Dünyanın önemli derbileri arasında gösterilen Göztepe- Karşıyaka derbisi öncesi İzmirli futbolseverlerin kalpleri buruktu. Gönül isterdi ki, sadece İzmir’in değil, Türk futbolunun bu iki güzide takımı şampiyonluk yarışı için sahaya çıksınlar. Oysa Karşıyaka, az olan ligde kalma umudunu sürdürebilmek, Göztepe ise Play Off grubuna yaklaşabilmek için çıktılar sahaya.
Karşıyaka bu sezonki beşinci teknik direktörü ile maça çıktı. Yani takıma beşinci neşter. Takımda pek çok yeni yüz, yeni isim. Zaten Karşıyaka’da uyum sorunu vardı. Biz sorunun zamanla aşılmasını beklerken şimdi ortada yeni bir takım var. Fakat bu takım Yusuf Şimşek’in takımı kadar umut vermiyor. Bir kere mücadele yok, hırs yok. İkili mücadelelerin çoğunu kaybediyorlar. Göztepe karşısında izlediğim Karşıyaka’ya Karşıyaka demek için bin şahit ister.
Göztepe ise sahaya üçüncü teknik direktörü ile çıktı. Fakat Mehmet Aurelio’nun takıma dokunuşları doğru ve yerinde olmuştu. Serkan Kurtuluş’un yokluğunda Emre Aygün’ün sağ bek oynaması doğaldı. Mehmet Erdem Uğurlu da zaten sol beke alıştı. Öte yandan maçı kazanma isteği Karşıyaka’ya göre çok daha fazla olan Göztepe’nin böyle hücumcu bir kadroyla sahaya çıkması da gayet
Beşiktaş’ın geçen haftaki Kasımpaşa mağlubiyeti sonrasında bir avantaj yakalayan Fenerbahçe, oyun sistemi kendisine çok benzeyen Torku Konyaspor ile deplasmanda karşılaştı. Esasen dediğim gibi iki takımın oyun sistemlerinin birbirlerine çok benzemesi ve Torku Konyaspor’un gözle görülen çıkışı maçın sonucu hakkında tahmin yapmayı zorlaştırıyordu. Ancak, Fenerbahçe adına alıştığımız bir olay yine gerçekleşti ve Pereira’nın hatalı müdahaleleri Fenerbahçe’ye yine üç puana mal oldu.
Fenerbahçe beklerinin her fırsatta ileri çıktıklarını iyi bilen Aykut Kocaman, oyun planını beklerin arkasına atılacak toplarla gol bulmak üzerine kurmuştu. Nitekim daha maçın başında bu planı tuttu ve ofsayt kokan bir golle de olsa 1-0 öne geçmeyi başardı.
Bundan sonra orta alanda kalabalık durup Fenerbahçe’ye oynayacak alan bırakmayan yeşil- beyazlılar, taktiksel bir şekilde sert oynayarak sarı- lacivertli futbolcuları yıldırmaya çalıştılar. Cüneyt Çakır, yine maçı yönetmek yerine idare etmeye çalıştığı için bu sertliklere göz yumdu ve işler Konyaspor’un istediği gibi gitti. Esasen henüz 18.dakikada Konyasporlu Ömer Ali Şahiner ile atışan ve rakip oyuncuya topla fiziki temasta da bulunan
Barcelona, hafta sonu özellikle ikinci yarısında kötü oynayıp kaybettiği El Clasico’nun ardından Şampiyonlar Ligi’nde bir diğer Madrid temsilcisi Atletico Madrid ile karşılaştı. İşin gerçeği Katalan ekibi, Atletico Madrid karşısında da ilk yarıda tutuk bir görüntü sergiledi.
Barcelona’nın alışıldık bir oyun sistemi var. Kimi zaman az çok değişiklikler yapsalar da genelde ana plana sadık kalıyorlar. Diego Simeone, El Clasico’yu iyi analiz etmiş ve buna göre önlemlerini almıştı. Barcelona, alıştığımız şekilde oyunu karşı sahaya yıktı ve sürekli pas yaparak rakip ceza sahasına yapacağı öldürücü paslarla gol aramaya başladı. Fakat derslerini iyi çalışan Atletico Madridli futbolcular takım halinde kendi ceza sahalarının önünü kapatınca Barcelona aradığı boşlukları bulamadı. Oyunu çizgiye kadar taşıyıp rakibi açma alışkanlığı da pek olmayan Katalanlar, Jordi Alba ve Daniel Alves ile Atletico Madrid ceza sahasına yakın bölgelerden yaptıkları ortalarla tehlike yaratmayı düşünseler de ilk yarıyı tek net pozisyonla tamamlayabildiler.
