“Foreign Affairs” dergisinin kasım/aralık sayısında, “Türkiye’nin Dönüşümcüleri” başlıklı, Türk dış politikasındaki gelişmeleri inceleyen bir yazı yayımlandı. Yazarların Morton Abromovitz ve Henri Barkey gibi Türkiye’yi tanıyan iki dış politika uzmanı olması, yazıyı üzerinde durulmaya değer kılıyor.
Yazı, Türk dış politikasını tarafsız bir gözle inceliyor. Bazı yönlerini övüyor, bazı yönlerini eleştiriyor. Bir dış politika popülizmi içine girdiğimiz bu günlerde, yazı, dış politikanın dışarıdan nasıl göründüğünü göstermesi bakımından yararlı bir görev görüyor. Yazıda şu soru soruluyor: “Türkiye’yi yönetenler küresel siyasette reel politik uygulayıcıları olarak mı, yoksa İslam kültürünün temsilcileri olarak mı rol oynamak istiyorlar?”
Kanımca bu soru Türk dış siyasetine ilişkin değerlendirmelerin temel ekseni. Türk dış siyasetinde büyük bir hareketlilik var. Ancak biraz dikkatli bakılınca bu hareketliliğin motorunun ideolojik nedenler olduğu görülüyor. İnançlar, ne olursa olsun, her zaman bir enerji yaratır. Türk dış politikasında da yeni bir enerji var. Ancak bu enerjinin kaynağı dinsel inançlar olunca doğurduğu sonuçların ne denli dengeli olduğu sorusu ortaya cıkıyor. Oysa dış politikada denge unsuru başarının ölçüsü.
Dış politikadaki dengesizlikler
Bugün Türk dış politikasına baktığımızda birkaç türlü dengesizlik görüyoruz.
1- Moral dengesizlikler: Türkiye, İsrail’i Gazze’deki uygulamaları nedeniyle, moral bir platformda eleştiriyor. Bu eleştirilerinde haklı. Ama aynı moral zemini Sudan’ın Darfur’da işlediği insanlığa karşı suçlar için göremiyorsunuz. Hükümet, Sudan’ı eleştirmek bir yana, en ileri destekçilerinden. Hamas’ın işlediği insanlığa karşı suçlar konusunda ise hükümet sessiz.
2- Hukuksal dengesizlikler: Çin’de Uygurların öldürülmesiyle ilgili olaylar hakkında “soykırım” sözcüğü kullanıldı. Oysa Türkiye, 1915 olaylarının neden hukuken soykırım olarak nitelendirilemeyeceğini dünyaya anlatmaya çalışıyor. O nedenle “soykırım” sözcüğünü kullanırken dikkatli olmak gerekir.
3- Siyasal dengesizlikler: Gürcistan savaşı sırasında, Turkiye Rusya ile Gürcistan arasında arabuluculuk yapmaya, ateşkes sağlamaya çalıştı. Ancak Sarkozy daha önce ateşkesi sağlamıştı. Türkiye, Batı ile eşgüdüm sağlamadan bu işe giristiği için girişim anlamsız kaldı. Türkiye’nin Kafkaslar’da Barış ve İşbirliği Paktı önerisi sonuç vermedi.
Ortadoğu’da Araplar arasındaki dengeyi de Türkiye’nin gözettiği söylenemez. Katar, Sudan gibi Batı karşıtı Arap devletleriyle yakIn ilişki kurarken, Mısır, Tunus gibi Batı yanlısı Arap devletleriyle mesafeli ilişkiler sürdürmekte.
Terörist yöntemleri kullanan Hamas’ı, Filistin halkının meşru temsilcisi olarak tanırken, pek çok devletin Filistin Devlet Başkanı olarak tanıdığı Mahmud Abbas’ı meşru olmayan bir hükümetin başkanı olarak görmesi de bir başka dengesizlik örneği.
Batı ittifakının dışında devlet
Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde görünürde bir değişiklik yok. Ancak sorun şurada: Türkiye Batı ittifakının bir üyesi gibi davranmıyor. ABD ile güvenlik konularındaki görüşmeler dışında Batılı devletlerle bir dış politika diyaloğu, onlarla dış politikada bir eşgüdüm sağlamak gibi bir düşüncesi yok. İslami duyarlılıklar, Batı demokrasilerinin değerlerinin önünde gidiyor. Bu, Türkiye’yi daha bağımsız yapmıyor. Sadece Batı ittifakının dışında bir devlet yapıyor.
Batı’nın Türkiye’ye karşı yaptığı yanlışlarla birleşince, bu durumun bir kısır döngü yaratarak Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini etkilemesi, karşılıklı çıkarlardan kaynaklanan bağlar dışında, Türkiye’nin değerler temelinde Batı’dan giderek uzaklaşması beklenmeli. Dış politikayı iç politikadan bağımsız düşünmek yanlış olur. Büyük bir çoğunluğunun Yahudi, Hıristiyan komşu istemediği bir toplumda, Türkiye’nin dış politikasının önceliklerinin İslam devletlerine kaymasına şaşırmamak gerekir. AKP hükümeti döneminde toplumun dönüşümüne paralel olarak dış politikada da dönüşüm yaşanıyor.
Nasıl bir Türkiye görmek istiyoruz? Batı ile bütünleşmiş laik, demokrat, modern, çağdaş bir Türkiye mi, yoksa toplumsal yaşamın dinsel kurallara göre düzenlendiği, otoriter, her şeyin liderin iki dudağı arasından çıkan bir söze bağlı olduğu Ortadoğu devleti bir Türkiye mi? Bir seçim yapmamız gerekiyor. Yoksa seçim yapıldı mı?