Yaman Törüner

Yaman Törüner

yaman.toruner@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İsviçre, on yıl öncesine kadar iki dünya savaşında da işgal edilmemiş, yasaları güven veren, insan kalitesi yüksek olan, güçlü ekonomiye sahip bir ülkeydi. Bu ülkede saat, çikolata, peynir gibi dünyaca meşhur malların üretimi var. Hatta, otomotiv ve uçak sanayi bile bulunuyordu. Kış turizminden büyük gelir elde ediyorlardı. En büyük gelirleri ise bankacılık sektöründendi. Son yıllarda, çikolataları rekabeti kaybetti. Saatlerinin aynı kalitede taklitleri yapıldı. Peynirde, rekabeti azaldı. Global ısınma dağlardaki kar seviyesini azalttı, kış turizmi düştü. Otomotiv sanayi tamamen çöktü. Hepsinden önemlisi, ülkenin en büyük gücü sayılan bankacılık, emeklemeye başladı. Geçtiğimiz yıllarda, en büyük iki İsviçre bankası Swiss Bank Corporation ve Union Bank of Switzerland, “UBS” adı altında birleşmişti. Ancak, son global ekonomik kriz sonucu “UBS” de iflas ettirilmese bile, mali zorluklarla karşı karşıya. Banka, büyük sermaye ihtiyacı içinde.

Son yıllarda neler oldu?
İsviçre bankaları, numaralı hesap açıyor ve hesaplardaki bilgileri hiç kimseye vermiyor; birçok ülkenin altını da İsviçre Milli Bankası’nda saklanıyordu. Önce, yine bir referandumla, numaralı hesap uygulaması sınırlandırıldı. Sonra da, ABD’nin baskısıyla, banka hesaplarının bütün bilgileri, anlaşmalı yabancı devletlerin vergi otoritelerine açıldı. İsviçre Milli Bankası’ndaki altınlar da boşaltılmaya başlandı. Türkiye bile, benim görevde olduğum sırada, İsviçre Milli Bankası’ndaki tüm altınlarını sattı. Artık, İsviçre’ye yatırılan paralar, eskisi kadar emniyette değil. İsviçre bankalarına güvenerek büyük para yatıran bazı zenginlerin ve ülke diktatörlerinin hesaplarının, İsviçre bankalarınca inkâr edildiği de biliniyor. Bütün bu nedenlerle, İsviçre bankacılığının, bugünlerde karşılaştığımız “minare krizi” olmasa bile, çok büyük baskı altında olduğu anlaşılıyor.
Artık, yalnız Müslümanlar değil, hiç kimse kolay kolay İsviçre’ye para yatırmaz. Çünkü artık İsviçre’ye yatırdığımız para yasal bile olsa, kara para gibi algılanıyor; İsviçre’deki para, bizimki dahil tüm dünya vergi otoritelerince özellikle üzerine gidilerek, sorgulanıyor.

Demokrasi sınav veriyor
İsviçre, demokrasinin ve özgürlüklerin beşiği idi. Hatta, bizim medeni kanunumuz bile İsviçre’den alındı. Ancak son uygulamalar, İsviçre’nin bu konularda da çok çok gerilerde kalmaya başladığını gösteriyor. Önce, düşünce hürriyetine izin vermeyen yasalar çıkartıldı. Örneğin, İsviçre’de “Ermeni soykırımı yoktur” demek, yasa ile suç sayıldı. Şimdi de, din hürriyetine el atıldı; minareler yasaklandı. Hem de bu karar referandum ile alındı. Demek ki, “İsviçre biçimi demokrasi” de, artık güvenilir ve savunulacak bir rejim değil. Bütün bunlar, İsviçre’nin ekonomisiyle ve halkıyla “harakiri” yapmak istediğini gösteriyor. Biz istesek de istemesek de; Müslüman ülkeler, İsviçre’den paralarını çekse de çekmese de, İsviçre artık eski güvenilir özgürlükler ülkesi değil. “Tarafsız” sayılabilecek bir ülke de değil. Geçen ay, İsviçre’nin İstanbul Başkonsolosu ile bir yemek yemiştim. Daha “minare sorunu” yoktu. Ben de kendisine Ermeni soykırımı ile ilgili yasanın çıkarılma nedenini sordum. Sorumu geçiştirmek zorunda kaldı.
İsviçre, hükümetiyle ve halkıyla çağdışı kaldı. Yalnız Müslümanların değil, Hıristiyan âleminin de İsviçre bankalarındaki risklerden kurtulmaları gerekecek.