Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Ekonomist diye bilinmenin dayanılmaz ağırlığını çok daha derinden hissetmeye başladım 19 Şubat’tan sonra. Türkiye’de ekonomist olmak ve ekonomide sıs sık yaşanan saçmalıkları izlemek aslında yıllardan beri bunaltıcı bir işti ama ben bu sıkıntıyı hiçbir dönemde bu kadar yoğun hissetmemiştim galiba.
Bir kere, herkesin ekonomide ve piyasalarda olan biteni anlamaya çalıştığı bir ortamda, çevremdeki insanların bir ekonomist olarak benden beklediklerini verememenin sıkıntısını çekiyorum, son haftalarda. Mahalledeki bakkaldan yıllardır görmediğim dostlara kadar rastladığım herkes, "belki bu bir şeyler biliyordur", diye düşünerek sorular soruyor bana. En sık sorulanlar arasında "Dolar ne olacak?", "Falanca bankadaki paramı çekeyim mi?", "Bu kez tam mı battık?", "Derviş bizi kurtarır mı?" soruları öncelik alıyor. Enflasyonun nasıl tırmanacağı, bu kez bir hiper enflasyon yaşanıp yaşanmayacağı da sıkça sorulan sorular arasında. Bunların hiçbirine net ve doyurucu cevaplar vermek mümkün değil şu ortamda.
İkinci sıkıntım, devletin tepesinde yaşanan inanılmaz olayla başlayan son krizden sonra ekonomist diye bilinen kişilerden çözüm önerileri beklenmesinden kaynaklanıyor. Bu çözüm arayışı TV ekranlarına da yansıdı, bu kez ekonomide yaşanan depremle birlikte, deprem uzmanlarının yerini ekonomi uzmanı olduğu varsayılan kişiler almaya başladı ekranlarda. Ve ekonomistler de, en az jeologlar ve deprembilimciler kadar başarılı oldular, halkı aydınlatma ya da halkın kafasını daha beter karıştırma konusunda.

Böyle bir durumda halkın kafası ister istemez karışıyor, çünkü ortaya çıkan sonuçlarla bunlara yol açan nedenler arasındaki karmaşık ilişkileri açıklamak konusunda ekonomistler arasında bir görüş birliği yok.
Çoğu insanı doğrudan ilgilendiren konularda, sebep - sonuç ilişkilerini kurmak ve açıklamak daha da zor. Örneğin zaten yoksulluk sınırında yaşarken son kur depremi sonrasında bir darbe daha yiyen ve bir çıkış yolu arayan insanlara, "başka çareniz yok, bir süre daha kemer sıkacaksınız", demek de artık çok güç geliyor bana.

Öte yandan olaya, mevcut koşulların farkında olan bir ekonomist olarak baktığımda gerçekten de başka bir çıkış yolu göremiyorum. Yani eninde sonunda bu insanların bir kez daha kemer sıkması, reel ücret kayıplarına uğraması kaçınılmaz görünüyor ama bunun neden böyle olduğunu onlara anlatmak çok zor. Hele defalarca kemer sıkıp bunun sonuçta bir işe yaramadığını, enflasyon sorununun bile aşılamadığını görmüş olan insanlara şimdi bunun zorunlu olduğunu anlatmak fevkalade sıkıcı bir şey.
Bu durumda susmanın dışında tek bir seçenek kalıyor galiba ekonomistlere: halkı bir anda rahatlatacak mucize çözümlerin bulunduğunu söyleyip insanları avutmak ve umutlandırmak. Bu da benim gibi işini ciddiye almaya çalışanların yapacağı bir şey değil.

