Bugünün dünyasına çok değil, 20 yıl öncesinin gözlüğüyle bakanları bile şaşırtacak gelişmeler yaşanıyor. Bundan sonra nelerin yaşanacağını, yeni dünyanın nasıl biçimleneceğini kestirmek ise fevkalade zor. Evet, bugün dünya yeniden kuruluyor ve Batı'nın ürünü olan küresel kapitalizm, Batı'yı sarsacak güçleri sahneye çıkarıyor. Dünyanın geleceğini etkileyecek her konuda son sözü Batı'nın söylediği bir dönemin sonuna doğru gelindiği izlenimi giderek güç kazanıyor. Ekonomiden politikaya, kültürden sanata, yaşamın her alanında kendini "üstün taraf" olarak gören ve son sözü söyleme yetkisini doğal hakkı sayan Batı, bu kez farklı bir oyunun ilk perdesi oynanırken biraz şaşkın ve kaygılı görünüyor. Karl Marx bugün dünyaya dönebilseydi, yaşanmakta olan küresel dönüşümün çarpıcı sonuçlarını herhalde büyük bir coşkuyla karşılar, gecesini gündüzüne katarak gelişmeleri izlemeye çalışırdı. Çin'in ve Hindistan'ın ekonomideki şaşırtıcı atılımı, Latin Amerika'da yükselen toplumsal başkaldırı dalgası, enerji kaynaklarına sahip olan ülkelerin artan gücü ve dünyayı kontrol etmekte zorlanan Batı'nın kendi bünyesinde yaşadığı sorunlar ve çelişkiler, müthiş ilgisini çekebilirdi Marx'ın. 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyet İmparatorluğu'nun çökmesi ile Batı'da yeşeren umutlar yerini şimdi kaygılara bırakmış durumda. Komünizmin ve kolektivist ekonominin başarısız olması, siyasal bilimci Francis Fukuyama'ya "tarihin bittiğini" düşündürmüş, Batı'nın piyasa ekonomisine ve çoğulcu demokrasiye dayalı modelinin küresel boyutta kabul göreceği umulmuştu. Batı'nın bu umudu bir yönüyle gerçekleşti. Kapitalizm, Karl Marx'ın 1848'deki beklentilerine uygun olarak, küresel bir ekonomik sisteme dönüştü. Teknolojideki atılımlarla dünyadaki siyasal gelişmeler, tarihte ilk kez gerçekten küresel bir üretim düzeninin kurulmasını sağladı ve küresel pazara giden yolu açtı. Bilgi ve iletişim teknolojisindeki atılım ise yaratıcı gücüyle insanı, değer zincirinin vazgeçilmez halkası haline getirdi. Bilgiye kolayca erişebilen insan, nerede yaşarsa yaşasın, müthiş bir güce sahip olduğunu fark etmeye başladı. Yeni keşfettikleri bu güç, özellikle Batı'nın güdümünde yaşamış olan insanların dünyaya bakışını değiştirdi ve bu insanlar, daha önce kendilerinden üstün gördükleri Batılı güçlerle her alanda baş edebileceklerini fark etti. Bugün dünyanın dört bir yanında, buyurgan süper güç ABD'ye gösterilen yaygın tepkinin ve karşı çıkma cesaretinin de yeni uyanışın ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Umut yerine kaygı Bu gelişmeler, halen içinde bulunduğumuz küreselleşme dalgasını önceki dalgalardan farklılaştırdı. Çin'de, Hindistan'da, eski sosyalist ülkelerde yaşayan yaklaşık 3 milyar insanın küresel kapitalizmin etki alanına girmesi, Marx'ın deyimiyle "yedek işgücü ordusu"nun küresel boyutta oluşmasını sağladı. Bugün yalnızca Çin'de çalışma çağındaki insan sayısı 750 milyon kişiyi buluyor. Bu rakam, zengin- gelişmiş ülkelerdeki çalışma çağındaki toplam insan sayısının 1.5 katı.