Fenerbahçe Ekim ayının ortasında oynadığı Kayserispor maçından beri ilk defa bu kadar dağınık, savruk, uyumsuz bir takım görüntüsüyle sahadaydı.
Bunun en önemli sebebi kuşkusuz takımın bilindik kadrosunun kısmen de olsa bozulmuş olmasından kaynaklanıyordu; Nani’nin olmayışı Fenerbahçe’nin tüm hücum organizasyonlarını eksiltmişti.
Hep Diego ile Nani’nin aynı anda ve beraber oynamasının lüzumsuzluğundan söz ediyoruz ya buradan şu yanılgı çıkıyor olabilir; bu iki oyuncu birbirinin muadili veya alternatifidir.
Hayır!
Diego ile Nani aynı futbolu oynamıyorlar.
Nani kendiyle barışık bir oyuncu olduğundan sahada sadece sonuca gidecek bir anlayışla hareket ediyor.
Oysa Diego öyle değil; iki sezondur futbolculuğunu kanıtlayamamış olmanın verdiği büyük bir psikolojik baskısıyla sahada hem kendisiyle, hem taraftarla mücadele ediyor, bütün bunlar olup biterken sıra zaten rakip takıma gelemiyor bile.
Aynı şey Van Persie için geçerli mi?
Galatasaray’ın puan bıraktığı bir hafta, Beşiktaş aldığı bu galibiyetle ezeli rakibini yarışın dışına doğru şöyle bir kalça hareketle itivermiş oldu.
Buradaki temel ayrıntı aradaki 11 puanın kapanmayacak olması değil; Beşiktaş ile Galatasaray arasındaki futbol anlayışı ve yapısında kendisini ortaya koyuyor.
Beşiktaş futboluyla ligde giderek rakipleriyle arasındaki farkı açıyor ve şu an Fenerbahçe’den başka onu zorlayacak bir takım olmayacakmış gücünü sergiliyor.
Konyaspor, özellikle ilk golü yedikten sonra çok yanlış bir taktik düzenle oynamaya başladı. Beşiktaş’ın üzerine açılarak gittiğinizde savunmanızı da çaresiz bırakacak bir ekibe teslim etmiş oluyorsunuz.
Oğuzhan’ın giderek büyüyen futbolculuğu Beşiktaş’a eksik başladığı bu sezonda gelen yeni transfer gibi bir şeye dönüşüyor. Maçı bitiren golünde futbolculuğunun yanı sıra takipçiliğinin etkisi vardı ve neredeyse topla birlikte kalenin içine girecekti.
Bu sezon ligimizde gerçekten çok kaliteli ayaklar var. Onların başında da Gomez geliyor. Alman futbolcunun Beşiktaş’a çok önemli katkıları oldu; önceleri takım iyi değilken attığı kritik gollerle zaman kazandırdı, bu süreçte Beşiktaş’ın diğer unsurları teker teker
3 Temmuz başından sonuna kadar başarısız bir şekilde planlanmış ve uygulamaya koyulmuş büyük bir kumpastı.
Ülkemizde 3 Temmuz gibi fazlasıyla teknik ve karmaşık bir kumpası kurmak için zekâ seviyesi “maalesef” fazlasıyla eksiktir; hatta yoktur.
Eksik olduğu için de bugün çorap söküğü gibi çözülmüş, geriye Fenerbahçe’nin yarattığı o büyük ve yaşlısı, genci, kadını erkeği ile omuz verdiği görkemli direniş kalmıştır.
3 Temmuz’da aktif görev almış tüm unsurların son iki yıl içinde teker teker kanun kaçağı ya da suçlusu haline gelmiş olması bir tesadüf müdür yoksa bir döneme de damgasını vurmuş ilişkiler ağının bir sonucu mudur?
3 Temmuz gibi karmaşık ilişkiler ağına sahip bir kumpası kurmak için zekâ seviyesi yoktu; peki ne vardı?
Bildikleri en iyi şey tabii ki karanlık ilişkileri, suç at izi kalsın, zaten kendilerinin içinde yer aldıkları gizli kapaklı organizasyonlardı.
