Temmuz ayı demek ‘Plastiksiz Temmuz’ demek. Her yıl temmuz ayı Dünya genelinde ‘Plastic Free July’ (Plastiksiz Temmuz) olarak kutlanıyor ve ben de gerek sosyal medya hesaplarımdan gerek ise köşe yazılarımda bu konuda farkındalık yaratmayı hedefliyorum. ‘Plastiksiz Temmuz’un bir temel amacı var, bir ay boyunca günlük yaşamda tek kullanımlık plastikleri azaltmak, mümkünse tamamen bırakmak. Ancak mesele sadece bir pipet, bir poşet ya da bir bardak değil. Mesele, alışkanlıklarımızın hem doğaya hem sağlığımıza verdiği zararın farkına varabilmek... Bu temmuz ayının gözümüzü çevreye, kulağımızı toprağa, elimizi taşın altına koyduğumuz bir ay olması dileği ile.
Çocuklarda da sessiz tehdit
Günlük hayatımızda farkında olmadan sayısız plastik malzemeyle temas ediyoruz. Gıda ambalajları, plastik şişeler, saklama kapları, makyaj ürünleri, çocuğunuzun kullandığı oyuncaklar... Liste uzayıp gidiyor. Bu ürünlerde bulunan bazı kimyasallar zamanla vücuda geçiyor. Örneğin BPA olarak bilinen Bisfenol A ve ftalatlar, hormon sistemimizi
Çocukların ne izlediği kadar ne yediği de onların gelişimini belirler. Yeme anında ekrana odaklanıldığında çocuklar tokluk sinyallerini de kaçırabiliyorlar. Bu yaz ekrana değil rengârenk tabağa odaklanan bir denge kurmaya ne dersiniz?
Okullar kapandı, yaz tam anlamıyla temmuz ayında geldi. Çocuklar artık daha çok evde ve serbest zaman dilimlerine sahip. Bu da televizyon sürelerinin arttığı, ekranların bir nevi evin fonuna dönüştüğü bir dönem demek. Peki, ekran süresindeki bu artış, çocukların beslenme alışkanlıklarını nasıl etkiliyor? Çocukluk çağı obezitesi ile ilgili araştırmalar, obezitenin çarpıcı bir şekilde arttığını gösteriyor. Veriler, Dünya genelinde 5-19 yaş arası 160 milyon obez çocuk olduğunu söylüyor. Yaz tatili, çocuklar için sadece dinlenme değil, aynı zamanda sağlıklı alışkanlıkları pekiştirme fırsatı. Ekranı tamamen hayatın dışına itmek belki mümkün değil ama onunla kurulan ilişkiyi şekillendirmek elimizde.
Örnek davranışlar sergilemek önemli
Pek çok araştırma, ekran karşısında geçirilen
Temmuz ayı geldi, yaz tam anlamıyla kendini hissettiriyor. Yaz aylarında artan sıcaklıkla birlikte sadece bulunduğunuz ortamı değil, vücudunuzu da serin tutmak önem kazanıyor. Terleme yoluyla kaybedilen sıvı ve mineraller, dengeli bir beslenme planıyla geri kazanılmalı. Bu noktada en doğal destekçiniz ise su oranı yüksek mevsim sebze ve meyveleri.
Yüksek su içeriğine sahip sebzeler ve meyveler sadece ferahlık değil, aynı zamanda lif, vitamin, antioksidan ve mineral desteği de sağlıyor. Üstelik mevsiminde tüketildiklerinde, hem lezzet hem de besin değeri açısından da maksimum faydayı sağlamış oluyorsunuz. Dünya Sağlık Örgütü’nün günde beş porsiyon meyve sebze tüketimi önerisini de bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Gelin sıcak yaz aylarının en sevilen ikililerini sağlık yönünden gözden geçirelim.
Karpuz + beyaz peynir
Yazın en bilinen ve sevilen ikilisi şüphesiz karpuz ve beyaz peynir. Bu kombinasyon sadece nostaljik bir yaz klasiği değil, aynı zamanda beslenme açısından da oldukça dengeli. Karpuzun yüksek su ve doğal şeker içeriği,
Anoreksiya nervoza, dışarıdan bakıldığında sadece “zayıflıkla” ilişkilendirilen, ama aslında çok daha derin ve çok daha sessiz bir hastalık. Arkasında çoğu zaman travmatik deneyimler, mükemmeliyetçilik, kontrol kaybı korkusu, duygusal ihmal gibi çok katmanlı psikolojik faktörler de yatıyor. Özellikle genç kadınlarda giderek yayılıyor
Anoreksiya nervoza tanımı, beden algısında bozulma, kilo alma korkusu ve ciddi enerji kısıtlaması ile karakterize bir hastalık. Kişi kendini ne kadar zayıf olursa olsun kilolu algılayabiliyor. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (APA) DSM-5 tanı kriterlerine göre, kişi beden ağırlığının ciddi şekilde altına düşüyor, çoğu zaman bunu egzersizle veya yemeği tamamen reddederek sürdürüyor. Ancak mesele bahsettiğim gibi sadece vücutla ilgili değil; aslında kişinin duygularını, hayat üzerindeki kontrolünü, yeterlilik hissini ve kimliğini ifade etme biçimi. Son yıllarda yapılan araştırmalar, bu hastalığın biyolojik ve nöropsikiyatrik temellere de dayandığını ortaya koyuyor.
