Editörün Seçtikleri Zamanın zamanı

Zamanın zamanı

23.12.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Zamanın zamanı

Zamanın zamanı


Prof. Dr. İbrahim CANAN


       Mülk Suresi'nde, Cenab - ı Hak, ölümü de hayatı da bizleri imtihan için yarattığını ifade etmektedir. Zilzal Suresi'nde ise: "Kim zerre miktar hayır yapmış ise onu görecek, kim de zerre miktar şer yapmış ise onu görecek" demek suretiyle, mezkur imtihanın, en küçük fiilimize bile şamil olduğu belirtilmiştir.
       Ayet - i kerime gösteriyor ki ahiretteki sorumluluğumuz, "zaman"la ilgili bir sorumluluktur. Yani en küçük bir amelden bile hesap vermek, en küçük zaman biriminden hesap vermek demektir, zira amellerimiz zaman içinde cereyan eder.
       Şöyle de söylenebilir; insanoğlu hayır veya şer, her amelini zaman içinde yaptığı için yeryüzünde, hayatı boyunca geçirdiği her anından zerre zerre hesap verecek demektir. Nitekim bir hadiste "Kıyamet günü, 5 şeyden hesap vermedikçe Allah'ın huzurundan ayrılmayacaksınız denir. Hadis devam eder: "Hayatınızdan, gençliğinizden, nasıl kazandığınızdan, nasıl harcadığınızdan, ilminizle ne derece amel ettiğinizden." Aslında bu soruların hepsi zamanla ilgilidir.
       Ahirette vereceğimiz hesabın bu yönüne öncelik vererek, Allah'ın önünde zaman merkezli bir muhakemeden geçeceğimizi bilmemiz, ömrümüzü daha iyi değerlendirmede önem taşır.
       Her şeyden önce iyice biliriz ki ömür veya hayat denen şey, yüzbinlerce pozlardan meydana gelir bir sinema şeridi gibidir. Boş ve faidesiz geçen her anımız, bir daha geri gelmeyecektir ve Allah'a verilecek hesap sırasında karanlık bir leke olarak karşımıza çıkacaktır.
       Esasen İslam alimleri, bu manayı, Asr Suresi'nden daha açık olarak çıkarmışlardır. İmam - ı Şafii gibi büyük bir zatın: "Kuran'da başka hiçbir sure nazil olmasaydı şu pek kısa bir sure bile (insanların dünya ve ahiret saadetlerini te'mine) yeterdi. Bu sure, Kuran'ı Kerim'in bütün ilimlerini kucaklıyor" diyerek övdüğü, tebcil ettiği tek satırlık bu kısa sureden şu kısalığına rağmen müessirler, derin manalar çıkarmışlardır. Fahreddin - i Razi'nin yer verdiği bir manaya göre, bu surede, bütün insanların zaman meselesinde zararda olduklarını ifade edilmektedir. Dikkatten kaçmaması için altını çiziyorum: Sadece zamanın kötü ve şer işlerde tüketen değil, hayır işlerde geçiren müttaki kimse dahi, zaman meselesinde zarardadır.
       Bu hususu büyük müfessirimiz şöyle açıklar: "(Zamanı değerlendirme açısından) insan mutlaka zarardadır, kendisini bu zarardan kurtaramaz. Zira, zarar, sermayenin kaybıdır. İnsanın sermayesi ise ömrüdür. İnsan, ömrünü kaybetmekten nadiren kurtulabilir. Zira, her an insanı alıp götürmektedir. İnsan, zamanı kötü bir işte geçiriyorsa zararı açıktır. Mübah bir işte geçiriyorsa yine zarardadır, çünkü, mübahla geçen ömürden geriye faydalı bir eser kalmaz. Halbuki mübahla geçen zamanda, daimi bir eser bırakacak bir işle meşgul olabilirdi. Şayet taatle ve iyi bir amelle geçirdi ise yine zarardadır. Zira, her taatin mutlaka daha iyisini yapmak mümkündür. Allah'a gösterilecek saygı ve hususun dereceleri sonsuzdur, nitekim Allah'ın kahır ve gazabının mertebeleri de sonsuzdur. İnsanın bu mertebeler hususundaki bilgisi arttıkça, Allah'tan korkma derecesi de artar. Böylece, ibadete geldikçe Allah'a tazimi daha tam, daha mükemmel olur. Şu halde daha yücesi varken onu ihmal ederek düşük olanla iktifa etmek de bir nevi hüsrandır ve zarardır. Böylece anlaşılır ki, insan her ne yaparsa yapsın mutlaka zarardadır." (74)
