IMF-Dünya Bankası toplantıları kapsamında, Avrupa ülkelerinin ekonomik sorunları hakkında görüşler üreten Euro 50 Group ile yıllardan beri ekonomik ve sosyal sorunlarımızı dünyaya iletmede önemli rol oynayan Economic Dialogue Turkey, bundan sonraki uluslararası para akımlarının yol haritasının tartışıldığı bir panel düzenledi. Panelde, IMF, Avrupa Merkez Bankası, Uluslararası Sermaye Piyasası Birliği, Deutsche Bank, Tudor Investment gibi kurumlar ile New York, Şikago, Kopenhag üniversitelerinin, her biri profesör olan temsilcileri konuştular.
Panelistlerin hemen hemen tümünün paylaştığı çok önemli görüşler ortaya atıldı. Bu önemli görüşleri, kendi yorumlarımı da katarak, kısaca sizlerle paylaşıyorum:
- Ülkelerin düzenleme ve denetim kurumlarına tabi olmayan piyasa ve pazarlar, gittikçe büyüyor. Düzenleme ve denetim dışında gerçekleştirilen yatırımlar, düşük yatırım masrafı ve vergiler nedeniyle, düzenlenmiş piyasa ve pazarlardaki enstrümanlara göre, çok daha fazla getiri sağlıyor. Ancak, bu yatırımların riskleri de yüksek.
- Piyasaları düzenleyip denetleyen (SPK ve BDDK gibi) ulusal ve uluslararası kurumlar arasında da ciddi bir rekabet var. Bu kurumlar, denetimlerindeki finans kuruluşları ve enstrümanların sayısını artırmak istiyorlar. Bu rekabet nedeniyle, “kullanılmayan yetkiler” sorunu var. Belli ki, düzenleyici kurumlar, bir anlamda, müşterilerini kaybetmek istemiyorlar.
- Düzenleme ve denetim dışında faaliyet gösteren ve artık bankalar kadar büyümüş olan finans kurumları ve bunların enstrümanlarının denetlenmesi için, hükümetlerden ve politik kararlardan hiç etkilenmeyecek “çok daha bağımsız” piyasa düzenleme ve denetim kurumlarına ihtiyaç var. Öte yandan, AB ve ABD düzenleme ve denetim kurumlarının, bu konuda tam bir işbirliği sergilemesi gerekiyor.
- Düzenleme ve denetim altında tutulan banka, kurum ve enstrümanların yüklerini azaltmak zorundayız. Örneğin, denetim altındaki bankalar merkez bankalarında munzam karşılık tutuyor; mevduatları için (TMSF benzeri kurumlara) sigorta payı ödüyorlar. Gerçi, bankalardan munzam karşılık istenmesi eğilimi gittikçe azalıyor ama, yine de, düzenlemesiz ve denetimsiz çalışılan piyasaların, rekabet anlamında müthiş bir fazlası var. Buna karşılık, düzenleme ve denetim altındaki bankaların kriz sırasında batırılmadıklarını ve devlet yardımı aldıklarını söyleyebilirsek de, durum, her zaman böyle olmuyor. Yardım, genellikle politik kararlarla gerçekleşiyor.
- Bu kriz, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin tümünü teğet geçti. Çünkü, gelişmekte olan ülkelerin hemen hepsinde yeterli döviz rezervi bulunuyordu. Bu durum, global krizin daha da büyümesini engelledi. Ancak, bundan sonra yaşanabilecek krizlerde, bu kadar talihli olamayabiliriz.
- Sermaye, gittikçe ulusal olmaktan çıkıp, uluslararası bir hüviyet kazanmaya başladı. Bundan sonra, yabancı yatırımların gelişmekte olan ülkelere kaymaya başlayacağı anlaşılıyor. Nitekim, büyük krize rağmen, Türkiye’ye gelen “doğrudan yabancı yatırım” kesilmedi.
- Düşük faiz oranları ve özellikle enflasyon oranının altında bulunan faiz oranları büyük bir risk yaratıyor. Bu durum, “gölge bankacılık” faaliyetlerinin ve “hedge” operasyonlarının, aniden artması sonucunu doğurabilir. Ancak, denetim dışında kalan bu faaliyetlerde bulunan kurumlardan ciddi sayılan bazılarının, durumlarını gördüklerini ve bu nedenle çok daha dikkatli davrandıklarını söyleyebiliriz. Bu nedenle, yatırımcıların çok seçici olması gerekiyor.
- Banka ve mali kurumlarla ilgili verilere, en önce merkez bankaları ulaşabiliyor. Mali sistemle ilgili kararların vakit geçirilmeden alınabilmesi için, mali sektörle ilgili düzenleme ve denetim yetkilerinin yeniden merkez bankalarına geçmesi eğilimi gittikçe artıyor.
IMF-Dünya Bankası toplantılarında yapılan tartışmalardan herkes için alınacak dersler var.