Bu süreçte yeme davranışı giderek
Okullar kapandı, sınavlar bitti, tatil dönemi başladı diyebiliriz. Bu yaz tatil planlarını yaparken, doğayı da işin içine katmayı unutmayın. Çünkü yaz aylarında güneş kremi kadar toprakla temas etmek de sağlıklı yaşamın bir parçası. Öyle ki bedenin de zihnin de dinlenmeye hakkı var. Yani sadece nereye gittiğiniz değil, neyle temas ettiğiniz de önemli. Doğa ile iç içe geçirdiğiniz tatil günlerinin vücudunuza olan etkisine yakından bakmaya ne dersiniz?
Daha iyi ruh sağlığı
Doğada zaman geçirmek parasempatik sinir sistemini aktive ederek stres hormonu olarak bilinen kortizol seviyelerini dengelemeye yardımcı oluyor. Sustainability dergisinde geçtiğimiz aylarda yayımlanan çalışmada, doğa temelli tatillerin bireylerin zihinsel iyilik hali üzerinde belirgin bir fark yarattığı gösteriliyor. Üniversite öğrencilerinin değerlendirildiği araştırmaya göre özellikle deniz, orman, nehir gibi doğal unsurların bir arada bulunduğu ortamlar, şehir tatillerine kıyasla daha yüksek düzeyde rahatlama, daha iyi duygu-durum ve psikolojik yenilenme sağlıyor. Tatilden
Nefis bir yemeğin kokusu, sadece iştahımızı açmakla kalmıyor aynı zamanda yemeyi ne zaman bırakmamız gerektiğini de haber veriyor. Vücudu sindirime hazırlayabiliyor. Kokular da bu hazırlığın bir parçası. Peki, bu koku mekanizması nasıl işliyor? Biz nasıl davranmalıyız?
Yemek pişerken mutfağı saran o kokuları bir düşünün… Bazen daha sofraya oturmadan tok hissettirir bazen de bir tencereyi bitirmeye ikna edecek kadar iştahınızı etkileyebilir. Peki, bunun tesadüf olmadığını, burnunuzun aslında beyninize “ye” ya da bazı durumlarda “yeme” mesajı gönderen gizli bir anahtar gibi çalıştığını biliyor muydunuz?
Bu konuda bir süre önce yayımlanan yeni bir araştırma, yiyecek kokularının beynin yeme davranışını düzenleyen bölgelerini doğrudan etkilediğini ortaya koyuyor. Yani kokular sadece iştahınızı açmakla kalmıyor aynı zamanda yemeyi ne zaman bırakmanız gerektiğini de haber veriyor. İşin en ilginç yanı şu ki bu koku sinyalleri, henüz yemek ağzınıza bile girmeden, sadece kokusunu aldığımız anda harekete geçiyor.
Beynimizdeki ‘doygunluk düğmesi’
Nature
Bugün 18 Haziran... Takvim yaprakları sıcak yaz aylarını gösterse de, aslında doğal kaynaklar açısından çoktan kışı yaşıyoruz. Çünkü bugün, ülkemizin 2025 yılı boyunca sahip olduğu doğal kaynakları tükettiğimiz gün. Yani yarından itibaren, 2026 yılının kaynaklarını borç alarak yaşamaya başlayacağız.
Dünya Limit Aşım Günü (Earth Overshoot Day), bir ülkenin yıl boyunca kullanabileceği doğal kaynakları ne kadar erken tükettiğini gösteren bir tarih. Türkiye için bu tarih bu yıl 18 Haziran, Dünya genelinde ise 24 Temmuz. Kısacası, tüketim hızımız üretim kapasitemizi çoktan geçti. Sormamız gereken soru işe şu, bu tabloyu tersine çevirmek için ne yapıyoruz? Bu tarih, suçluluk hissettirmek için değil, farkındalık kazandırmak için var. Atılan küçük adımlar bu tarihin daha ileriye gitmesini sağlayabilir. Su, toprak, temiz hava, gıda... Bu limit aşım gününde tüm bunların sınırsız olmadığını hatırlatmak istedim.
Tüketici değil türetici olmak gerek
Alışveriş listeleri, dijital
Yazın gelişiyle serinleten soğuk içecekler gündemimizde. Matcha, bu noktada içecek menülerinin yeni gözdesi. Sosyal medyada her gün bir ‘yeşil kupa’ videosu karşınıza çıkıyorsa yalnız değilsiniz! Peki, nedir bu matcha ve artıları eksileri neler?
Dünyanın dört bir yanında ‘süper içecek’ ilan edilen matcha, artık yalnızca bir çay değil zihinsel odaklanmadan cilt güzelliğine kadar birçok alanda kendinden bahsettiren bir yaşam tarzı sembolü olarak tanımlanıyor. İtiraf edeyim ben de son günlerde ofisteki genç arkadaşlarımın ikramlarına hayır diyemiyorum. Ama genel fikrim şu ki, seven gerçekten çok seviyor, sevmeyen ise bir daha içmiyor.
Peki, bu yeşil toz gerçekten söylendiği kadar faydalı mı? Yoksa uzaklardan gelen, pahalı ve modası geçici bir alışkanlığa mı dönüştü? Gelin yazın ferahlığına eşlik eden bu yeşil içeceğe biraz daha yakından bakalım. Ama önce küçük bir hatırlatmayla başlamak istiyorum: Her popüler olan sağlıklı değildir, hiçbir besin olmadığı gibi her yeşilin