Yaman Törüner

Yaman Törüner

yaman.toruner@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Esenboğa Havalimanı baştan aşağıya yenilenmişti. İhtiyacın belki 5 katı yatırım yapılmıştı. Körükler boştu ama görünüşleri hoştu. Kullanılan teknolojinin İstanbul Atatürk Havalimanı'ndan üstün olduğu daha ilk bakışta anlaşılıyordu. Esenboğa, daha detaylarla ilgilenmeye vakit bulunamadan alelacele açılmış gibiydi. Ancak, rahatlık ve genişlik, gelişmiş ülkeleri aratmıyordu. Ankara'ya doğru yola çıktığımızda, 4 gidişli ve 4 gelişli Esenboğa-Ankara yoluna girdik. Yol ve ışıklandırma çok güzeldi. Havaalanından, trafiğe girmeden Ankara merkeze ulaşılmasının hedeflendiği anlaşılıyordu. Altgeçitler masraftan kaçınılmadan yapılmış, granit taşlarla kaplanmıştı. Ama, yine aceleye getirilmiş görünümdeydi. Yepyeni inşaatlarda bile, yer yer granit taşlar dökülmüştü. Yollar yeni, fakat bakımsızdı. Sanki, yapılır yapılmaz kendi hallerine bırakılmışlardı. Tam o sırada, bu geniş yolda karşıdan karşıya geçmeye çalışan 3 bayanla karşılaştık. Neredeyse kaza yapıyorduk. Araçlar vızır vızır ve hızlıydı. Çünkü, yol hızlı gitmeye müsaitti. Ama, anlaşılan bu geniş yola, yeterince yaya geçidi yapılması unutulmuştu. Arkadaşımın, "Bir de bize sorun" derken ne demek istediğini yavaş yavaş anlamaya başlamıştım. Anlaşılan, Ankara Belediyesi'nin parası boldu. Bol bol harcama yapılmış, gerekli gereksiz her yere, şehrin dokusu ve tarihi düşünülmeden, sadece taşıt trafiği düşünülerek alt ve üst geçitler kondurulmuştu. Bu haliyle, yapılanlar petrol zengini Arap ülkelerinde yapılanlardan farksızdı. İnşaat olsun diye bir şeyler yapılmış, ama Ankara'nın sıcaklığı, sevecenliği düşünülmemişti. 40 yıl yaşadığım ve 15 yıl önce ayrıldığım Ankara, şehir olarak sanki, artık bana yabancıydı. İşte bu sırada, arkadaşım, bütün bunların borçla yapıldığını söyledi. "Bir de bize sorun" derken, ne demek istediğini iyice anlamaya başlamıştım. Geçen hafta yolum Ankara'ya düştü. Beni karşılamaya gelen kişiye, Ankara'nın son yıllarda çok değiştiğini söyledim. "Bir de bize sorun" dedi. Arkadaşım anlatmaya başladı. "Belediye'nin parası o denli bol ki, her gün 200.000 kişiye yiyecek, giyecek, yakacak dağıtılıyor" dedi. Bu inanılmaz bir harcama biçimiydi. Bu har vurup harman savurma, dünyada eşi rastlanmamış bir seçmen desteklenmesine dönüşmüştü. Üstelik, bütün bunlar borç parayla yapılıyordu. İhalelerin nasıl yapıldığını, sorgulamaya gerek duymadım. Arkadaşımın "Bir de bize sorun" demekle ne demek istediğini artık anlamıştım. Ne de olsa, sonunda bütün bu borçlar ödenecekti. Muhtemelen, yapılanlar da kısa zaman içinde dökülecek, bozulacaktı. O sırada, yol boyunca yıkılan gecekonduların önünden geçiyorduk. "Adam iyi iş yapmış" dedim. Arkadaşım "Yakında, bu yıkıntıları da temizleyecek ve burasını güzelleştirecek" dedi. "Gelen yabancıların, gecekondularımızı görmesi böylece engellendi" diye ilave etti. Ancak, uçaktan gördüğüm kadarıyla, Ankara, rahat yerleşim bakımından İstanbul'u fersah fersah geçmişti.Kavaklıdere'ye gitmek, oradan da Kızılay'a inmek zorundaydım. Önce Çankaya'ya çıkıp oradan Kavaklıdere'ye inmek, gün içinde bile yarım saatimizi aldı. Kavaklıdere'den Kızılay'a gelmek ise tam bir felaketti. Sanki, amaç bu bölgede oturanlara acı çektirmekti. Bulvar baştan aşağıya kapatılmış, plansız inşaat çok gecikmiş, biteceğe de benzemiyordu. Aynı anda, birçok işe birden girişildiği, konsolosluklarla sorunlar yaşandığı anlaşılıyordu. Şehrin ana damarı Atatürk Bulvarı neredeyse tanınmaz haldeydi."Bitince iyi olacak" dedim. "Kavaklıdere zaten bitti" dedi. ytoruner@milliyet.com.tr Belediyenin parası bol