       Sathi nazarla bakınca mübalağalı gibi gelen bu değerlendirme bir kısım hadisler çerçevesinde ele alınacak olsa mühim bir hakikatın ifadesi olduğu görülür. Dilimizde: "İki günü eşit olan kimse zarardadır" şekliyle şöhret bulan hadis dahi aynı şeyi ifade etmektedir. Resulullah aleyhissalatu vesselam bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuşlardır: "Beni Allah'a yaklaştıran ilmin artmadığı bir gün yaşayacak olsam o günü, hayırla geçirilmeyen bir gün sayarım."
       Her gün daha yüceyi, her an terakkiyi arayan böylesi bir zaman anlayışı İslama mahsus olmalıdır. Ne var ki, fiiliyatta hayatımızdan tamamen çıkmış durumda.
       Hatırlatmada fayda umurız: İslam alimleri, dinimizin teşvik ettiği meşru işlerden hangisi daha sevaplı diye münakaşa etmiştir. Mesela helal rızk için çalışmak da sevaptır, ibadet etmek de. Durumu müsaid olan hangisini tercih etmelidir? Soru şöyle de sorulmuştur: İlimle meşgul olmak da övülmüştür, ibadetle meşgul olmak da; durumu müsaid olan hangisini tercih etmelidir?
       Hatta alimlerimizle - mesela İmam Gazali'nin İhya'sında - şu münakaşaya rastlarsınız: Dua ve zikir de ibadettir, Kuran'ı Kerim'in tilaveti de; durumu müsaid olan kimse bunlardan hangisine öncelik vermelidir, yani hangisi daha çok sevap kazandırır?
       Bu soruların cevabını merak edecekler. Konumuz bu teferruata inmek değil. Ancak şu kadar söyleyebiliriz: Bu soruların kesin ve mutlak bir cevabı yok. Kişilerin hususi şartlarına göre, bu amellerden biri daha sevaplı olabilir.
       Keza dinimizin fazlaca teşvik ettiği mühim bir sünnetimiz gecelerin ihyasıdır. Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam bunu, kendi hayatında farz olarak uygulamıştır. Gece kalkışı ne ile değerlendirilmelidir? İbadetle mi? İlimle mi, başka bir şeyle mi? yani hangi meşguliyet daha sevaplıdır?
       Bunun cevabı da aynıdır: Kişiye göre değişebilir. Gece kalkıp, abdest alıp iki rek'at bir namazdan sonra, kişinin durumuna göre, dünyevi bir işle meşguliyet bile, meşguliyetlerin en karlısı bilinen "ilim"den de "tefekkür"den de daha sevaplı olabilir.
       zamanın daha sevaplı geçmesi, öncelikle böyle bir endişenin içimizi bir kor gibi yakma şartına, niyete bağlıdır. Sonra şartlara muvafık olarak vereceğimiz isabetli karar gelir.
       Ruh dünyasında zaman yangını çıkmayan insanın gündeminde hiçbir şey yoktur. Onun için hayat, şurda burda zaman öldürmekten, ömür sermayesini hebaen mansur tüketmekten ibarettir.
       Madem konumuz zamanın iyi değerlendirilmesi üzerinedir. Şu hususlara dikkat edersek daha verimli bir ömür yaşayabiliriz.
       * Hayır cihetiyle ömrünü içinde bulunduğu gün bil.
       * Her günü daha faydalı geçirmenin endişesiyle hareket et.
       * Faydasız, boş vakit geçirmemeye çalış.
       * Zuhurata tabi olma, derhal programa dön.
       * Yıllık, aylık, haftalık ve günlük programlar yap.
       * Gece için ayrı bir programın olsun.
       * İslami istirahatın şekli ve zamanı hususlarında bilgi sahibi ol.
       * Ya hayır konuş ya sükut et.
       -----------
       (74) Razi: 22/87 - 88

