31.10.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:
Talat Halman
Disraeli, 1965'te şöyle demiş: "Suikast, hiçbir vakit tarihin seyrini değiştirmemiştir."
Elli yıl sonra, Gavrilo Princip, Avusturya - Macaristan Arşidükü Ferdinand'ı katledince Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Disraeli'nin düşüncesi iflas mı etti? Birçok tarihçiye göre, Dünya Savaşı Saraybosna'da patlayan o tabanca yüzünden başlamadı. O kadar güçlü sebepler ve tarihsel etkenler vardı ki nasıl olsa savaş patlak verecek, dünya sarsılacaktı.
Kırk yıl sonra, ABD Başkanı Eisenhower, şu uyarıda bulunuyordu: "Ülkemizde birisi sizden nefret ediyorsa ya da sizi itham ediyorsa, ortaya çıkarak yapmalıdır bunu. Gölgeler arkasına saklanarak canınıza ya da kişiliğinize kılamaz. Bunu yaparsa, vicdanı sarsılan vatandaşların vereceği cezaları çekmelidir."
Disraeli haklı elbette: Fikir mücadeleleri tarihinde, ekonomik ve siyasal güçler arasındaki çatışmalarda, suikast hiçbir dinamiği değiştirmiyor. Tarih, önüne geçilmez bir kudretle akmaya devam ediyor ya da seyirciler umursamıyor, bir süre umursasalar da unutup gidiyorlar.
Eisenhower da haklı: Demokratik bir toplumda düşünceler açıktan açığa tartışılmalı. Karanlık işler yapılırsa iyi insanların vicdanı harekete geçmelidir, geçecektir. Adalet, kötülüğün bedelini ödetir.
Devlet adamları, siyasetçiler, yargıçlar, savcılar, emniyet yetkilileri komutanlar öldürüldü Türkiyemizde... Fikir adamları, yazarlar, öğretim üyeleri kurban gitti.
Canilerin kimisi faşistti, kimisi komünist, kimisi köktendinci... Belki de ideoloji ya da inanç uğruna katil oldular. Ama bazıları herhalde kiralık katil. Karanlık eylemlerin arkasında bazen dış odaklar var, bazen iç kuvvetler... Çoğu zaman, kim niçin öldürdü bilmiyoruz. Belki yetkililer biliyor ama, açıklamıyor. "Derin devlet" diyenler var, suçluları koruyor... Kimi eylemlerin sırf kargaşa ve terör yaratmak amacıyla yapıldığını öne sürenler de var.
Kim, niçin, nasıl, nerden? Hunhar cinayetler olacak peşi peşine... Tarihin seyri değişmeyecek, bizler seyirci kalacağız. Kıyımlar, TV görünümleri olarak sürüp gidiyor. Cinayetten ve işlendiği yerden imgeler... demeçler... cenaze... tartışma ve lanetlemeler... oturumlar, anmalar, belgeler, belgeseller... Masum insanların canına okunurken tarih yine bildiğini okuyacak. Yazar mertçe yazacak, katil haince öldürecek.
Biz bir "ağıt toplumu"yuz. Birkaç gün ağlaşıp dövüneceğiz. Yavaş yavaş unutacağız verilen kurbanları.
Biz bir "tevekkül ümmeti"yiz. "Alınyazısı buymuş... Takdir - i ilahi... Ölenle ölünmez" gibilerden sözlerle teselli bulacağız.
Biz bir "bahane ve mazeret sistemi"yiz. "Amerika'da da birçok suikastın failleri ele geçirilemiyor," diye geçiştireceğiz.
Biz bir "ihmal toplumu"yuz. "Hükümetin ve devletin başında çetin ve adil işler var," diyerekten soruşturmalarla uğraşmayacağız.
Biz bir "riya kumkuması"yız. "Failler yakalanacaktır," deyip elimiz kolumuz bağlı oturacağız. "Kanı yerde kalmayacak," deyip sadece kanı yerden sileceğiz. "Caniler bulunup adalete teslim edilecektir," deyip aczimizi teslim edeceğiz. "Unutulmayacaksın," deyip çarçabuk unutacağız. "Fikirleri uğruna şehit oldu," deyip "Ama, o da daha iyi korunmalıydı... Hem de kutuya el sürmemeliydi," diye ona kabahat yükleyeceğiz.
Biz bir "sabır milleti"yiz. Bundan sonra başka masum insanların canına kıyılmasını, cesur yazarların kurban edilmesini bekleyeceğiz.Biz bir "kader kalabalığı"yız. Boşu boşuna konuşmayalım: Ölen öldüğüyle kalacak.
Ama şehit düşen, olağanüstü değerli bir düşünürdü... Dört başı mamur bir aydındı, eşsiz bir vatandaş, mükemmel bir dünya vatandaşı... Vicdansızların hıyanetine kurban gitti.
Ahmet Taner Kışlalı insanlığa şan katan, güç kazandıran bir varlıktı.Son telefon konuşmamızda yeni doğan yavrusunu hastaneden eve getirdiğini söylerken sesi, mutlulukla şakıyordu. Caniler, Nilhan'ı babasız bıraktı, eşini Ahmet Taner'den mahrum etti, Türk milletinin iyi insanlarını öksüz bıraktı. Kahrolası tarih, seyrini sürdürüyor.