Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Eğri oturup doğru konuşalım, Türkiye'nin krizden krize sürüklenmesinde, hayali beklentileri büyük düş kırıklıklarının izlemesinde medyanın da çok büyük payı ve sorumluluğu var. Medyamız, toplumdaki duygusal tepkilere endeksli manşetlerle insanları şaşkına çevireceğine, ekonomideki gidişatı gerçekçi biçimde ortaya koyan değerlendirmelere öncelik verseydi bu tür krizleri önleme şansımız artardı mutlaka. Bu yapılabilseydi, insanlarımızın yanlış beklentilere kapılarak ekonomik davranışlarını buna göre yönlendirmeleri önlenebilir, siyasetçilerimiz de hemen "havaya" girerek tüm sorunları çözdükleri yanılgısına kapılmazlardı belki de.

Sonunda IMF kayalıklarına çarparak onarılmaz yaralar alan "enflasyonla mücadele programı"nın 14 aylık serüveni sırasında yaşananlar da medyadaki yanıltıcı tutumun çarpıcı örnekleriyle dolu. Örneğin 1999 sonunda programın açıklanmasıyla birlikte öyle bir iyimserlik havası estirildi ve medyamız da buna öylesine alet oldu ki borsa bir anda kanatlandı, faizler hızla düştü, programın fazla can yakmadan hedeflerine varacağı izlenimi yaygınlaştı. Hemen ardından tüketici kredileriyle iç tüketim pompalandı ve ekonomideki canlanmaya alkış tutulmaya başlandı.
Bu ortamda birilerinin çıkıp da iç talep patlamasının programın ana hedefiyle çeliştiğini, ekonomideki hızlı canlanmanın dış açığı hızla büyüteceğini söylemesi, ya da banka sisteminin ve reel sektörün yapısal sorunlarını öne çıkarması hiç ilgi çekmez, medyaya yön verenler bu tür uyarıları manşetlere taşımayı hiç düşünmezdi. Hatta bu tür uyarıları yapanlar, "ekonominin dinamizmini görmemekle, toplumun heyecanını paylaşmamakla" suçlanırdı. Böyle düşünen ve ne yazık ki medyaya yön verme durumunda olan kafalar, ne kadar iyimserlik gazı pompalarlarsa ekonominin o kadar iyiye gideceğine inanıyorlardı. Daha önce yaşanan krizlerden de hiç ders almamışlardı.

Ben kendi hesabıma geçen yılın ağustos sonundan itibaren, yükselen popülizmin ve hükümette gözlenen rehavetin programı rayından çıkartabileceğini hissederek, ekonomimizin "bıçak sırtında" olduğunu vurgulayan beş - altı yazı yazdım. Bunları umursayan bile olmadı. Aynı tarihlerde Moody's, programdan sapmalar olması halinde Türk bankalarının notunu düşürebileceği uyarısında bulunuyor, IMF'den rahatsızlık ifade eden mesajlar geliyor, ancak tüm bu uyarılar da medyamızda pek ilgi görmüyordu.
Kasım krizine bu havada gelindi. Krizin ilk belirtileri görüldüğünde, büyük medyanın hakim tepelerinde bu kez bunun hiç önemli olmadığı ve birkaç gün içinde her şeyin yoluna gireceği vurgulandı. Medyayı izleyen geniş kitle bir kez daha yanlış yönlendirildi. Akılları sıra paniği önlemek isteyenler halkın medyaya duyduğu güvenin daha da sarsılmasına yol açtılar.

