Editörün Seçtikleri Azmin Anıtı

Azmin Anıtı

14.11.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Azmin Anıtı

Azmin Anıtı

5 Temmuz 1993, ülke acı bir haberle çalkalandı.
Başbağlar köyünden Mehmet oğlu (1331 doğumlu) Hüseyin Keskin'in ağzından dinleyelim bu korkunç olayı:
"5 Temmuz 1993 günüydü, saat 20.30 sularında 25 - 30 kişi görünce korkudan eve girdim. Oğlum Reşat'ın kızı 6 yaşındaki Hacer ve 1.5 yaşındaki torunumu alarak içeri girdim. Kapıyı kapadım. Biraz sonra kapı hızlı hızlı tekme ile vurulmaya başladı. Mecbur kaldım kapıyı açtım. Teröristlerin yanında bizim köylü Feridun Dikkaya (şehit) vardı. Teröristler hemen kolumdan yakaladı, çekmeye başladı. Yaşlı olduğum için gidemeyeceğimi söyledim ve rica ettim. Beni bırak diye. Daha hızlı çekmeye başladı. Beni, zorla köyün üst tarafında Dolayı Ark dediğimiz yere götürdü. Oraya gidince baktım, köydeki komşuların hepsi orada. 36 kişi vardı. Bizim karşımızda 10 tane terörist, tüfekleri ellerinde duruyordu. Bize hemen yağdırdılar. 33 kişiyi öldürdüler. 3 kişi yaralı olarak kurtulduk. Teröristler kaçtılar. Köy yanıyordu. Benden devamlı kan akıyordu. Sabah olunca Aşağıumutlu köyünden gelen taksi ile Başpınar'a götürdüler. Oradan da helikopter ile Erzincan Devlet Hastanesi'ne yatırdılar."

Eğin'in en büyük acısı gurbetçiliktir asırlardır.
Dünyamızın cenneti bu topraklarda acılar eksik olmaz. 1886 Temmuz'unda sel felaketi. 1907 yılında korkunç bir yangın ve yine 1926'da ve 30 Ekim 1987'de ünlü çarşıyı da yok eden bir başka yangın!
Eğin'in her yanını, neredeyse her caddeden, sokaktan, bahçeleri de dolanan, çağıldayarak beton arklardan akan sulara karşın hep ateş galip gelmiştir!

