OSMANLI tarihinde özellikle 16. asırda yaşanan ayaklanma ve şiddetli bastırmaların sebebi, mezhep farkı mı idi?
İlk tesbit etmemiz gereken gerçek, göçebe veya yarı göçebe gelenekleri sürdüren Türkmen hayat tarzının merkezileşen Osmanlı siyasi sistemiyle uyuşmamasıydı. Nitekim sadece o devirde 'Kızılbaş' denilen 'heterodoks' Müslüman Türkmen boyları değil, Karamanlı ve Akkoyunlu gibi 'Sünni' Müslüman Türkmen boyları da yerleşik ve merkeziyetçi Osmanlı'yla sert çarpışmalara girmişlerdir.(1)
Türkmen, Yörük, Kızılbaş gibi adlarla anılan göçerler, 16. yüzyıl başlarında Anadolu nüfusunun yüzde 15'ini oluşturmaktadır. Göçer kökenli 'yaya' ve 'müsellem' askerleriyle bu oran yüzde 27 olmaktadır. Askeri disiplin altında bulunan 'yaya' ve 'müsellem'ler konumuzun dışındadır. Yine de 15'lik bir 'göçer' nüfus, sosyal düzen bakımından önemlidir, üstelik nüfusları kentlilerden daha fazla artmaktadır.(2)
Göçerlere fetihlerle toprak açmak da artık zorlaşmıştır.
Üstelik, F. Braudel'in belirttiği gibi, 16. asırda sadece Osmanlı'da değil bütün Akdeniz havzasında nüfus patlaması ve ona bağlı olarak Avrupa'da da sosyal ve dini sorunlarda patlamalar yaşanmaktadır.(3)
Bu ağır sosyal bunalım döneminde, en çok da "kenar"daki göçerlerin, çorak Anadolu topraklarındaki köylülerin, işsiz güçsüz bekar delikanlıların (levent) zarar görüp tepki göstermesi tabiidir.
Bu belalı dönemde özellikle de bozkır İç Anadolu'da Osmanlı köylüsü toprağını bırakıp (çift bozan ve leventlik) ayaklanmakta, eşkiyalık yapmakta, işsiz medrese talebeleri (suhteler) soyguncu çeteler oluşturmakta, hele de göçerler sık sık isyan etmekte, tam bir sosyal kargaşa yaşanmaktadır.
İşte böyle bir ortamda, kurulu düzenin "kenarın"da kalıp mağdur olan göçer ve köylü kitlelere Safevi propagandası yöneldi ve etkili de oldu. Prof. Ocak'ın belirttiği gibi, devlet eliyle yerleşik hayata geçmeye zorlanan yarı göçebe Türkmenler, "kendilerini Osmanlı yönetiminin zulmünden kurtaracak bir 'mehdi' bekliyorlardı. Bu Mehdi, Şah İsmail şeklinde zuhur etti."(4)
Üstelik, "hemen hiçbir kıymet verilmeyen" bu Türkmen oymak ve beylerine, Türkmen geleneğine dayanan Şah İsmail mevkiler, makamlar veriyordu!(5)
Ayaklanmalar sadece göçer Türkmenler değil, köylüler tarafından da yapılmıştır.
Konunun ekonomik, sosyal ve sosyolojik yönlerini görmeyip meseleyi mezhep kavgası veya "Osmanlı'nın Türkleri ezmesi" diye basite indirgemek son derece yanlıştır.
Tarihçi merhum Mustafa Akdağ'a göre, köylü - Türkmen ayaklanmalarını ilk başlatanların genelde Kızılbaş eğilimli oldukları doğrudur. Fakat ayaklanmalar mezhep ve tarikat gayretiyle olmamıştır.
"Malları yağma ve kendileri bir hınçla parçalananlar hep hükümet mensubu kimselerdi. Eğer Sünniliğe karşı bir Şiilik - Kızılbaşlık ayaklanması olsa idi, çoğunlukta oldukları kesinlikle bilinen Sünni halk da karşı koymaya kalkar, iki hasım mezhep arasında kanlı çatışmalar çıkardı. Böyle bir şey olduğunu gösteren hiçbir belge yoktur... İsyancılar Alevi - Kızılbaş Türkmenler olsa bile, çıkardıkları isyan bir mezhep ayrılığı iddiası değildir."