Çin ve Hindistan gibi dev boyutlu ülkelerde yaşanan büyük ekonomik dönüşüm, bir yandan da dünya pazarını büyütüyor ve sınırlı kaynaklara olan talebi sürekli artırıyor. Bunun sonucunda, dünyanın enerji ve temel madde kaynakları kıymete bindi ve bu kaynaklara sahip olan ülkelerin eli güçlendi. Rusya'nın, İran'ın, Venezüella'nın liderleri bu gücü hissederek davranmaya başladı. Bu durum Batı'nın zengin ülkelerini yöneten liderleri sıkıntıya sokmakla kalmadı, dünyaya hükmetmeye alışmış olan Batılılar iki yönlü bir baskının altında hissetmeye başladılar kendilerini. Bir yandan ekonomik güvencelerini ve sürekli refah artışı garantisini kaybediyorlar, diğer yandan hemen her alanda üstün olma, son sözü söyleme ayrıcalığını da kaybetme noktasına geliyorlardı. Batılıların kolay hazmedeceği bir durum değildi bu. Yedek işgücü ordusu Bunları söylerken, bu sonucu ortaya çıkaran süreçte başrolü, çoğu Batı kökenli olan küresel şirketlerin oynadığını göz ardı etmemek gerekiyor. Küresel boyutta iş yapan şirketler, rekabetin yoğunlaştığı bir dünyada başarılı olmak, kâr etmek ve öne çıkmak için üretim ve dağıtım sürecini dünyanın dört bir yanına yaydılar ve kapitalizme yeni açılan ülkelerdeki özel koşullardan ve ucuz işgücünden yararlandılar. Çin ve Hindistan gibi ülkelerin küresel ekonomiyle bütünleşmesi onlara yeni üretim merkezleri kurma ve yeni pazarlara erişme olanağını sağladı.Bu süreçte Batı'nın küresel şirketleri ve onlarla bütünleşmiş elemanlar küreselleşmenin yarattığı fırsatlardan yararlanıyor; ama Batı'daki daha geniş bir kitle, kendi ülkelerindeki iş olanaklarının azalması nedeniyle, küreselleşmenin mağdurları arasında yer alıyor. Bu nedenle Batı'da küreselleşmeye karşı oluşan tepkiler, aynı zamanda küresel şirketleri ve onların temsil ettiği sistemi de hedef alıyor. Küreselleşmeye karşı artan toplumsal tepkinin Avrupa ve Amerika'daki yükselişi, Federal Rezerv Bankası'nın yeni başkanı Bernanke'nin geçenlerde yaptığı bir konuşmaya da yansıdı. Bernanke, küreselleşmeden yararlananlar ile zarar görenler arasında daha adil bir dengenin kurulması gerektiğini söyledi. Küresel şirketlerin rolü Komünizm ve kolektivist ekonominin başarısızlığıyla Berlin Duvarı'nın yıkılması, Batı için umut veren bir dönüm noktasıydı. Ancak küreselleşmenin sonucu Batı'nın umduğu gibi olmadı ve tepkiler artmaya başladı. Bu konuda son uyarı ABD Merkez Bankası (Federal Rezerv Bankası) Başkanı Ben Bernanke'den geldi. Küreselleşmeye tepki ve uyarı Marx ve Engels'in yazdığı Komünist Manifesto 1848 yılında yayımlandı ve insanlık tarihinin en yaygın okunan metinlerinden biri haline geldi. Manifesto'nun bugün de geçerliliğini koruyan bölümü ise kapitalizmin nasıl küresel bir sisteme dönüşeceğini anlatan bölümdü. Bu bölümde şöyle diyordu Marx ve Engels: "Burjuvazi, sürekli genişleyen bir pazara duyduğu ihtiyaç nedeniyle yerkürenin en ücra köşesine kadar gider. Burjuvazi dünyanın her köşesinde yuvalanmak, yerleşmek, ilişki kurmak zorundadır. Burjuvazi dünya pazarını sömürmek amacıyla gittiği her ülkede üretime ve tüketime kozmopolit bir nitelik kazandırır. Buna karşı çıkan gericilerin tepkilerine aldırmadan ulusal sanayinin üzerinde durduğu zemini yıkar ve ulusal sanayii olduğu gibi yok eder. Yok olanların yerini alan yeni sanayi kuruluşları artık yerli