Serpil Yılmaz

Serpil Yılmaz

syilmaz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

TRABZON
Numan Kurtulmuş’un yaklaşık 3 ay önce kurulan Halkın Sesi Partisi’nin (HAS Parti) lideri olarak; Ankara’dan yola çıkıp, Bursa-İzmit, Adapazarı-Bolu-Düzce’den sonra Anadolu’yu gezme projesinin üçüncü ayağı olan Trabzon ve ilçelerinde gezerken, halkla ilk temaslarını izliyorum.
HAS Partililer, köy köy dolaşarak 1970’lerin “Karaoğlan” çıkışını yakalayan Ecevit’i, Kurtulmuş ile güncelleyebileceklerine inanmak istiyorlar.
Kurtulmuş, Araklı’da parti ilçe binasını açarken olaşan kalabalık içinde rastladığım her üç kişiden biri ya AK Partili, ya SP’li ya da CHP’liydi. Meydanların ısınmaya başlayacağının ilk sinyallerini alıyoruz. Kimse ötekinin mesajına karşı kayıtsız kalamıyor.
Hani, “HAS Parti’nin ilçe binası açılışını, AK Partililer yaptı” desem, çok da abartılı olmaz. Merak fazla...
Karadeniz’de yalnızca çayın, fındığın hesabı sorulmuyor; ihalelerin, kamu kaynakları ile zenginleşmenin, yoksulluğun, işsizliğin ve iş çevrelerine yönelik iktidar baskısının da faturası çıkarılıyor.
Kurtulmuş’un Trabzon’da partililerle yaptığı sabah kahvaltısında verdiği mesajlardan özet yapmak istiyorum:
Türkiye’ye Afrika uyarısı: Tunus’taki olaylar üniversite mezunu olmasına rağmen bir türlü iş bulamadığı için el arabasında meyve sebze satan öğrencinin elinden alınmasıyla başladı. Bir insanı yarım ekmeğe muhtaç etmek kadar büyük zulüm olamaz. Dünyanın bu ülkelerinde var olan manzaralar Türkiye’de de vardır. İş gününde geçiyor olmamıza rağmen, Karadeniz’in il ve ilçelerinde sokaklar genç işsizlerle doludur. Fındık gibi, çay gibi stratejik ürünlerimiz beş para etmez hale getirilmiş. Bunların sosyal olaylara neden olduğu unutulmasın.
İhtilalcilerle aynı yerde: Sayın Başbakan’ın niçin 12 Eylül yöneticilerini yargılamadığını, şimdi daha iyi anlıyoruz. Çünkü Türkiye’de iki partili siyasal rejimi yerleştirmek için ihtilal yapıldı. Öyle anlaşılıyor ki, bu iki partili siyasal sistemin oturtulması için vaktin tamamlandığını düşünüyor. Bunu yaparken de 12 Eylül ihtilalcileri ile aynı sözü söylüyor. ‘Yüzde 10 barajı kalkarsa istikrarsızlık olur’ diyor. Bırakın bunu Sayın Kenan Evren Marmaris’ten söylesin, bunu söylemek seçilmiş bir Başbakan’a yakışmaz.
Başkanlık sistemi krallık getirir: Kendine demokrat olmak demokrasiye yakışmaz. Türkiye, bugünkü antidemokratik yapısıyla, sözde demokrasiyle başkanlık sistemine geçemez. Bir tarafta bürokratik oligarşi, millete rağmen var olan egemen birtakım adacıklar; diğer tarafta 12 Eylül ürünü tamamıyla diktatörlük üzerine kurulmuş, halkı siyaset mekanizmalarının dışında bırakan bu yapı devam ettiği sürece, Türkiye’de kurulacak olan bir başkanlık sistemi demokrasi değil, tam tersine krallık getirir.
Barajlarla iktidar oldu:
Sayın Başbakan yüzde 10 barajının arkasına sığınarak iki kere iktidar olmuş. Yüzde 10’un arkasına sığınarak iktidara gelmiş partiler şimdi nerededir? Bu barajları yüzde 30’lara çıkarın da daha rahat edin. İl başkanı, İstanbul belediye başkan adayı olduğu zaman aynı şeyler, birileri tarafından söyleniyordu. Yüzde 10 barajı ile mücadele eden bir başbakanın bunları söylemesini, tarihi anlamda da anlayamıyorum.

Kamusal ahlak nostaljisi
Kurtulmuş’un çarşı-pazar turunu izlerken, HAS Parti yöneticilerinden Mehmet Bekaroğlu ile
sohbet ediyoruz. Bekaroğlu’na “Başörtülüler artık ciplerde geziyor” sözlerini hatırlatınca, siyasetin şifrelerini anlatıyor:
“Siyasetçi sokaktan üretir. O söz beynime kazınan bir resimdi. Bir gün sokakta iki çocuğu ile otobüsten inen kadının önünden hızla geçen cip, çamur sıçratmıştı. Cipi başörtülü bir kadın kullanıyordu. Başbakan ‘Allah kuruşu’ diyor, bu ifade yalnızca Kasımpaşa’da kullanılır.”
Kurtulmuş’un sokak hikâyeleri yok. Ya düşerse korkusuyla, bisiklete bindirilmeyen çocuklardan... Ancak Kurtulmuş da, “etik ” değerleri savunan bir bilim adamı olarak “kendi sokağından” etkileniyor.
Konuşmasında “Firavunlaşmayacağız, Karunlaşmayacağız” derken, bir memurdan örnek veriyor.
“Cebinde iki kalem taşırdı, biri devletin diğeri de kendi parasıyla aldığı... Özel işlerinde devletin kalemi ile yazmazdı.”
Benzer örneği Bekaroğlu da veriyor: “Öğrenciydik, devlet dairesinde çalışan bir ağabeyimiz vardı, çizimler yaparlardı; ‘Bu kâğıtları atmayan, arka yüzlerine ders notu alırız, bize verin’ dediğimizde, ‘O kâğıtları kaloriferi tutuşturmakta kullanıyoruz’ der, vermezdi... ”
Kamusal ahlakın artık “nerede o eski bayramlar” tadında bir nostalji olması ne kadar acı...