Osmanlı kayıtlarında da halkın ağır vergilerden, devşirme - kapıkulu vali ve sipahilerin baskılarından büyük öfke duyduğu bilinmektedir. İsyanlara Sünniler de katılmıştır.
"Harekete yer yer timarlı sipahilerin katıldığı da az görülmediğine göre, Alevi olmadıkları bilinen bu resmi görevlilerin isyancılara katılmaları ya da onları korumaları da gene olayın Alevi bağnazlığı olmadığına başka bir delildir."(6)
Mesela Maraş'ta ayaklanan Kalender Baba'ya 20 bin kişi katılmış, devletin gönderdiği ordular yenik düşmüştür. Kanuni'nin Sadrazamı İbrahim Paşa, ellerinden timar toprakları alınanların da isyana katıldığını farketmiş ve toprakların iade edileceğini açıklayınca, isyancıların sayısı 20 binden 3 - 4 bine düşmüştür.(7)
İsyanların özellikle Orta Anadolu'da meydana gelmesine dikkat çeken Prof. Ocak diyor ki:
"Çiftçilikle uğraşan reayanın (köylü), özelllikle Orta Anadolu gibi, yılda bir defadan fazla ürün almaya müsait bulunmayan bir bölgede geçimini zar zor sürdürebilmesinin de önemli bir payı olduğunu hesaba katmamız gerekiyor. Üstelik giderek artan nüfus karşısında zaten yetersiz olan ekilebilir arazinin daha da yetersiz hale geldiği görülmelidir... Bu ise, reayanın kendisinden istenen vergiyi her zaman düzenli bir biçimde ödemesini zorlaştırıyordu... Orta Anadolu'da özellikle mehdici hareketlerin en fazla vuku bulduğu Bozok sancağındaki timarlar (topraklar), diğer sancaklara kıyasla daha küçük çaplı arazilerden oluşuyordu..."(8)
Meseleyi sosyal, ekonomik ve siyasi faktörlerden soyutlayarak mezhep sorununa indirgemek kesinlikle yanlıştır.
İsyanlar salt Alevi isyanları olmadığı gibi, genel olarak 'heterodoks' denilen bütün tarikat ve gruplara "Alevi" demek de mümkün değildir. İsyancı veya isyan etmese de anti - sosyal çeşitli grup ve tarikatlar vardır ki, bunlar tamamıyla 'ibaha' (her şeyi mübah sayma) yolunu tutarak toplum ve din kurallarına aldırış etmeyen, hatta onları alaya alan ve Fuat Köprülü'nün deyişiyle "yüksek felsefi mülahazalara ve tecrübelere kabiliyeti olmayan cahil ve korkunç bir nihilizme ve immoralizme kapılmış", genellikle aşağı tabakalardan oluşan anti - sosyal ve anarşik tarikatlardı.(9)
İnsanları diri diri yakan, kadın ve çocukları kılıçtan geçiren zümreler de görülmüştür. Osmanlı kaynakları bile bu vahşetleri anlatırken, "asıl Kızılbaş kendü gelse bu kadar afet olmazdı" diye yazmıştır.(10)
Devletin isyanları bastırmada ölçüyü kaçırıp zalimce davranmasında bu olayların da rolü olmuştur.
Bunları "Alevi" ve "Kızılbaş" saymak mümkün değildir.
Bunlar Anadolu kültürünün ulaştığı felsefi ve medeni düzeyin çok gerisinde, ilkel, 'underclass' ve Prof. A.Yaşar Ocak'ın isabetli deyimiyle "ne Sünni, ne Alevi, marjinal" gezgin mistik gruplardır.