Şimdi gelinen noktada Kemal Derviş'e "mesih" muamelesi yaparak toplumun beklentilerini yükseltmeye çalışan medyamız geçmişten hiç ders almamışa benziyor. Derviş'i "kurtarıcı" gibi göstermekle onun işini zorlaştırdığını görmüyor. Şu anda Kemal Derviş'e en iyi destek, mevcut zorlukları tam olarak ortaya koyarak, toplumun ve piyasaların tepkilerini en iyi biçimde yansıtarak sağlanabilir. Doğru bilgilendirilmeyen bir toplumla ve gerekli "feedback"leri alamayan bir yönetimle önümüzdeki büyük zorlukları aşmamız mümkün olmaz. Bu nedenle önümüzdeki dönemde medyaya çok önemli bir görev düşüyor.

Türkiye'nin bu bayrama neşe ve huzur içinde girdiğini söylemek olanaksız. Ekonomideki krizin olumsuz yansımalarını hissetmeyen yok gibi. Biz Milliyet'te, eksikliğini yüreğimizde hissettiğimiz arkadaşlarımızın bıraktığı boşlukta tutunacak bir dal arıyoruz sanki.
Bu noktadan geleceğe bakmak ve güzel şeyler söylemek kolay değil. Ama bir anda "Türkiye'nin umudu" haline gelen Kemal Derviş örneğinin de gösterdiği gibi, bir ülkenin, bir toplumun en önemli hazinesi birikimli insanları. Geleceğimizi her alandaki "birikimli" insanlarımızı iyi değerlendirerek kurabiliriz. Türkiye'nin gerçekten "birikimli" olan insanlarının değerini bildiğini söylemek ise ne yazık ki olanaksız. Bu sıçramayı yapamayıp salt parasal birikime önem verdiğimiz sürece daha mutlu bayramlar yaşamamız kolay olmayacak galiba. Hepinize iyi bayramlar efendim.

Kemal Derviş çok zor koşullarda göreve başlıyor. Türkiye, ünlü The Economist dergisinin yorumuna göre "uçurumun eşiğinde". Yaptığımız yanlışlara yenilerini eklersek boşluğa doğru kayabiliriz.
Bilinen nitelikleriyle Kemal Derviş'in bu göreve getirilmiş olması en azından
yeni yanlışların yapılmayacağını düşündürdüğü için bir güvence. Ancak Derviş'i zor sorunların beklediğini hiç unutmamak gerekiyor.
Derviş'i bekleyen sorunların başında medyanın adete taciz edici ilgisi geliyor. Derviş bu ilgi karşısında dayanamayıp medya ordusuyla her karşılaştığında bazı açıklamalar yapmaya başlarsa sonuçta işini zorlaştıracak manşetlerle karşılaşabilir.
İkinci zorluk, devlet deneyimi olan ekibin Derviş'e karşı göstereceği davranış biçiminden kaynaklanabilir. Zekeriya Temizel'in istifası bunun ilk belirtisi olabilir.
Üçüncü zorluk, ülkenin kritik durumunu gözardı ederek kendi siyasi nüfuzlarını sürdürmek isteyen politikacıların engellemelerinden kaynaklanabilir.
Dördüncü ve belki de en önemli zorluk ise, çıkış yolunun anahtarı olan dış itibarı kazanmak için yapılması gerekenleri Türkiye'ye kabul ettirmenin fevkalade zorlaşmış olmasından kaynaklanıyor.
Zorluklarla boğuşma deneyimi olan Derviş'in bu sorunları aşarak başarılı olmasını diliyoruz.

Krizler ükesi Türkiye'nin son krizinde televizyonlara büyük iş düştü. Bu arada pek çok kişiden görüş alındığı için zırvalayanlara da sıkça rastlandı ama özellikle NTV ve CNBC gibi kanallar iyi bir görev yaptılar. Bana göre krizin ekrandaki yıldızı ise CNN - Türk oldu. CNN'in yayınlarını izleyerek olup biteni anında takip etmek olanağını bulduk çoğu kez de. Enis Berberoğlu'nun Ankara'dan Erdal Sağlam'la yaptığı bağlantılar olayların perde arkasını anlamımızı ve bir sonraki adım konusunda fikir sahibi olmamızı kolaylaştırdı.