Editörün Seçtikleri Yaşasın Dignitad ola Küba

Yaşasın Dignitad ola Küba

21.03.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yaşasın Dignitad ola Küba

Yaşasın Dignitad ola Küba

Fidel Castro ile buluşmamız gezimizin en heyecanlı yanıydı. Onunla kırk yıllık dost gibi sohbet ettik. Castro da bütün Kübalılar gibi, sıcak, sevimli, alçakgönüllü, doğal. Aynı zamanda esprili ve hazırcevap

KÜBA maceramızın sonundan başlıyorum yazıya... Çünkü sonu en güzel yanı.
Akşam üstü saat dörtte otelden ayrılmamız gerek. Biraz üzgünüz, çünkü Leyla Umar'ın bir hafta boyunca beklediği randevu bir türlü gerçekleşemedi. Umar'ın getirdiği koli koli yemek malzemelerini pişiremedik Fidel Castro için. Oysa herkes bir iş üstlenmişti, ben bile dolma sarmayı düşünüyordum.
İşte son gün gelip çattı, biz de son kez Katedral Meydanı'nda Salsa dinleyip, dostlarımıza incik boncuk almak için koşturuyoruz. Saat bir buçukta buluşma noktamıza geldiğimizde, İstanbul Küba Fahri Konsolosu Ünal Özüak oturduğu yerden fırlıyor, "Çabuk olun, çabuk, Fidel bizi bekliyor" diye bağırıyor. Hemen eski püskü ama mükemmel havalandırmalı taksiye atlayıp, Fidel için bavula koyduğumuz "ciddi giysi"leri giymek üzere otele gidiyoruz. Leyla Umar, Castro'nun yakın adamı Pedro Tabio'nun otomobilinde. Son derece eski, minik mavi arabayı Pedro kullanıyor. Burada politikacıların, bakanların, hatta devlet başkanının bile yanında, iki kat eğilen yağcılar, araba kapısını açan bir sürü koruma yok. Onlar kravatsız gömlekleri, montları ile arabalarını kendileri kullanıyor ve yalnız dolaşıyorlar.
Büyük ve çok sade bir taş binanın önünde duruyoruz, çantalarımız ve fotoğraf makinelerimiz arabada kalıyor. Fidel'e 450 kez suikast girişiminde bulunulmuş, bir puronun içinde bile bomba gönderilmiş.

Birkaç deri kanepe ve ahşap masadan oluşmuş çok sade bir salona alınıyoruz. Grubumuz gazeteciler (Leyla Umar, Serpil Yılmaz, Ayşenur Arslan) ve işadamlarından (Vural Öger, Hamdi Akın, Ünal Özüak, Bahri Büyükhanlı) oluşuyor. İki görevli bize içecek bir şeyler ikram ediyor. On dakika sonra kapı sakince açılıyor önce içeriye bir fotografçı giriyor sonra da yanında iki kişiyle birlikte, Fidel Castro. Üzerinde o hepimizin bildiği yeşil üniforması, yeşil kasketi, sanki bir filmden ya da tarihin derinliklerinden fırlamış gibi güler yüzüyle karşımızda işte. Öylesine bildik bir görüntü ki... Salonun ortasında ayakta duruyor, biz de etrafındayız. Önce Leyla Umar'la kucaklaşıyor. Sonra tek tek hepimizi selamlıyor.
Vural Öger, Almanca tercüman aracılığıyla yaptıkları işleri anlatmaya başlıyor. Öger Almanya'dan Küba'ya çok sayıda turist taşıyor, adeta Almanya'da bir Küba patlaması yaratmış, şimdi de bir tatil köyü ortaklığı içinde. Fidel ilgiyle dinliyor, sorular soruyor.

Sonra Leyla Umar Fidel'e bizi tanıştırıyor. Castro İngilizce konuşmuyor, ama çevirmeni hızla konuşulanları çeviriyor, sanki karşılıklı konuşur gibiyiz.
Sıra bana geldiğinde, Leyla Umar kim olduğumu anlattıktan sonra, "Kitapları çok güzel ama son romanında çok seks var" diyor. Fidel gülüyor, son derece hazırcevap ve esprili bir kişi olduğu belli, "Otobiyofrafi olmasın sakın bu kitap" diyor. Herkes gülüyor. Yalnızca "no" diyebiliyorum, Fidel Castro ile bu tür bir diyalog içinde olduğuma inanamıyorum. Fidel Castro hepimizle sohbet ederken bana dönüp "Sen hiç Türk'e benzemiyorsun, Türkler aslında Kübalılara benziyor" diyor.
Leyla Umar, Castro'ya, "Lütfen söz ver Fidel, bu adamların tatil köylerine iki kattan fazla izin verme, Küba'nın güzelliğini bozmasınlar" diyor. Bir ara Leyla Umar ve Castro başbaşa verip fısıldaşıyorlar. Umar, Fidel'e Hillary Clinton'a yazdığı mektubu anlatıyor. "Bak Hillary, kocana söyle, zaten Fidel de Clinton'a Lewinsky olayında destek verdi, o da şu ambargoyu kaldırsın, çoluk çocuğa yazık" dediğini söylüyor. Fidel'in cevabını bilemiyoruz. Fidel, Umar'ın yine baharat getirdiğini öğrenince, "Evim baharatla doldu" diye gülüyor. Yarım saat boyunca eski dostlarmış gibi neşeyle konuşuyoruz, o, kimimizin saçını okşuyor, kimimizin sırtını sıvazlıyor. Fotoğrafçı durmadan fotoğraf çekiyor, fotoğraf için yanına yaklaştığımda, içgüdüsel olarak başımı omuzuna dayıyorum, gülüyor, bana sarılıyor. Sonunda Panama Cumhurbaşkanı'nın yan odada beklediğini söylüyor ve bizimle birlikte asansöre binerek binanın dışına kadar geliyor. Hepimizi tek tek öpüyor. O sırada fotoğrafçı film değiştiriyor, kenarda kalıyorum ki, sıra bana gelene kadar filmi taksın. Ama ne şans... Fidel beni çekiyor, iki yanağımdan öpüyor ve "Dilerim kitabınız İspanyolca'ya da çevrilir" diyor.
24 saat süren dönüş boyunca Fidel'in sıcaklığını, alçakgönüllülüğünü, karizmasını, esprilerini, güzel yüzünü, gözlerini konuşuyoruz. Leyla Umar "genç olsaydım aşık olurdum" diyor. Ona hemen itiraz ediyoruz, "her yaşta aşık olunabilir, hele Fidel'e" diyoruz.

YARIN:

Yazarlar