Fuat Köprülü'nün Ahmet Yesevi ile Yunus Emre'yi mukayese eden sözleri, Alevi olsun, Sünni olsun, Türklüğün Orta Asya'dan Anadolu'ya medeni inkişafını yansıtır:
"Yunus'un ve Anadolu'da yetişen seleflerinin, Ahmet Yesevi ve takipçilerinin tesirinde oldukları muhakkaktır. Hoca Ahmet Yesevi ile Yunus'un sanat unsurları bile birbirinin hemen aynıdır; yalnız, Yunus'ta felsefi unsur daha geniş ve daha yüksek bir mahiyet almıştır..."(11)
Anadolu'daki bu yüksek tasavvufi kültürün Sünnilikteki tezahürü Mevlevi, Alevilikteki tezahürü Bektaşi tarikatlarıdır. İkisi de kentli ve 'merkez'dedirler.
"Osmanlı, (Alevi tarikatı olan) Bektaşilikle başlangıçtan beri (1826'da Yeniçeriliğin ilgası olayına kadar) barışık olmuş, bu tarikatı koruyup kollamıştır... Bektaşilik de asla bir muhalefet ve başkaldırı ideolojisi olmamış, sürekli Osmanlı merkezi yönetiminin yanında yer alıp onun sağladığı imkanlardan Mevlevilikle atbaşı yararlanmıştır."(12)
Değerli tarihçi Cemal Kafadar'ın yeni yayınlanan fevkalade önemli eserinde belirttiği gibi, Osmanlı, göçer Türkmenleri "uç"larda (serhadlerde) gaza'ya sevkederek akıncılar ve gaziler olarak baba ve dervişlerin, şeyhlerin dinamizminden yararlanmış, onlara destek vermiştir. Ama merkezileşme ve kurumlaşma süreci ve 'nizami ordu' ihtiyacı geliştikçe bu bağımsız ve gezgin gruplarla ihtilaflar çıkmış ve 'nizami ordu' onların yerine geçirilmiştir. Gördüğümüz sosyo - ekonomik şartlar da Osmanlı ile Anadolu'daki göçer Türkmenleri ve yoksul köylüleri karşı karşıya getirmiştir.
Halbuki bunlar Osmanlı'nın müttefikleriydi!
"Neticeten, bu eski müttefiklerinin bir kısmı Osmanlı'ya muhalif hale gelirken, daha yerleşik ve kentli nitelikteki sufi tarikatlar Osmanlı tarafından tercih edilmiştir."(13)
Görülüyor ki, merkez - kenar çatışmasında, o pek vahim kanlı olaylarda, mezhep (Sünni - Alevi) farkından ziyade, asıl, zamanın sosyolojik, ekonomik ve kurumsal süreçleri etken olmuştur.
Nitekim "Şah"ın ülkesinde de paralel süreçler yaşanmıştır.
Haftaya: İran'da Türkmenliğin ve Aleviliğin ezilmesi...
1) H. İnalcık, The Ottoman Empire, London 1973, sf. 195.
2) H. İnalcık, An Economic and Social History of The Ottoman Empire, Cambridge, 1992, sf. 34.
3) F. Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, cilt I, Eren yay. 1982, sf. 265.
4) A.Y. Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, sf. 208.
5) Mustafa Cezar, Osmanlı Tarihinde Leventler, İstanbul 1965, sf.96 - 97.
6) M. Akdağ, Celali İsyanları, Cem yay. 1993, sf. 116 - 122.
7) M. Cezar, age, sf. 93.
8) A.Y. Ocak, "XVI. Yüzyıl Osmanlı Anadolusu...", Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi, TTK yay. 1990, sf. 820.
9) A.Y. Ocak, Kalenderiler, TTK yay. 1992, sf. 62.
10) Bkz. M. Cezzar, age, sf. 88 - 89.
11) F. Köprülü, İlk Mutasavvıflar, sf. 336.
12) Ocak, Türk Sufiliği, sf. 20, 216.
13) C. Kafadar, Between Two Worlds, University of California Press, 1995, passim ve sf. 147.
(Not: Bu yazı, Milliyet'in 'Gazete Pazar' ekinde yayınlanmıştır)
Yazara E-Posta: T.Akyol@milliyet.com.tr
Özay Şendir
Netanyahu için sonun başlangıcı…
18 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Eğitim vezir de eder rezil de!..
18 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Toparlanmanın devamı gelir mi?
18 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Hande Subaşı: Modellikten geliyorum, ama modayı hiç takip etmiyorum
18 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Yunanistan’ı anlamama sendromu
18 Mayıs 2025