Barcelona’nın açık bir şekilde görülen en büyük kusuru temposuz futboluydu. Rakip yarı sahada güzel paslaşmalar yapsalar da oldukça ağır ve yavaştılar.
Fenerbahçe’nin Osmanlıspor ile berabere kalarak puan kaybetmesi, Beşiktaş’a Kasımpaşa’yı yenmesi halinde bir maç fazlasıyla puan farkını altıya çıkartıp Fenerbahçe üzerinde psikolojik bir baskı kurma şansı vermişti. Fakat Beşiktaş, hem eksik futbolcuları, hem sahadaki bazı futbolcuların etkisizlikleri, hem de teknik direktörü Şenol Güneş’in hataları sonucunda bu şansı elinin tersiyle itti.
Şenol Güneş, Necip’in stoperdeki performansını Alexis’den daha iyi bulmuş olmalı ki, Kasımpaşa karşısında da Alexis’i kulübede oturtup Necip’i stoperde oynattı. Fakat bence bu yanlış bir tercihti. Çünkü Kasımpaşa’nın Adem Büyük ve Scarione gibi hızlı futbolculara sahip olduğunu düşünmeliydi. Bunlara bir de Del Valle eklenince Beşiktaş orta sahası ve defansı çok büyük sıkıntılar yaşadı. Beşiktaş defansının ağırlığını çok iyi kullanan ev sahibi takım bu üç oyuncuyla sürekli Beşiktaş kalesini rahatsız etti. Özellikle sağ kanatta Beck, Del Valle karşısında çok zor durumlara düştü. Nitekim maça iyi başlayamamasına rağmen Sosa’nın güzel bilek hareketiyle 1-0 öne geçmeyi başaran siyah- beyazlılar, bu golün santrasında yine hızlı gelişen atakta Beck’in Del Valle karşısında etkisiz kalması ve
Türk futbolunda her ne kadar Cumartesi akşamının gündemini Galatasaray' ın Eskişehirspor mağlubiyeti oluştursa da, dünya gözlerini El Clasico'ya çevirmişti.
Bence maça Barcelona iyi başladı ve özellikle ilk yarıda bu iyi futbolunu sürdürdü. Fakat sahada çok kötü bir hakem vardı. Hakem Hernandez’in 25. dakikada Ramos'un ceza sahası içerisinde Messi'yi düşürmesine penaltı çalıp, Ramos'u da kırmızı kartla oyundan atması gerekirdi. Ayrıca Ramos'un zaten sarı kartı vardı. Fakat hakem bu net penaltı ve kırmızı kartı vermedi. Böylece de maçın kaderiyle oynamış oldu ve skora doğrudan etki etti.
Hakem Hernandez’in vukuatları bununla da bitmedi. Sarı kartına rağmen sürekli rakiplerine sert giren Ramos’a ikinci sarıyı maçın son bölümüne kadar çıkartmadı. Aynı şekilde Pepe'yi de oyundan atamadı. Barcelona açısından ise Luiz Suarez’in oyunu tamamlayabilmesi bir şanstı.
Barcelona, 56.dakikada 1-0 öne geçse de golden sonra oyunun hakimiyeti Real Madrid' e geçti. Real Madrid, Barcelona'ya oynayacak alan bırakmadı. Madrid ekibi, Katalanların ceza sahası içerisine yapacakları öldürücü pasları engelledi. Messi etkisiz hale getirildi. Oyun geniş bir alana yayıldı ve Barcelona’nın en büyük
Ligimizin iki kaliteli kadrosuna sahip Fenerbahçe ile Osmanlıspor’un karşılaşmasının pozisyon açısından çok zengin geçeceğini düşünüyordum. İşin gerçeği kendimi zevkli ve gollü bir karşılaşmaya hazırlamıştım. Fakat kadrolar açıklandıktan sonra bütün hayallerim suya düştü.
