Bolu’daki 4.8 büyüklüğündeki deprem İstanbul’u da panikletti. Hemen herkes bildik “Bu deprem İstanbul’un korkulu rüyası fayı tetikler mi?” sorusuna odaklandı. AFAD’ın, “Bu büyüklükteki depremlerin İstanbul’un güneyinde Marmara Denizi’nin içinden geçen fayları tetiklemesi söz konusu değildir” ya da bazı bilim insanlarınca “İstanbul ile hiç alakası olmayan bir deprem” gibisinden açıklamalarla yine anlık rahatlama havasına geçildi. Tabii şimdilik, çünkü bu rahatlamanın kalıcılığı için olması gereken belli: Depremde yıkılmayan, göçmeyen binalar yapmak, riski azaltmak. Yani Japonya gibi deprem korkusunu hepten yenmenin yolu bina yapımında 2018 ve 2019’daki son yönetmeliklerde öngörülenleri harfiyen uygulamak. Yapmayanı sorgulamak, varsa da yönetmeliklerde eksiklikler onları da gidermek. Malum, Kahramanmaraş merkezli depremlerde eskisi-yenisi ne varsa binlerce bina yıkıldı. Hatta deprem yönetmeliğine uygun yapıldı diye insanlara pazarlanan yüksek katlı
İstanbul’da korkulan o büyük depremin olacağı artık tarihsel ve bilimsel bir gerçeklik. Zamanlaması ve büyüklüğüne yönelik öngörüler ve senaryolar da malum. Zaman daraldı, çok az kaldı diyen de var, tarihsel periyodun artık dolduğunu, her an deprem olabileceğini söyleyen de... Aynı ikircikli durum olası depremin büyüklüğüne dönük öngörüler için de geçerli. Özellikle de İstanbul’un belalısı Kuzey Anadolu Fayı kuzey kolunun tek seferde ya da parçalı kırılmasıyla bağlantılı olarak 7.2 ile 7.6 arasında farklı büyüklük olasılıkları söz konusu. Bilimsel bakış daha çok da tek seferde kırılma ve 7.6’lık bir büyüklük olmak üzerine. Ancak tarihsel gerçekliğe bakıldığında ise arka arkaya İstanbul’u vuran büyük depremler de var maalesef. Tıpkı Kahramanmaraş merkezli depremlerde olduğu gibi. Evet, 9 saat arayla meydana gelen Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremler farklı faylarda gerçekleşme anlamında da sıra dışı bir durum,
Deprem kendini unutturmuyor...Kahramanmaraş merkezli depremlerin vurduğu illerimizi yeniden ayağa kaldırmaya dönük hummalı çalışmalar sürerken, yurt genelinde bağımsız sarsıntılar da meydana geliyor. Fay hatlarındaki bu hareketlilik nedeniyle de “deprem korkusu” had safhada. Özellikle bilim insanlarının”korkulan büyük deprem için kum saati doluyor” uyarısı yaptığı İstanbul’da...Mesela geçen hafta içinde Marmara bölgesindeki Tekirdağ, Balıkesir,Bursa merkezli depremlerin ardından yine büyük tedirginlik yaşandı. Herkes oturduğu binanın sağlamlığı, ya da zeminini sorguluyor,buna bağlı olarak da bazı semtlerde konut fiyatları arttı,insanlar müstakil ev peşine düştü, İstanbul’u terkedenler bile oluyor.
Nasıl olmasınki? Korkulan o depreme dönük bir sürü senaryo var, bunların en iyimseri bile tüyler ürpertici..Göçecek yıkılacak binlerce binadan söz ediliyor. Malum İstanbul’da 1980 öncesi yapım 255 bin konut var.
1980 ile 2000 arasında 540 bin konut üretilmiş 2000 ila 2019 arasında yapılan ise 376 bin.Tabii
Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü’nün (MTA) yenilenmiş diri fay haritalarına göre, Türkiye’de 5.5 ve üzeri büyüklükte deprem üretebilecek 485 adet diri fay bulunuyor. Bu bağlamda da içinden, yakınından fay geçen iller, ilçeler risk durumu açısından tek tek belirlenip kategorize edilmiş durumda. Mesela, fay hattı üzerinde 45 il ve 110 ilçe bulunuyor. İkinci ve üçüncü derece risk kategorisinde de çok sayıda il, ilçe var. Yani ülkenin büyük bölümü deprem tehdidi altında. Merak eden, isteyende oturdukları bölgeden fay hattı geçip geçmediğini ya da risk durumunu sorgulayabiliyor. Bu anlamda merak edilen bir başka nokta da şu:
Tespit edilmemiş gömülü faylar da olabilir mi? Türkiye’nin bir yerinde duruyor, niteliği de aktif ama hiçbir şekilde keşfedilmemiş faylar yani. Malum, daha önceki fay haritalarında görülmeyen bazı yerlerde büyük deprem örnekleri yaşandı. Hatta bunlara “hayalet fay” benzetmeleri dahi yapıldı.