Kemal Derviş'in başarısı için duacı olanlar kuşkusuz çoğunlukta ama gözlerini yapacağı hatalara dikmiş olanlar da var. Kişisel hırsları ya da ideolojik takıntıları nedeniyle Derviş'in tökezlemesini bekleyen ve "işte dışarıdan gelen Derviş de beceremedi", demeye hazırlananları görür gibiyim. İşte bu nedenle Derviş için kritik bir haftaya girdik gibi geliyor bana.
Birincisi, mali piyasalardaki tıkanma bu hafta da aşılamazsa şikayetler daha da artacak, sorun daha da içinden çıkılmaz bir hal alacak gibi görünüyor. Derviş ve ekibinin bu alanda atacağı adımlar ve piyasadan alacağı karşılık, bu nedenle büyük önem taşıyor. Mali piyasalara işlerlik kazandırılmasıyla birlikte bu haftaki büyük borç itfasının başarılı biçimde aşılması da önemli.
İkincisi, IMF ile yapılması beklenen çerçeve anlaşmanın umulduğu gibi gerçekleşmesi ve bu çerçeve içinde IMF'den ve diğer kaynaklardan sağlanacak desteğin belirlenmesi de Derviş açısından çok önemli.
Derviş bu hafta içeride mali piyasalarda ve dışarıda destek arayışında etkili ve başarılı olduğunu gösterebilirse konumunu iyice sağlamlaştırır ve tökezlemesini bekleyenleri düş kırıklığına uğratabilir. Aslında bunun Derviş'e haksızlık olduğunu biliyorum ama bu haftayı elle tutulur bir sonuç almadan geçirirse Derviş'in işinin hayli zorlaşacağını düşünmeden edemiyorum.

Türkiye kendi krizini aşmaya çalışırken dünya ekonomisinde de işler giderek karışıyor ve global bir resesyon olasılığından söz edenlerin sayısı artıyor. Petrol İhracatçısı Ülkeler Örgütü(OPEC)in fiyatları yüksek tutmak için üretimi yeniden kısma kararı karamsarlığı daha da artırdı. Yandaki grafikte de görüldüğü gibi petrol fiyatlarının yükselmesi ABD'de ve Euro bölgesinde ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkiliyor. ABD'de ve Euro bölgesinde bir yavaşlamanın zaten başlamış olduğu ortamda petrol fiyatlarında meydana gelecek yeni bir artışın sorunu daha da ağırlaştırmasından kaygı duyuluyor. Petrol fiyatlarındaki olası artışların çıkmazdaki Japonya'yı ve Türkiye'yi de olumsuz etkilemesi kaçınılmaz görünüyor.

ABD'de Dow Jones Endeksi 10.000 puanın, Nasdaq 2.000 puanın altında sürünmeye devam ederken bir "resesyon" bekleyenlerin sayısı da artıyor. Bütün umutlar Federal Rezerv Bankası Başkanı Alan Greenspan'in bu hafta yapacağı faiz indirimine odaklanmış durumda. Faiz indirimi de umulan etkiyi yapmazsa durum daha da kritik bir hal alacak.
Resesyonun gündemde olmadığı Avrupa'da ise Euro'nun bir kez daha dolarzede olması ve 90 centin altına düşmesi tedirginlik yaratıyor. Çoğu tahmincinin 2001 yılında 1 doların üstüne çıkmasını beklediği Euro'nun süregelen zaafiyeti çoğu kimseyi kaygılandırıyor.

Bu hafta gösterime giren Çikolata adlı hoş filmde Juliette Binoche, Fransa’nın değişimi reddeden dindar ve muhafazakar bir kasabasında çikolata dükkanı açma cesaretini gösteren bir kadını, Vianne’ı canlandırıyor.
Yıllardır monoton bir yaşama hapsolmuş kasaba halkına, ürettiği nefis çikolatalarla farklı tatların ve yaşam zevklerinin bulunduğunu gösteren Vianne sonuçta değişimin de öncülüğünü yapmış oluyor.
Bu filmi izlerken bile Kemal Derviş’i aklımdan çıkaramadım ve çikolatanın yerine neyi koyabileceğini düşündüm.