Bugünlerde çok sözü edilen "Büyük Ortadoğu Projesi"nin ne anlama geldiğini geçen yıl anlatmıştım. S. B. Cohen'in Geopolitics of the World System (Dünya Sisteminin Jeopolitiği) kitabında uzun uzun anlatılan bu projeyi, 26 ve 28 Mayıs 2003 tarihli yazılarımda değerlendirmiştim. Yazılarımda değindiğim yorumlar yavaş yavaş şekilleniyor.
Ülkemiz, coğrafi önemi ve sorunlu bölgelere yakınlığı nedeniyle, güçlü devletlerin kontrolü altında bulunması gereken bir yerde. Hatta, mevcut jeopolitik haritalarda Türkiye, Ortadoğu'nun içinde gösteriliyor.
Kuzey Afrika'dan başlayıp, Mısır, Sudan, İran, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, tüm Emirlikler, Ürdün, İsrail, Yemen, Lübnan, Afganistan, Kafkasya ve Kazakistan'a kadar olan Türki cumhuriyetleri kapsayan, Türkiye'nin de dahil olduğu bu bölgeye "Middle East Shatterbelt" deniliyor. Ya da, son günlerdeki söyleyişi ile "Büyük Ortadoğu". Son olarak, bu bölgeye Kafkasya da dahil edilerek "kemer" tamamlandı.
Bu geniş bölge, dünyanın henüz tam anlamıyla paylaşılamamış ama dünyadaki ekonomik zenginliğin en büyük kaynağı olan bölümü. Sovyetler Birliği'nin çökmesi ve Avrupa ülkelerinin denizaşırı ülkelerde savaşamayacak hale gelmesi ile tek süper güç kalan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) haklı olarak bu bölgeyi kontrol etmek durumunda. Büyük Ortadoğu, soğuk savaş döneminde süper güçlerin ciddi çatışmalarının yaşandığı ve bu nedenle düzenin tam olarak oturtulamadığı dünyadaki tek ve en geniş kuşak. Kısacası, jeopolitik çalışmalar bu bölgeyi kontrol edenin dünyayı kontrol edeceğini gösteriyor. Doğal olarak, bu bölgenin dışında Çin - Tayvan, Karayip adaları gibi bazı henüz düzeni oturtulamamış bölgeler de var. Ama, bu bölgeler nispeten daha küçük ve önemsiz.
Türkiye'nin ekonomik sorunlarının temel kaynağı istikrarı henüz sağlanamamış olan bu bölgede yer almış olması. Bu nedenle ülkemize yabancı sermaye gelemiyor, yatırım yapılamıyor. Bu bölgede istikrar sağlanmadan da ekonomik krizlerin biteceği yok. Aslında, Türk ekonomisi içi hava dolu şişman bir bebek gibi. Bir tarafını düzeltmeye kalkınca, diğer tarafları şişiyor. Enflasyonu düşürelim derken, yatırımlar duruyor; işsizlik artıyor. Yabancı sermaye kalıcı olarak ülkemize girmeden de sorunlarımızı çözemeyeceğiz. Yani, yaşadığımız enflasyon mücadelesi, kemer sıkmalar vs. fasa fiso. Gerçekte, sonuç alıcı tedbir yok. Yapılan her şey zaman kazanmaya ve IMF'yi mutlu etmeye yönelik. Sonuçta, öyle de fakiriz, böyle de. Temel sorunlar çözülmeden de fakirliğimizin sürmesi veya bilinçli olarak sürdürülmesi kaçınılmaz.
Kısacası, "Middle East Shatterbelt"teki sorunlar çözülmeden sorunlarımızın çözülmesi olanaksız. Bu bölgedeki sorunları çözebilecek tek ülke ise, şimdiki dengeler içinde ABD. Avrupa Birliği ise, Türkiye'yi içine alarak bu bölgede söz sahibi olmayı istemek durumunda. Bizi Birliğe alırlarsa, sırf bu nedenle alacaklar. ABD ise, Türkiye'yi Avrupa Birliği içinde kendisine yakın ve İngiltere - İspanya ile işbirliği yapan bir ülke olarak görmek istiyor. Öte yandan, dolar - euro kavgası da bu siyasetin bir parçası. Euronun değer kazanmasıyla Avrupa ülkeleri ekonomik olarak sıkıntıya girmekle birlikte, gittikçe daha büyük bir ticaret euro ile yapılmaya başlandı. Bunun bir üst sınırı olmalı.
Dış işler, iç işlerin önüne geçmeye başladı. Kötü bir dış politika Türkiye'nin bölünmesine bile yol açabilir. Bu sıkıntıyı ise, sadece tek güvencemiz olan ordumuz önleyebilir.