Genel kamuoyu ortalaması araştırmayı sevmeyen, okumayan, gazetelerin veya televizyonların attığı manşetlerle bilgi sahibi olan kişilerden oluştuğu için yapılması gereken şey bir suç yaratmak ve bunu o insanların üzerine kirli bir algı yöntemiyle yıkmaktı.
3 Temmuz sürecinde insanlar şartlı refleksle h
Fenerbahçe için Ankara, özellikle Gençlerbirliği deplasmanları çok zordur; bu nedenle lig öncesi planlamalarda bu maça teknik adamların puan kaybı hesabı yaparak başlaması normal sonuçtur.
Gençlerbirliği’nin özellikle Fenerbahçe maçlarına başka bir “motivasyonla” çıktığı da ayrı bir gerçektir.
Örneğin geçen sene ligin tamamlanmasına birkaç hafta kala İlhan Cavcav’ın kritik bir Galatasaray maçı öncesinde “takımımı maça konsantre etmekte zorlanıyorum” açıklamasını hatırlıyoruz; bu sezonun 33. Haftası Kadıköy’de oynanacak eşleşmenin nasıl olacağını tahmin etmedeyse zorlanamıyoruz.
Gençlerbirliği bu sezon bir türlü takım olamadı. İlhan Cavcav’ın kendisini teknik direktör olarak ilan etmesinden sonra takımın başında teknik adam tutmada zorlandığı da ortadadır. Son haftalarda peş peşe kaybettiği puanlarla Eskişehirspor, Mersin İY, Sivasspor ile birlikte ligin dibine doğru iyice yerleşti. Bu şekilde devam ederse elbette 33. hafta geçen sene gibi olmayacaktır.
Fenerbahçe böyle bir Gençlerbirliği karşısına çıktı ve sezonun en soğuk akşamlarından biriydi.
Karşılaşmanın hemen başından itibaren kendi oyununu hemen sahaya yansıttı ve bildiğimiz Fenerbahçe’yi izlettirdi bize.
Peş
Derbinin öncesinde bir centilmenlik anlaşması olsa, kaleciler bir maç için rakip rakımın formasını giyseydi karşılaşmanın sonucu ne olurdu?
Günay’dan başlarsak, maçta üzerine gelen ilk kritik topu ıskalayıp, Sneijdar’a yaptığı asistle nasıl bıçak üzerinde durduğunu bize gösterdiğine göre, ilk yarıda Muslera’nın çıkardığı topların kaçta kaçını kurtarırdı, kestirebilmek mümkün mü?
Ya Tolga neden oynamadı bu karşılaşmada?
Biraz Günay’ın biraz da Muslera’nın yediği golleri Perşembe gecesi kurtaramadığı için takımının Avrupa macerasına son vermesi nedeniyle yaşadığı travmatik durum nedeniyle muhtemelen kendisi sahada olmak istemediğinden…
Kalecilik biraz da böyle bir şey değil mi?
1984 yılında Avrupa Şampiyonası finalinde İspanya milli takımı kalecisi Arconada’nın Platini’nin ayağından atılmış serbest vuruşu koltuklarının arasından kaçırıp içeri alınca kupanın Fransa’ya gitmesine neden olmuştu.
Peki, o maçın sonucunu gerçekten Arconada mı belirlemişti?
Elbette hayır!
Hemen şu tespiti yaparak başlayalım; Fenerbahçe iyi oynamıyor ancak üst düzeyde mücadele ediyor.
Karşılaşmanın son bölümünde Başakşehir’in geliştirdiği çok tehlikeli bir pozisyonda Markoviç’in geriye koşuşu takımın genel ruh halini özetler nitelikteydi.
Fenerbahçe öncelikle takım olmaya çalışıyor. Hemen herkes forma peşinde; kimse oyunun dışında, yedek kalmaktan hoşnut değil. Bu nedenle zaman zaman gereksiz hareketler tepkiler koyuyor.