Erzincan ilinin Kemaliye ilçesine bağlı, eski bucak merkezi Başpınar köyü ve yöresindeki 23 köyü ilçeye bağlayan köprü 25 yıl önce Keban Baraj Gölü'nün altında kaldı. Ulaşım, binbir zorlukla feribotlarla sağlanmaya başlandı. Ve kış aylarında suların çekilmesiyle feribotlar çalışamaz oldu ve 23 köy kaderleriyle başbaşa kaldı!
Devletin hiçbir birimi bunun çözümüne, acıdır, yanaşmadı! Devlet ayıp işler mi insanlarına karşı, işlememesi gerekir, ama işliyordu en belirgin örneği de başından attığı bu köprüdür!
Vali Recep Yazıcıoğlu'nun "Bu Sistem Değişmeli" adlı yapıtından köprüye ilişkin bölüme bakalım biyol:
"...Yıllardır bu problemin ilgili makamlara anlatılmasından bavullar dolusu evrak ve belge oluşmuş, fakat çözüm çıkmamıştır. Merkezi idare, köprü açıklığının 300 metre olduğunu gelip tespit etmekte, yüksek maliyet çıkınca bu problemi çözmekten vazgeçmektedir.
1933 yılında Özel İdare'nin öncülüğünde hazırlanan proje için, Devlet Planlama Teşkilatı, Doğu'ya Destek Programı, yöre halkı ve özel idarece sağlanan 5'er milyar lira ile toplam 20 milyar finans temin edilmiştir. Vadi içinde dağ patlatılarak, toplam 150 bin metreküp dolgu açıklığı yapılarak, köprü açıklığı 60 metreye düşürülmüştür. Bu mesafeyi çelik panel köprü ile geçecek şekilde tasarlandı..."
Ne ki kimse inanmıyordu bu düşüncenin gerçekleştirileceğine. En bilmişler bile "Olmaz... Yapılamaz... Boşa yorulmayın" diyorlardı. Bu işle ilgili birimler maliyet çıkarıyorlardı: 1 trilyon!..
Ve yapımcıların, azimlilerin elinde ise, o sıralarda tastamam 20 milyar vardı!
Bu köprü için, abartmadan belirtiyorum, bir destan yazılır.
O olmayan yollardan tüm malzemeler getirildi, çelik köprü karada hazırlandı, ama nasıl oturtulacaktı o lenduha çelik köprü iki yakaya?
Acaba "Olmaz" diyenler mi haklı çıkacaktı? Eğer olmazsa nice kişiye laf da çıkacaktı, halk katılımı darbe yiyecekti.
O gün gelip çattı.
Ne ki tüm olumsuz koşullar da orada "içtima" etmişlerdi, hava bozuktu, dehşet bir rüzgar esiyordu. Yol Ferhat'ları o lenduha çelik köprüyü karadan ufak feribota yüklemişlerdi bazı parçalar ekleyip... Düşünülmeyen, hesaplanmayan ve de akla gelmeyen aksilikler de rüzgar gibiydi! O fırtınada ya kayarsa feribot, haller n'icolurdu? Yürekler sanki durmuştu, valisinde, kaymakamında, işi yapanlarda ve meraklı izleyicilerde. Onlar bir tepenin başındalar, ellerinde telsizler ve dürbünler. Teknisyenlerin konuşmalarını telsizden dinliyorlar. Ve rüzgar daha da hızlandı, üstelik bu aktarım, suyun bardakta durduğu gibi duracağı biçimde hesaplanmıştı ve su kaynıyordu ve gece oldu, işi bıraktılar.
Ve feribot deli gibi bağlandı her bir yanından, evlere dönüldü. Teknolojiye ve Tanrı'ya havale edildi her şey!
İlgililer o gece pek rahat uyumadılar, kimisi hiç uyumadı ve sabahın köründe dar attılar kendilerini yapım yerine.
Ve gördüler ki...
Ve gördüler ki köprüyü taşıyan feribot yetmiş santim karaya doğru kaymış!.. Çelik halatlar demir bağlantıları bile parçalamış fırtınadan, amma olumlu parçalamadır bu, karaya doğru yetmiş santim yaklaştıran ve sonra çekmeye başladılar, insan gücü, inanç varsın fazla olsun ve "azim"le, o lenduha çelik köprü artık iki yaka ortasındadır ve gerisi hemen yapıldı ve köprü gerçek köprü oldu halk için...
Kimileri bu başarı karşısında ağladıysa dağların tepesinde kime ne? "Ağlamak yiğit başınadır?" diyordu bir ozanımız.
Emekler helali hoş olsun.
Ve 13 Eylül 1997'de devlet de köprü başındaydı açılış için... Olmaz diyenler, 1 trilyona çıkar diyenler de ve köprü 100 milyara malolmuştu!
Bu aslında köprü değil, halkın katılımının, yerel yönetimin zaferiydi.
Gereksinim yerinde saptanmış ve yerinde daha ucuz, daha ekonomik çözüm yolu bulunabileceğini göstermişlerdi ve devlet, o köprü başında bu mucizeyi görünce, aynı yöntemle yapılmakta olan iş için 50 milyarı gözden çıkarmıştı!
Ferhat'lar dağları kayaları inançla deliyorlar türlü yoksunlukların rağmına!.. İki kilometre kaldı. O bitince on kilometre düz yol açılacak Divriği yolu bağlantısına kavuşmak için. İnanıyorum ki bu aşk / inanç / direnç bu yolu on günde yapar - içimden geldi, Karayolları'na inat -.

Başbakan Yardımcısı DSP Genel Başkanı ve eşi, köprünün açılışına askeri bir helikopterle gelip döndüler. Bay Ecevit, yerli makam otosu türküsü söylüyor aylardır ve yerli bir minibüse biniyor! Hava taşıtlarına taaa çocukluğumdan beri merakım var. Şimdi Sayın Bay Ecevit'e soruyorum, neden karayoluyla gitmediniz Erzincan'dan ya da Elazığ'dan, gitmediğiniz için Kemaliye / Ilıç karayolunun o anlatımsız rezilliğini ve Karayolları'nın yıllardır 32 kilometrelik yolu hala neden yapmadığına, yapamadığına, bu utanca tanık olmadınız?
Açtığı kısacık tüneli bile değil asfaltlamak, bir grayderle düzeltmediğini göremediniz!
O yollardan geçenler bu vatanın insanları değil mi? Bu kepazelik bu halka nasıl reva görülür, onların can güvenliği sizinki kadar değerli değil mi? Ve acep meraklanıp sordunuz mu bir helikopterin oraya kaça gidip döndüğünü? Hesabım doğruysa açıklayayım, yanlışım varsa lütfen düzeltin, "iki sorti ve havada kalış"la bırakın yıpranma payını size ve sayın eşinize en hasından diyelim, bir Mercedes alınırdı ve yine sanırım biraz da artardı! Lütfen artık yerli makam otosu "edebiyatı"nı kesiniz efendim. İnsanları sonsuza kadar aldatmak "olası" değil!

Yarın: Her yerde Atatürk

Yazarlar