ham maddeleri değil, dünyanın en ücra köşelerinden ithal edilen hammaddeleri kullanarak üretim yapar. Ürünlerini yalnızca kendi iç pazarında değil dünyanın dört bir yanında pazarlar. Ülke içinde yapılan üretimle karşılanan talep ve isteklerin yerini, uzak diyarlardan ve iklimlerden ithal edilen ürünlere yönelik talep ve istekler alır. Yerel ve ulusal düzeyde kendine yeterlilikten vazgeçen uluslar karşılıklı bağımlılığı benimser. Bu kural entelektüel üretimde de geçerlidir... Üretim araçlarını hızla geliştiren, ulaşım ve iletişimde muazzam atılımları gerçekleştiren burjuvazi en barbar ulusları bile kendi uygarlık alanına çeker. Bütün ulusları, yok etme pahasına da olsa kapitalist üretim tarzını benimsemeye zorlar. Kısacası burjuvazi kendi imajına göre bir dünya yaratır." Komünist Manifesto bugünü anlatıyor The Economist dergisinin satın alma gücü paritelerini kullanarak yaptığı hesaplama, "yükselen ekonomi" ya da "yükselen pazar" diye nitelenen ülkelerin dünya ekonomisindeki payının, 130 yıldan beri ilk kez 2005 yılında yüzde 50'nin üstüne çıktığını ortaya koyuyor. Dünyanın önde gelen finans kuruluşlarından Goldman Sachs'ın cari kurları kullanarak gerçekleştirdiği projeksiyonlar ise önde gelen "Yükselen Pazar" (YP) ülkelerinin ekonomik büyüklüğünün "G-7"-ler diye tanımlanan zengin ülkelerin ekonomik büyüklüğünü 25-30 yıl içinde yakalayıp geçeceğini ve 2050'de de ikiye katlayacağını gösteriyor. 'Yükselen Pazar'ların dayanılmaz tırmanışı Goldman Sachs'ın yaptığı projeksiyona göre, İngilizce adlarının baş harfleriyle "BRIC ülkeleri" diye tanımlanan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin ile "İkinci 11" diye tanımlanan Bangladeş, Endonezya, Filipinler, Güney Kore, İran, Meksika, Mısır, Nijerya, Pakistan, Türkiye ve Vietnam'dan oluşan ülkeler grubunun 2005 yılında 7.1 trilyon dolar dolayında olan toplam GSYİH'si 2035'te 55 trilyon dolara yaklaşacak ve G-7 ülkelerinin toplamını 7.5 trilyon dolar geçmiş olacak. 2050'de ise Türkiye'nin de içinde bulunduğu 15 YP ülkesinin GSYİH toplamı G-7 ülkelerinin toplamını neredeyse ikiye katlayacak. YP ülkelerinin bu 15 ülkeden ibaret olmadığını da hesaba katarsak G-7 ülkelerinin dünya ekonomisindeki payının daha da küçüleceğini düşünebiliriz. Goldman Sachs'ın cari döviz kuru tahminlerine dayanarak yaptığı hesaplamalara göre, Çin ekonomisi 2040 yılında ABD ekonomisini geçerek dünyanın en büyük ekonomisi haline gelecek. Ancak Çin'in 29.4 trilyon dolarlık bir toplam GSYİH rakamına erişip ve 29.2 trilyon dolarlık bir büyüklüğe erişecek olan ABD ekonomisini geride bırakacağı 2040 yılında, Çin'in kişi başına GSYİH rakamı 29 bin, 400 dolara yükselirken ABD'ninki 74 bin 400 doları aşmış olacak.Varsayımlara dayanan bu tür projeksiyonlarda hata payları yüksek olabilir ama bu projeksiyonlarda ortaya konan trendin, geleceğin dünyası hakkında bize iyi bir fikir verdiğini söyleyebiliriz. Neresinden bakarsak bakalım 21. yüzyılda dünya ekonomisinde ağırlığın giderek "yükselen ülkeler"e doğru kayması kaçınılmaz görünüyor. 'BRIC' ülkeleri ve 'İkinci 11' 2040 yılında Çin ekonomisi ABD ekonomisini geçecek YARIN Batı'nın Doğu korkusu oulagay@milliyet.com.tr