İki takım teknik direktörü de savunma ağırlıklı on birlerle sahaya çıkmaya karar vermişlerdi. Pereira, topla hızlı çıkıp gol bulan Osmanlıspor’dan o kadar çekinmişti ki, savunma güvenliğini ön planda tutan bir kadro sahaya sürmüştü. İşin gerçeği bu benim açımdan pek sürpriz olmadı. Çünkü bol gollü maçı hayal ederken içimde Pereira ile ilgili hep bir şüphe vardı.
Fakat, futbolun filozofu olarak adlandırılan Mustafa Reşit Akçay da, rakibinden çekinmiş ve geçen hafta Ankara derbisini kazanan kadrodan üç önemli ismi kulübeye çekmişti. Özellikle Rusescu yerine Webo ile oyuna başlaması kanımca çok yanlıştı. Webo maç boyunca çok çalıştı ama Osmanlıspor’un o alıştığımız üretken futboluna hiçbir katkı sağlayamadı.
İki teknik direktörün tercihlerinden dolayı pozisyon zenginliği içerisinde geçeceğini düşündüğüm maç kısır bir havada oynanmaya başladı. Fenerbahçeli futbolcular rakip yarı sahaya geçtiklerinde hemen
Galatasaray açısından artık sözün bittiği yerdeyiz. Mücadele yok, hırs yok, sanırsın ki sezonun son maçında uzatma dakikaları oynanıyor. Öyle ki, futbolcular daha maça çıkarlarken umutsuzluk yüzlerinden okunuyordu. 90 dakika boyunca oynadıkları futbolun ise tek bir karşılığı vardı: ‘’ Rezalet. ‘’
Yenilgiyi bazı nedenlere bağlayanlar çıkabilir. Evet, takım büyük oranda eksikti. Birkaç isim dışında sanki B takım sahadaydı. Öte yandan rakip, düşme korkusundan dolayı maçı daha çok istedi. Vs., vs., vs.,…
Bunların hiçbiri sarı- kırmızılıların sahadaki rezalet futbollarının nedeni olamaz. Sahada A takımın yıldızları diyebileceğimiz isimler bile Es Es karşısında hiçbir varlık gösteremediler. Gerçek olan şu ki, Eskişehirspor karşısında hiçbir şey oynamayan Galatasaray, sadece formasının ağırlığıyla üç gol buldu.
Takımda bütün ipler artık tamamen Sneijder’in elinde. Onun isteğiyle altyapının başına getirilen Jan Olde Riekerink, artık A takımın teknik direktörü. Esasen Riekerink, daha maça başlamadan intihar mekanizmasının fitilini ateşlemişti. Donk ve Semih’ten stoper oluşturmak nasıl bir tercihtir? Şu anda Semih’ten daha formda olduğunu bizzat izleyerek gördüğüm Koray Günter, ama
Hazırlık maçlarının pek önemsenmediği ülkemizde Antalya’daki tribünlerin tamamının dolu olması ve maç boyunca süren coşkunun sevindirici olduğunu vurgulayarak başlamak istiyorum yazıma.
Türk Milli Takımı maça 4-3-3 şeklinde başladı ve böyle oynadığı süre zarfında da çok etkili oldu. Gerçekten de millilerimiz maçın başlamasıyla birlikte rakip kaleyi adeta ablukaya aldılar. Fakat Türk Milli Takımı’nda dikkat çeken nokta, son ve bitirici paslardaki hatalardı. Üçüncü bölgeye kadar etkili gelen futbolcularımız, bu bölgede yaptıkları yanlış tercihler ya da zamanlama hataları yüzünden başarılı oyunlarına rağmen gol bulamadılar.
Cenk Tosun ile gelen gol Türkiye’ye hak ettiği skor üstünlüğünü getirdi. Türk Milli Takımı’nın oyun üstünlüğü yaklaşık olarak 65.dakikaya kadar devam etti. Oğuzhan ile Volkan Şen’in yerlerini Alper Potuk ve Kerim Frei’ya bırakmalarından sonra Türk Milli Takımı 4-2-3-1’e döndü ve aynı zamanda da gözle görülür bir düşüş yaşandı. Artık millilerimiz ileri çıkmakta zorlanırlarken top daha çok Türk Milli Takımı yarı sahasında oynanmaya başladı. Nitekim konuk İsveç Milli Takımı 74.dakikada duran top sonucu gelen bir yan topta beraberliği yakaladı.
Aslında bu