Yapılan büyük hatalardan birisi "hedef"i fazlasıyla tutturmaya çalışmak. Enflasyon hedefi % 25 idi, % 18'e indirdik. Gereğinden fazla sıkı para politikası, gereğinden az döviz alımı ve ekonomiyi gereğinden fazla sıkmak. Sonuçta, IMF'den alınacağı sanılan alkış. Ekonominin dengelerini zorlama pahasına, "hedef"leri fazlasıyla tutturmaya çalışmak. Bir an önce, enflasyonu tek rakamlı hanelere indirip, "enflasyonu düşüren başbakan - başkan" sıfatını alma çabası.
Acele, akla zarar verir. 2000 krizi de "hedef"leri fazlasıyla tutturma hırsından çıktı. Oysa, hedefleri aşmak da, hedeflerin gerisinde kalmak kadar sakıncalı. Çünkü, hedefleri tutturma uğruna, üretim ve yatırım durduruluyor. Ekonomi de yeni dengesini bulmak için sınırlarını zorlamaya başlıyor. Krizler böyle çıkıyor. Biz bütün bunları krizleri önlemek için yazıyoruz. Kriz çığırtkanlığı yapmak için değil. 2000 krizinden önce de aynı görevi yapmıştık. Dinletemedik. Biz bunları yazarken, o zaman ekonomiyi yönetenler "her şey gereğinden iyi, son defa dişinizi sıkıyorsunuz" demişlerdi. Şimdi de, aynı teraneler söyleniyor. Şimdi de, siyasiler ekonomiden bihaber.
Gereğinde, "hedef"i revize etmek, hatta biraz daha yumuşatabilmek gerekli. O zaman, Türk lirasının aşırı değerli olma durumu da törpülenebilir. Gelişmiş ülkeler paralarının değerini ayarlamak için toplantı üzerine toplantı yaparken, biz "IMF'nin emri bu" diyerek, serbest kurdan ödün vermiyoruz.
Bizim gibi azgelişmiş ülkelerde, döviz fiyatlarını sermaye hareketleri belirliyor. Bu da, "sıcak para" veya "borsaya giren yabancı sermaye" demek. Sıcak para, reel Türk lirası faizlerinden faydalanmak için, yabancı yatırımcı da borsada vurup çıkmak için geliyor. Bu ikisinin geldiği dönemlerde ise, Türk lirası değer kazanıyor. Bunların Türk lirasından çıkmaya başladıkları dönemlerde ise, krizler kendini gösteriyor. Daha önceki yazılarımda değindiğim, 200 milyar dolarlık krizi önlediğimiz sırada da en büyük güvencemiz, aşırı değerlenmemiş Türk lirası idi.
Ekonomide verim artışı sınırına gelindi. Reel ücretler 2000 yılını 100 alırsak, şimdi 80'lerde. Yani, gerçekte ortalama ücretler düşmüş vaziyette. Buna rağmen, "birim işgücü maliyeti" yükseliyor. Bunun nedeni, aşırı değerlenmiş Türk lirası. Bırakın yatırım ve üretimi, ihracattaki artışın bile devam etmesi için beklenmeden tedbir alınması gerekiyor. Kamu sektörünün yatırım kapasitesi 1980'e göre, sekizde bire inmiş vaziyette. Özel sektör ise, yatırım harcamalarını son 22 yıl içinde sadece % 15 artırabilmiş. Bu sürdürülebilir bir denge durumu değil. Ülkemde işsizlik, yoksulluk, çaresizlik kol geziyor. Ekonomi yönetiminin önceliği ise, birkaç hedefin olması gerekenin üzerinde tutturulması.
Kur idare edilmesi gereken bir fiyattır. İthalat ve ihracatın rahatça yapılabildiği bir dengede oluşturulmalıdır. Dünya ticaret hacmi % 1 arttığında, bizim ihracatımız tarihsel ortalama olarak % 1.5 artıyor. İthal girdi kullanan ihracatçılar o denli sıkıntıda olmasalar da, yerli girdi kullananlar ciddi sıkıntı içindeler. Ekonomi yönetimi bunları görmezlikten gelemez.
Acele de, zulüm gibi akla zarar verir.