Sanayimizin ve özel sektörümüzün nasıl çalıştığını, hangi sorunlarla boğuştuğunu çok iyi bilen dostlarla sohbet ederken, son beş yılda 1 milyar doların hayli üzerinde yatırım gerçekleştirmiş olan bir büyük grubumuzun içinden gelen arkadaş ilginç bir itirafta bulundu, "Şimdi dönüp son yıllarda yaptığımız yatırımlara baktığımda, bu yatırım kararlarının hiç değilse yüzde 30'unun yanlış ya da eksik değerlendirmeler sonucunda alınmış olduğunu farkediyorum," dedi. İrili - ufaklı çok sayıda firmaya danışmanlık hizmeti vermiş olan diğer arkadaş lafı onun ağzından kaptı adeta ve yüzde 30 oranını çok iyimser bulduğunu söyledi. Ona göre Türk sanayiinde yatırımların belki de 60 - 70'i yanlış ya da eksik değerlerlendirmelere dayanılarak yapılıyordu.
Deneyimlerine ve görüşlerine itibar ettiğim bu arkadaşlara, yatırım kararlarındaki yanlış ya da eksik değerlendirmenin neden kaynaklandığını sordum. Üzerinde durdukları noktalar arasında öncelikle şunlar vardı:
Yatırım öncesi fizibilite etüdlerine gereken önemin verilmemesi.
Firma bünyesindeki ya da dışındaki uzman kişilerin görüşlerinin alınmaması.
Buna karşılık eş-dost tavsiyelerine fazla önem verilmesi.
Dünyada, ülkede ve pazarda yaşanan değişimin dikkate alınmaması.
Rakiplerin stratejilerinin yeterince dikkate alınmaması.
Firma stratejisinin net ve şeffaf biçimde belirlenmemiş olması.
Yatırım kararının firma içindeki belli kişilere özel yarar sağlaması.
Pekiyi nasıl olmuştu da firmalar bu tür yanlış ve eksik değerlendirmelerle yatırım yapma lüksüne sahip olmuştu yıllar yılı? Bunun cevabı basitti: Sınırlı rekabet ve yüksek enflasyon ortamında, "maliyet artı kâr eşittir fiyat" anlayışıyla çalışıp ürettiğini satabildikleri sürece, birikim yapıp bunu ince eleyip sık dokumadan yatırıma dönüştürme lüksü vardı firmaların. Bol keseden dağıtılan yatırım teşviklerinin sağladığı avantajlar da buna eklenince yatırımın cazibesi daha da artıyordu.
Hafta içinde Perakendeciler Derneği'nin düzenlediği toplantıya katılan arkadaşımız Meral Tamer, izlenimlerini aktarırken "Krizle birlikte Türkiye'deki şımarık tüketime de nokta konmuş oldu" diye yazmış. "Şımarık tüketim" dönemiyle birlikte, yukarıda anlatmaya çalıştığım koşullarda gerçekleşen "şımarık yatırım" dönemi de bitti herhalde. Artık üreticinin kendi maliyetine kârını ekleyip malını satabildiği günler geride kaldı, şimdi pazarda oluşan fiyatı veri alıp o koşullarda rekabet edebileceği maliyeti tutturması gerekiyor çoğu sanayicinin. Bu koşullarda çalışınca da bol keseden kâr edip bu kârı "şımarık yatırım"a dönüştürme olanağı kalmıyor.
"Kim ne derse desin, bu kriz adam edecek Türk sanayiini, Türk işadamını", diyor işin içindeki uzman arkadaşlar. Bu koşullarda kısa sürede yatırım patlaması beklemek zor ama bundan sonra yapılacak olan yatırımlar herhalde çok daha verimli olacak ve sürdürülebilir, sağlıklı büyümenin temelini oluşturacak.