Haberin Devamı

Günümüzde her yerde paralel arıyoruz, her yerde de paralel buluyoruz.
Kimisi günümüzü Nazi Almanya’sıyla kıyaslıyor.
Provokasyonlarla kutuplaştırma taktiklerinden, basın özgürlüğünün baltalanmasına, polis devletine dönüşmemizden, kuvvetler ayrılığının lağvedilmesine...
Kimisi günümüzü Stalin dönemiyle kıyaslıyor.
Mazlumun hakkını savunma iddiasıyla mağdur edebiyatı yapılmasından, Stalin’in pragmatik popülizmine, hapislerde çürütülen, ilaç bile çok görülen tutsak sayısının patlamasından, tek-tipleştirme hayallerine.
Kimisi günümüzün Çin’iyle paralellikler kuruyor.

Kıyaslamalar bitmez
Yeni internet yasalarıyla insanların bilgilerinin Büyük Birader tarafından denetlenip kilitlenmesinden tutun, Doğu despotizmine yakışır “demir devletçilik” sevdasına, kültür politikalarıyla tepeden ve merkezden kontrol edilen “sanat” olsun vahşi kapitalizmin getirdiği doğa katliamlarına.
Erdoğan-Putin benzetmeleri mi dersiniz, muhaberatlaştırılan MİT mi, Franco’nun kara polis ordusuna öykünmeler mi, Komşularla Sıfır Sorun başarımızla Kuzey Kore’nin komşularıyla muhabbetli konumuna yaklaşmamız mı... Kıyaslamalar bitmez.
Bu mukayeselerde doğruluk payı mevcut ama unutmayalım ki her benzetme bir genellemedir.
Bana göre günümüz Türkiye’si, tam bir plütokrasiye dönüşmüştür.
Yani zenginlerin hükmettiği bir yere. Her konuda küçük Amerika olduğumuz üzere burada da onlara daha yakınız.
Ama tabii, Ortadoğu coğrafyasının tek-adam putperestliği ve bölge dinamiği göz önünde bulundurulunca bizim plütokrasimiz Amerika’dan farklı.

Hamdolsun ABD gibiyiz
Bizde de zenginler daha zengin, fakirler daha fakir. Orta sınıf ise gittikçe küçülüp makine gibi çalışıyor. Fikir üretmek, felsefe yapmak, Orta sınıflı Marx’ların işidir. Bizim plütokrasimizde, düşünmek tehlikeli olduğu için, bu insanlar ya susuyor /susturuluyor ya da kaçış planı yapıyor. Yani bizden çok Chomsky çıkmaz. TÜBİTAK’ın nasıl kuklalaştırıldığı ortada. Bir de tabii, darbe anayasamız olsun, hukuk sistemimizin çöküşü olsun, bütün kontrol mekanizmalarımız ve güvencelerimiz tek tek ezildiği için, bizdeki plütokrasi, cowboy çağında. Hamdolsun, Amerika gibiyiz, ama 300 yıl öncesindeki “Gangs of New York” Amerika’sının Nixon dönemi karışımında.

Siyasetçi değil insanım
Kısa günün karı zihniyetiyle satışa çıkarılan hayatlarımız, bizim plütokrasimizi bir distopiye dönüştürüyor.

- Göllerimiz kuruyor, nehirlerimiz boğuluyor, ormanlar büyük bir hızla getto-kentlere yer açmak için tıraşlanıyor, nükleerle bağımsız olacağız derken daha bağımlı ve tehlikeli oluyoruz. Para para para- yarını düşünmeden, yangından mal kaçırır gibi.

- Figürler bu hafta açıklandı. İşsizlik yüzde 10’a dayanmış. Her beş gençten biri işsiz demek. Mükemmel bir üç çocuk vizyonu. Zengin olmanın teknikleri ise; mevcut iktidara sırtını daya, cep doldur, sus. “Yes sir.” Kalabalık, sokaklarda birbirini kırsın, ne ala. Ötekiler azalmış olur. Olan fakire fukaraya olur. Onlar da kimin umurunda.

- MİT’e gelince, en çok orada Amerikanlaşıyoruz. Mahkeme kararına bile gerek kalmadan bizi dinleyecek, izleyecek bir panoptikon sistemi kurmak istiyorlar, farkında mısınız? Gözü üstümüzde olmasa bile gözünü üstümüzde hissettiğimiz, korkunun hüküm sürdüğü bir yer. Başbakan’dan başka kimseye cevap vermeyecek Hoover’lı FBI’ın olsa olsa Suriye versiyonu.
Milliyet’teki ilk makalem “Korku” üzerineydi. Çünkü korku büyük bir güçtür, silahtır. Ama bende ters tepiyor. Korkmuyorum. Korkacak bir şeyim yok çünkü.
Ağaçları çok seviyorum. Gölleri çok seviyorum. Bu ülkenin insanını, meyvesini, sularını çok seviyorum. Tohumdan, toprağa, tarihten, haysiyete, her şeyin bir avuç plütokrat tarafından satılmasını kınıyorum. Siyasetçi değil, insanım, üzülüyorum.
Bırakın, nefes alalım. Nefessiz yerlerde, şehitler ve canavarlar çıkar. Savaşlar ve afetler çıkar. Ben burasını yakmayacak kadar çok seviyorum. Siz niye yakıyorsunuz?