Sokaktaki insan, savaş ve terör korkusu altında, iktidar ile ana muhalefet ise “Senin aklına ihtiyacım var - yok” tartışmasında. “Var” diyen ana muhalefet liderinin iktidarı belgelerle topa tuttuğu son grup toplantısındaki sözleri oldukça iddialı ve net:
“Benim aklıma ihtiyaç duysalardı, Türkiye bugün Ortadoğu bataklığında olmazdı.”
Benzer salvo bir gün önce de ana muhalefetin genel sekreterinden “Verdiğimiz raporları açıklayın” diye gelmişti. Belli ki ana muhalefet istenmemesine rağmen bölgede yaptığı temasların içeriği ve öngörüleri konusunda iktidarı bilgilendirerek tarihe not düşüyor. Bu durumda iktidara düşen görev ne olmalıydı? “Şucu, bucu” gibi önyargılara, komplekse kapılmadan raporlardan yararlanmak ve de gönderene dönüş yapmak. Olmuş mu? Yanıt CHP’li Gürsel Tekin’den:
“Hiç, hiç, hiç... Kaldı ki bu raporları biz değil iktidarın ana muhalefete göndermesi gerekir. Ama ne yazık ki böyle bir geleneğe sahip olmadıkları için tam tersini biz yapıyoruz.”
Peki bu raporların içeriği neydi? Ya da bugün ortaya çıkan tablo için öngörüler var mıydı? Tekin devam ediyor:
“Bu süreç başlarken CHP, bir heyeti Suriye’ye gönderdi, benim de bulunduğum bir heyet de Kuzey Irak’a gitti. Sonra da Mısır’a gidildi. Gerek arkadaşlarımızın izlenimleri, gerekse de orada görüştüğümüz yetkililerin kaygılarını açık açık dile getirdik. Bir felaketin geldiği ve acil önlem alınması uyarısında bulunduk. Eğer o raporları ciddiye alsalardı bugün Türkiye başka bir noktada olurdu.”
O artık Ürkmezli Hüseyin...
Gazetecilikte manşet, sürmanşet, şaşalı ödül törenleri gelip geçicidir. Aslolan unutulmamak, her daim sevgi ve saygıyla anılmaktır. Bunu gerçekleştirmek ise zordur. Çünkü orada mesleki rekabet hırsı, bencillik kadar paylaşmak, başkasını düşünmek de vardır. O nedenle de arşivler saman alevi gibi parlayıp sönen “yıldızlarla(!)” doludur. Bir gazeteci için de asıl mezarlık budur...
İşte 40 yıllık arkadaşım, kankardeşim, can dostum Hüseyin Akşit, bu zor olanı başaranlardan biriydi. Sadece kendi imzasıyla değil, arkadaşlarının başarılarıyla da gurur duyar, mutlu olurdu. Kimseyi kırmaz, gülümseyerek “yaralı” kalbini herkese açardı. O’nun tek vazgeçilmezi ise; üzerine titrediği kızı Yaşam ile mandalina bahçelerinde birlikte dolaştığı köpeği “İsi”siydi... Ama inanın eğer Azrail Hüseyin’e “Yerine bir başkasını almak kaydıyla sana bir şans daha vereceğim,” deseydi, o, bu durumda bile kesinlikle “İstemem” diye karşı çıkardı...
Geçen hafta sonu İzmir, Seferihisar Ürkmez’de işte böyle bir gazeteciyi toprağa verdik. Daha doğrusu İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’dan gelen dostlarıyla birlikte Hüseyin’in sonsuza dek Ürkmezli olma törenine tanıklık ettik.
Bu hafta sonu da genç meslektaşları Hüseyin’e gidiyorlar. Mezarını ziyaret edip, köpeği ile dolaştığı mandalina bahçelerinde yürüyüş yapacaklar. Arzu edenler de Hüseyin’in son yıllarını geçirdiği Ürkmez sahilinde oturduğu banklarda anılarını paylaşıp, sohbet edecek. Bunun için de sosyal medya üzerinden bir çağrıları var:
İyi bir adam, iyi bir gazeteci için bir gün kendinize ara verin...
Işıl ışıl Manisa’ya yakışmayan görüntü
Ürkmez’e gidip, dönerken geçtiğimiz Manisa’dan çok etkilendik ve şaşırdık. Her ikisinde de geceydi ve LED aydınlatmalarla donatılan kentte cadde, sokak, üstgeçitler ile camiler ışıl ışıldı ama, Atatürk ve Kuvayi Milliye Anıtı’nda tek bir ışık yoktu. Daha doğrusu kapkaranlıktı. Hani şu heykeltıraş Prof. Dr. Tankut Öktem tarafından yapılan Manisa Efesi ile elinde zeytin dalı tutan çağdaş Türk kadını heykelleriyle Manisa’nın işgal acısından kurtuluş sevincini yansıtan ve 65 metre yüksekliğiyle Türkiye’nin en yükseği denilen anıt var ya işte o...