edildiğinde çözümü de ortaya çıkıyor: İşsizlik sorununun çözümlenmesi için Türkiye ekonomisinin çok daha hızlı büyümesi ve bunu sürdürmesi gerekiyor. Ancak bu düşünce zincirinde bir adım daha atıp "Pekiyi Türkiye ekonomisinin daha hızlı büyümesi nasıl sağlanır?" sorusunu sorduğumuzda, sağlanmış görünen görüş birliğinin yerini farklı görüşlere bıraktığını görüyoruz. Bu farklı görüşleri iki ana grupta toplamak mümkün.
Birinci grupta yer alan görüşler, halkımızın artık beklemeye tahammülü kalmadığını, ekonomik büyümeyi hızlandırmak ve işsizliği azaltmak için derhal genişletici para ve maliye politikaları uygulanması gerektiğini savunuyor. Bu görüşü savunanlar, bu genişleme sürecinde enflasyonun bir miktar kontrolden çıkmasının pek de önemli olmadığını belirtiyorlar.
Bu zihniyet aslında son 20 yılda Türkiye'yi yöneten iktidarların zihniyeti. 1983 yılında "Enflasyonu derhal tek haneli rakamlara indirip ortadireğin belini doğrultacağım" diyerek tek başına iktidara gelen ANAP'la başlayan bu süreç, Türkiye ekonomisini yüksek enflasyonla kesintili büyüme sürecine hapsederek işsizlik sorununun bugünkü boyutlara tırmanmasına yol açtı. Kamu borçlarının çığ gibi büyümesi ve faiz gelirlerinin de katkısıyla gelir dağılımının bozulması da bu süreçte hızlandı. Ekonomiyi sağlam bir temele oturtmadan, taşıma suyla hızlı büyütme telaşı, enflasyonu küçümseyen anlayışla birleşince bugün yaşanan çıkmazın şartları yaratılmış oldu.
Bugün gelinen noktada bu dersi almamış olanların hayli fazla olması ise düşündürücü. Hâlâ enflasyonun çok önemli olmadığını ileri sürenler, para basıp halkı rahatlatmanın ve iç piyasayı canlandırmanın çıkar yol olduğunu iddia edebilenler var. Son 20 yılda % 6'nın üzerinde bir büyüme hızı ortalaması gerçekleştiren Çin, Tayvan, Singapur, Güney Kore, Malezya, Tayland, İrlanda ve Ürdün'de enflasyonun tek haneli rakamlarda bulunması da gözlerini açmıyor bu görüştekilerin.
Bu görüşün karşısında yer alan ve orta vadede sürdürülebilir hızlı büyümeyi amaçlayan ikinci görüşün son dönemdeki en tutarlı temsilcisi TC Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti. Sayın Serdengeçti'nin 30 Nisan günü TBMM Bütçe Plan Komisyonu'nda yaptığı sunuşun metninden bazı özet alıntılar yaparak bu ikinci görüşü şöyle temellendirebiliriz:
Mevcut program çerçevesinde orta vadedeki amaç, fiyat istikrarının sağlandığı bir ortamda sürdürülebilir yüksek büyüme oranlarına ulaşmak, istihdamı artırmak ve yoksulluğu azaltmaktır.
1980'den sonra gelişen modeller ve uzun dönem analiz uygulamaları, enflasyon ile büyüme arasında uzun vadede tersine bir ilişki olduğunu; sürdürülebilir ve daha yüksek bir büyüme için mutlaka düşük enflasyon oranlarında fiyat istikrarının sağlanmış olması gerektiğini göstermektedir.
Uzun vadeli ve güçlü bir sıkı maliye politikası, ekonomik birimlerin bekleyişlerinin olumlu yönde gelişmesine ve güven ortamı sağlanmasına katkıda bulunur, faizlerin düşmesi, tüketim ve yatırımın (yani toplam talebin) artması yoluyla ekonomik büyümeye destek olur.
Güven ortamı sağlanmadan faiz oranlarının düşürülmesi için suni politikalar uygulamak, ekonomik birimlere farklı sinyaller vereceğinden, güvenin kaybolması nedeniyle bekleyişlerin kötüleşmesine ve sonuçta faizlerin yükselmesine yol açabilir.
Son 20 yıla damgasını vuran enflasyonla büyüme telaşının yerine bu anlayışı geçiremezsek işsizlik sorununu da çözemeyiz. İşsizliğe çözüm arayanların Sayın Serdengeçti'nin sunuşunu bütünüyle okumalarında yarar var.