Ülkeyi yasa boğan depremlerin üzerinden bir ay geçti. Bölgede yoğun bir enkaz kaldırma faaliyeti var. Hafriyat kamyonlarının biri gidiyor, biri geliyor. Bir yandan da on binlerce insanımıza mezar olan binalarla ilgili sorumlulukları bulunan kişiler hakkında başlatılan soruşturmalar sürüyor. Yıkılan binaların statiğinde, mühendisliğinde bir problem var mı, kullanılan malzeme yönetmeliğe uygun mu, değil mi ya da o bina için kullanılması gereken malzeme mi diye... Yani öncelikle binayı hem yapan müteahhitler hem de o inşaatta varsa projeye bir aykırılık ya da yönetmeliklere uygun olmayan malzeme kullanımı onu tespit edip, müdahale etmekle yükümlü olan yapı denetim uzmanları mercek altında. Tabii denetlemeyeni denetlemeyenler de... Çünkü göçen, yassı kadayıf haline gelen binalar arasında eskilerin yanı sıra çok sayıda yeni yapılan bina da var. Hatta birkaç yıl önce yapılan, özellikle de depreme dayanıklı diye pazarlanan lüks konutlar, rezidanslar bile. Dolayısıyla, yapı denetim kuruluşlarının, yüklendikleri projelerde kontrol sorumluluğunu
Kahramanmaraş merkezli depremlerdeki yıkımlarla ortaya çıkan enkazın 200 milyon tona ulaşacağı tahmin ediliyor. Bunların sadece dörtte biri yani 50 milyon ton 2. dünya savaşından sonra bütün Avrupa’da ortaya çıkmıştı, kaldırılması da yıllarca sürmüştü. Bu da yaşadığımız deprem felaketinin ne kadar büyük bir afet olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla o enkazları kaldırma işi hiç de kolay değil. Hem zaman açısından hem de ayrıştırılmasının kritikliği anlamında. Çünkü ekonomi için önemli olan demir kısmı ayrılacak beton kısmı parçalanarak “agrega”ya (beton ve yol yapımında kullanılan kum ve çakıl veya kırmataş) dönüştürülecek. Yani hammadde olarak yeniden alt-üst yapı inşaatlarında kullanılacak. Bunu çok daha hızlı gerçekleştirmek amacıyla özel sektör de devrede… Böyle bakıldığında da hafriyat, konusu bazıları için kazançlı bir iş aynı zamanda. Nitekim bununla ilgili ihaleleri almak için firmalar arasında büyük mücadele var. Kent merkezlerindeki faaliyette
Kahramanmaraş merkezli depremlerdeki kahreden manzara ve buna dönük günlerdir süren akademik tartışmaların özeti şu maalesef:
Deprem bir doğa olayı ama onu afete çeviren biz insanlarız aslında.
Çünkü 500’den fazla aktif fayın olduğu, 81 ilin 68’inden bir şekilde aktif fay geçtiği bir ülkede normalde ne yapılır? Riskin büyüklüğü, nasıl azaltılacağı, binaların güvenliği, alınacak önlemler, deprem anında yapılacaklar, destek olanakları araştırılıp öğrenilir ve herkes evlerinde gönül rahatlığıyla uyur. Ki bu anlamda 20 bine yakın insanımızı yitirdiğimiz 1999 depreminden sonra da epey bir konuşup, tartışmış, “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye söz de vermiştik. Bu bağlamda da evet, eskiye oranla aynı yerde değiliz, muhakkak bir şeyler yapıldı ama yapılması gerekenlerin yanında yaptıklarımız çok fazla değil. Mesela depremde yıkılmayan, göçmeyen binalar yapmak, riski azaltmak için yapılacak olanlar yönetmeliklerle belirlenmiş durumda. Hatta deprem mühendislerine göre, bırak 2018 ve 2019’daki son
Kandilli’nin 100’den fazla noktaya yerleştirdiği sensörlerle depremi 10 saniye önce tespit eden uyarı sistemi yıllardır çalışıyor. Ancak bu bilgi halkla değil, talep eden stratejik kurum ve kuruluşlar ile endüstriyel tesislerle paylaşılıyor...
Türkiye’nin deprem gerçekliğiyle birlikte Erken Uyarı Sistemi de popülerlik kazandı. Hemen herkes Google Android Deprem Uyarı Sistemi’ni konuşuyor. Sistem, 3 milyardan fazla Android akıllı telefonun çoğunda bulunan ivmeölçerleri kullanarak sarsıntıyı algılıyor ve etkilenen bölgedeki Android kullanıcılarına uyarı gönderiyor. Yani başlayan bir depremi saniyeler öncesinden haberdar ediyor. “10 saniye sonra deprem olacak” gibi! Dolayısıyla, bunun yaratacağı sonuçlar, kişi, toplum psikolojisi, acil durum davranışı, vb. yaklaşımlar da bir başka tartışma konusu. Hem de uzunca bir süredir. Çünkü bu erken uyarı sistemi özellikle İstanbul’a yönelik yıllardır var. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü (KRDAE), Deprem Mühendisliği Ana Bilim