Diego’nun son bir hafta içinde Gaziantapspor ve Celtic karşısında yaptıklarını bu kapsamda değerlendirebiliriz.
Fernandao’nun dışarı çıkarken o gönülsüz, isteksiz tavrına bağlı yavaş hareketleri de…
O an muhtemelen futbolcunun kafasında tek bir şey var, işini yapamamış olmanın verdiği yarım kalmışlık; bu nedenle kenara gelmek istemiyor. Tabii bir şeyi unutuyor, onun beklediği her saniye Fenerbahçe’nin zamanından gidiyor ve taraftarın buna en ufak sabrı bile yok!
İşte kritik durum da burada düğümleniyor.
Fenerbahçe taraftarı özellikle karşılaşmaların 60. dakikasından itibaren, eğer maç berabere de devam ediyorsa bazı futbolcuların üzerine kâbus gibi çöküyor.
Pazar akşamı Gaziantep’teki maçın tamamlanmasından kısa süre sonra karşılama içinde yaşanmış hakem hataları ile tartışmalar yaşanırken bir an da Aziz Yıldırım’ın açıklamaları geldi.
Aziz Yıldırım hakem hatalarını konuşurken bir anda rotayı hafta içinde yaşanmış Galatasaray kadın takımının basketboldaki hükmen yenilgisine getirdi.
Bu konuya dair geniş değerlendirmeyi ekli linkten okuyabilirsiniz. (*)
Aziz Yıldırım’ın konu üzerine yapmış olduğu açıklama bana göre geç kalınmıştı. Madem Fenerbahçe’nin söylenmemiş bir sözü kalmıştı bunu bir vesileyle sıcağı sıcağına yapmalıydı; hatta bunu Aziz Yıldırım değil, bir başka yönetici yapmalıydı. Daha net sorular sorulmalı, cevap istenmeliydi.
Aziz Yıldırım, belli ki sorun üzerine yeterince tartışılmadığına kanaat getirmişti. Bu konuda haksız olduğu da söylenemez çünkü Galatasaray açıklamasında ona hala 3 Temmuz sürecinden vurmaya çalıştığı, 3 Temmuz’un bu ülkede nasıl salkım saçak ve en gayri ahlaki şekilde tartışıldığı düşünülürse kadın basketbol takımındaki lisans krizinin hemen kapanmış olmasından rahatsızdı.
Lynetta Janae Kizer’ın ikinci lisans çıkarılış sürecinde “sehven değil, bilerek bir işlem yapıldığının” konuşulmasını
Bir saatten fazla bölümünü eksik oynadığı mücadeleden 2-2’lik bir sonuçla çıkmanın Fenerbahçe adına oldukça kârlı olduğunu söyleyebiliriz; böyle her şeyin tam ters gittiği bir karşılaşmaları kaybetmemek öncelikle önemlidir.
Neler ters gitti?
Belki bu soruyu tam aksi şekilde de sormak daha kolay cevap vermemizi sağlayabilir?
Tamamen karambol bir pozisyon sonrasında elle karışık kalesinde çok erken golü görmek kuşkusuz takımın tüm konsantrasyonunu bozdu.
Hasan Ali’nin kritik bir karar kırmızı kart ile oyun dışı kaldığında geride daha oynanması gereken tam bir saat vardı.
Bu tip kartlar ligimizde ender olarak çıkıyor. Ancak hakemin genel olarak maç içinde verdiği kararların ortalaması alındığında bu kartın ucuz bile kaldığını iddia etmek mümkündür.
Kuşkusuz burada tartışmamız gereken şey hakemin kararlarından önce; Fenerbahçeli futbolcuların hakemin niyetini anladıklarından yıllardır yaşadıkları “öğrenilmiş tecrübeden” ötürü bu maçın ilerleyen dakikalarının ne kadar zor geçeceğine ilişkin girdikleri psikolojiydi.
Beraberliği sağladığı ve kendine geleceği bir bölümde orta alanda varlığı benim için sürekli kafa karışıklığı yaratan Diego’nun gereksiz yere sebebiyet verdi