KÜRT açılımında hükümetin hataları yok mu? Elbette var. Mesela “Habur şovu”nu öngörüp vaktinde tedbir almalıydılar. “Açılım”ı da iyi anlatamıyorlar.
Siyasi nutuklarla, meydan mitingleriyle anlatabileceklerini sanıyorlar.
Milli Mücadele sırasında bugünkü gibi yaygın medya araçları yoktu. Mustafa Kemal toplumdaki “kanaat önderleri”yle görüşerek, yazışarak iletişim kurdu, onları Milli Mücadele’ye kazandı...
Falih Rıfkı ve Şevket Süreyya gibi tanıkların belirttiği üzere, Atatürk’ün 1920’lerin sonlarından itibaren, sadece CHP örgütünden ibaret bir “iletişim” ağı içinde kalması halkla temasını azalttı; devrimlerin anlatılması resmi propagandaya kaldı.
Bugün hükümet keşke hem Milli Mücadele örneğini, hem modern iletişim metotlarını inceleyip profesyonel uzmanlarla bir iletişim stratejisi hazırlayarak yola çıksaydı.
Perspektif daha iyi görülürdü...
Atatürk, İnönü, Karabekir
Kürt meselesinin ileride çok sarsıcı bir şekilde patlak vereceğini Atatürk, İnönü ve Karabekir görüyorlardı. Kasım 1926’da Atatürk Irak’ın İngiliz Komiseri Dobbs’a, milliyetçiliğin Kürtlerde “nesiller sonra” ortaya çıkacağını söylemişti...
İşte ortaya çıktı, çeyrek asırdır kan akıyor!
Basit bir terör sorunu değildir bu!
Özellikle CHP “10 Kasım’da bu konu görüşülmez” diyeceğine, Meclis kürsüsüne çıkıp Atatürk ve İnönü dönemlerindeki değişik politikaları anlatarak bir perspektif ortaya koysaydı Türkiye için daha yararlı olmaz mıydı?!
Atatürk Milli Mücadele’de Kürtlerin sadakatini ve aktif katılımını hangi ‘açılım’larla sağlamıştı?!
Sonra neden peş peşe isyanlar gelmişti? Çözüm için Karabekir’in “ıslahat layihaları”nda, İsmet Paşa’nın ve Celal Bayar’ın Kürt raporlarında neler yazıyordu?!
Hangi politikalar ne gibi sonuçlar vermişti?
Türkiye’nin bu en sıkıntılı sorunu için, geçen 80 yılın tecrübelerine bu şekilde bir laboratuvar gibi bakarak ve çağımızın verileriyle bütünleştirerek bir çözüm perspektifi ortaya koymak gerekmiyor mu?!
Halkı kazanmak
Bu veriler ve bu perspektif olmayınca geriye duygular ve duygu istismarı kalıyor!
En tehlikelisi de bu! Çünkü duygular karşıt olarak kabarıyor.
Ziya Gökalp’in “Kürt Aşiretleri” kitabını ve etnik kimlikler hakkında yazdıklarını okumadan... 1930’lardaki “Şark Raporları”nı incelemeden ‘milliyetçi’ ya da ‘ulusalcı’ hamaset yapmak “millet” ya da “ulus” yapılarını güçlendirmiyor; aksine, etnik kutuplaşmayı tahrik ediyor!
Dünyanın ve Türkiye’nin tecrübesi şunu göstermiştir ki, baskı ve yasakçılık yol açtığı tepkilerle etnik milliyetçiliği güçlendiriyor!
Celal Bayar bunu 1936 raporunda “aksülamel” (tepki) diye adlandırmıştı.
Uzun tecrübelerden sonra dünyada ve Özal’dan beri Türkiye’de yeni bir perspektif gelişiyor: Terörle en etkin silahlı mücadeleyi yaparken, etnik kimliğe sahip halkı sisteme kazanmak!
İsmet Paşa’nın 1935 raporundaki deyimle, “devlete yakın ve sıcak tutmak...”
Bunun da yolu, mutlaka üniter devlet çerçevesi içerisinde, kimliklere saygı ifadesi olarak demokrasiyi genişletmektir.
Bu açıdan, Turgut Özal’ın ve Erdal İnönü’nün “açılım” çabalarını ilkesel olarak destekledim. Bugün de AKP hükümetinin “açılım” çabasını ilkesel olarak destekliyorum. Pratikteki yanlışlar elbette eleştirilir, ama kim çıkıp da eski yasakçı şiddet politikalarına dönelim diyebilir?!