Verda Özer

Verda Özer

verdaozer@gmail.com

Tüm Yazıları

Şunu hepimiz çok iyi biliyoruz: Petrolü yöneten, ülkeleri yönetir. Toprağı yöneten de, insanı yönetir. Farkında olsak da olmasak da bir ülkenin kendi toprağını nasıl kullandığı, aslında onun gücünü en çok belirleyen şey. Topraktan elde ettiği gelir ve üretim bir yana, üzerinde yaşayan insanların sağlığı da o topraktan geçiyor sonuçta.

Tarım büyüyor

Bu günlerde virüsle mücadele ederken herhalde en çok da bunu anladık. İnsan hayatı şak diye geldi dünyanın merkezine oturdu. Hem de bugüne kadar sistemin hep yok saydığı insanın hayatı. Bağışıklığımızı güçlendirelim derken ne yiyip ne içtiğimize daha önem verir olduk. Zaten bu değişim rakamlara da yansıdı:

Haberin Devamı

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı ikinci çeyrek büyüme rakamlarına göre, Türkiye ekonomisi ikinci çeyrekte yüzde 9.9 küçüldü ama buna rağmen aynı dönemde tarım sektörü yüzde 4 büyüdü! Gayri safi yurt içi hasıla verilerine baktığınızda da en fazla büyüyen 3. sektörün tarım olduğunu görüyoruz.

Peki, ekonomi bu kadar küçülürken tarım nasıl büyüdü?

***

Pandemi sürecinde tarım adeta sığındığımız liman oldu. Bunun bir sebebi, sağlığın risk altına girmesiyle birlikte taze tüketimin artması. Bir diğeri, salgın sebebiyle küresel tedarik zincirleri ve sanayi durunca yerli üretimin artması. Bir başka neden de büyük kentlerde yaşayan birçok insanın kırsala kaçması, kısa veya uzun vadeli göç etmesi. Bunlardan birçoğu da tarımsal üretime başladı. Hizmet sektöründe işçi olanlar da işsiz kalınca, bir bölümü tarımda çalışmaya veya kendi tarlasına dönerek üretim yapmaya başladı.

Dolayısıyla, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı, kısıtlamaların en üst seviyeye ulaştığı dönemde bile tarım sektöründe işler durmadı. Resmen toprak bizi kurtardı!

Gıda milliyetçiliği

Tarımın değeri sadece bizde değil, tüm dünyada çok daha iyi anlaşılıyor şimdi.

BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), salgının başından beri sık sık yerkürede açlık krizi olabileceğini, bu krizin en az 55 ülkede yaşanacağı uyarısında bulunuyor. Dünya Ticaret Örgütü de ülkelerin tarım ve gıda ticaretinde uyguladıkları kısıtlamaların yoksulların gıdaya erişimini engelleyeceğini savunuyor. Zira şu an birçok devlet, salgın sonrasını öngöremediği için kendi tarım ürünlerini satmak istemiyor. “Ya küresel sanayi durursa ve bendeki gıda bana yetmezse” endişesiyle.

Haberin Devamı

Mesela Rusya nisan ayında tüm tarım ve gıda ürünü ihracatını yasakladı. Ki Rusya, dünyanın en büyük buğday ihracatçısı. Bu da bu kararın dünya çapında ekonomik ve siyasi etkileri olacak anlamına geliyor. Usta gazeteci İsmet Berkan kendi blogunda bununla ilgili şöyle yazmıştı: “2010 yılında Rusya buğday satmadı diye Mısır’da Arap Baharı oldu, Hüsnü Mübarek devrildi, unutmayın.” Dediğim gibi, toprağı yöneten insanı yönetiyor.

***

Kaldı ki sadece Rusya değil, gıda ihracatını durduran. Küresel tarım ihracatının yüzde 63’ünü, ithalatının da yüzde 55’ini kontrol eden Dünya Ticaret Örgütü’nün üyeleri de şu an bu kısıtlamalara en çok başvuranlar. Birçok Avrupa Birliği (AB) üyesi gıda ihracatını durdurdu. Bununla birlikte, “Yerli malı tüket” kampanyaları yapıyorlar. Yani bir yandan kendi çiftçilerini koruyorlar.

Haberin Devamı

Kısacası, korona en çok da tarım politikalarını etkileyecek belli ki. Bundan böyle bir ülkenin gıdada kendine yetmesi, belki de gündeminin en tepesinde olacak.

Türkiye toprağı

Türkiye’nin ise zaten tarım potansiyeli muazzam. Dünyanın en bereketli topraklarından birinin üzerinde. İhtiyacı olan tek şey, üretim odaklı politikalarını güçlendirmek. İthalat yerine üretim desteklenirse ve tarımdaki kilit sorunlar (yüksek girdi fiyatları, işçilik maliyeti, dışa bağımlılık, örgütlenme gibi) çözülürse, tarım ekonominin en önemli dinamiği olacaktır.

Yalnız, her şeyi devletten, özel sektörden ve çiftçiden beklememek gerek. Bizler de elimizi taşın altına koymalıyız. Geçtiğimiz hafta Kanal D’de yayınlanan “Tarım Bizim Geleceğimiz” belgeselinde, Migros İcra Kurulu Üyesi Cem Rodoslu buna vurgu yapıyordu:

“Tarımın geleceği hepimizin sorumluluğunda. Tarıma destek olabilmek için sadece çiftçilik yapmak gerekmiyor. Yerel ürünleri, biyo-çeşitliliği koruyarak ve atıkları en aza indirerek bu sürecin bir parçası olmamız mümkün. Topyekûn seferber olmamız gerektiğine inanıyorum.”

***

Unutmayın, salgında hepimizi bu toprak kurtardı. Önümüzdeki zor dönemeçte kurtarmaya da devam edecek belli ki. Onu korumak için topyekûn seferber olmak zorundayız. Şimdi.

NOT: Dünya gazetesi yazarı Ali Ekber Yıldırım’ın 1 Eylül tarihli yazısından çok faydalandım.