Süleyman’a nazire

       Bizans İmparatoru Constantinus döneminde yapımına başlanan ve oğlu Constantinus tarafından tamamlanan (360) bu yapı, 404'teki ayaklanmada yandı. Aynı yere II. Theodosios'un 415'te yaptığı kilise, 532'deki Nika ayaklanmasında yandı. Megali Eklisia, Thea Sofia ve Ayasofya diye isim değişikliklerine uğrayan bu yapının son yapımı, İmparator İustinianos döneminde başlar (532). Kudüs'teki Süleyman Mabedi'ni aşmak isteyen İmparator, bu iş için, mimarları Trallesli Anthemios'la Miletoslu İsidoros'u görevlendirir. 1000 usta ile 10 bin işçinin 5 yıl 11 ayda tamamlandığı bu muhteşem yapının açılışında, İustinianos, "Seni geçtim Süleyman" demiştir.
       15 Ağustos 553, 14 Ocak 557 ve 7 Mayıs 559'daki büyük depremlerde büyük hasar gören binanın kubbesi 6.25 metre yükseltilmiştir. 989'de kubbenin batı tarafı çökmüş ve onarılmıştır. Bugünkü kubbe 30.87 metre doğu batı eksenli, 31.87 metre kuzey güney eksenlidir. Kubbenin iç yüksekliği 55.6 metredir.
       Ayasofya'nın gördüğü en büyük hasar ise, dördüncü Haçlı ordularının İstanbul'u talanı sırasındadır. Dünyanın en zengin işlemelerine sahip Ayasofya, tepeden tırnağa soyulmuş, işlemeler sökülmüş, içi boşaltılmış, acınacak hale gelmiştir.
       1453'te Fatih'in İstanbul'u almasıyla birlikte ilk cuma namazını kıldığı bu yapı derhal camiye çevrilmiş, bazı resimler badanayla kapanmıştır. Harap vaziyetteki binayı derhal onarıp ayağa kaldıran Fatih'i, diğer padişahlar da izlemiştir. İlk tuğla minareyi ekleyen Fatih'i, II. Bayezit ve II. Selim ve III. Murat izlemiştir. Dört minareye kavuşan bu şahesere, Mimar Sinan'ın da eli değmiştir. Böyle bir eserin kıymetini bilen usta mimar, onun yaşaması için yapıyı dört bir yanından desteklemiştir.
       916 yıl kilise, 481 yıl cami olarak kullanılan bu mabet, 1934 yılında Atatürk'ün emriyle müze haline getirilmiştir.
       Ayasofya'yı bu dar alana sığdırmak elbette mümkün değil. Onunla yakından tanışanlar bilir, tanışacak olanlar da zaten anlayacaklar.

       Kıssadan hisse
       Birisi yarasaya, "Ey zayıf kuşcağız. Şu yüce güneşten habersizsin. Öylece kalakalmışsın. Bütün günün kara gece, ışıktan gözün kamaşır. Eğer Güneşle bilişsen, buluşsan, ışığından bu kadar kaçmazdın.
       Ne zamana kadar bu delikleri, kovukları yurt edineceksin? Parlayıp duran güneşe baksana! Bak da onu gör, sıcaklığını duy, zerre gibi onunla halvetlerde otur."
       Yarasa gülerek cevap verdi:
       "A bihaber, benim Güneş'le, Ay'la ne işim var? Sen, sonunda kararacak güneşe, ışığına aldanarak bakarsın.


Yazarlar