Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


     Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) komuta kademesinin en üst basamağındaki iki komutanın açıklama ve konuşmaları geçen haftaya damgasını vurdu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün bir grup "akredite gazeteci"yle yaptığı toplantıda söyledikleri ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın "Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik" sempozyumunu açarken yaptığı konuşma, üzerinde durulacak nitelikteydi. Her iki komutanın konuşmalarını tam metinlerinden dikkatle okuyunca, TSK komuta kademesinin duruşu ve tavrı konusunda çok daha iyi fikir sahibi oldum. ABD'nin şimdi Irak'ta hayata geçirmeye çalıştığı "demokratik emperyalizm" uygulamasının teorisyeni ve ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'in bizim komutanlara neden kızdığını da daha iyi anladım bu konuşmaları okuyunca. Özellikle Org. Büyükanıt'ın konuşması, Bay Wolfowitz'in bizim komutanlara öfkelenmekte hiç de haksız olmadığını düşündüren boyutlar taşıyor.
     
     ANAHTAR SORULAR
     Aslında konuşmasında, küreselleşme sürecinde ortaya çıkan yeni tehditleri değerlendirirken ABD'nin adını anmamaya büyük özen göstermiş Org. Büyükanıt. Çoğu yerde, daha çok ABD'ye atfedilebilecek tavır ve davranışlardan söz ederken bile ABD yerine "gelişmiş ve güçlü devletler" deyimini kullanmayı yeğlemiş. Örneğin şöyle bir soru soruyor Org. Büyükanıt:
     "Gelişmiş ve güçlü ülkelerin tehdit algılamaları ile, gelişmekte olan ülkelerin tehdit algılamaları, aynı eksende çakışabilir mi? Yoksa, gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin tehdit algılamalarını koşulsuz kabul eden ülkeler konumunda mıdırlar? Güçsüz ülkeler, bu ithal malı tehdit algılamaları üzerine kurdukları ulusal güvenlik politikaları ile ne kadar güvenlidirler?.. Acaba güçlü ülkeler, kendi ulusal çıkarları yönünde tanımladıkları tehdit algılamalarını, güçsüz ülkelere dayatarak, o ülkelerin ulusal çıkarlarına zarar verecek yaklaşımlar içinde mi bulunuyorlar?"
     Org. Büyükanıt'ın "güçlü ülkeler" diye andığı ülkelerin en güçlüsü ABD, kendi tehdit algılamasına göre, büyük özverilere katlanarak ve tüm dünyanın güvenliğini düşünerek(!) savaşmayı bile göze alırken Türk Genelkurmayı'nın iki numaralı komutanı, bu tavra derin bir kuşkuyla yaklaştığını gizlemiyor. Org. Büyükanıt'ın kuşkuları bununla sınırlı kalmıyor, küreselleşmenin gündeme getirdiği ekonomik yaklaşımı da şöyle sorguluyor Org. Büyükanıt:
     "Küresel boyuttaki bu ekonomik yaklaşım acaba, uluslararası sermayenin, ulus devletten kaynaklanan bir dirençle karşılaşmadan, tek yönlü küresel pazarlara ulaşma amacını mı taşımaktadır? Başka bir ifade ile, gelişmekte olan ülkelerin ulusal güvenlik politikaları, bu yaklaşımlar önünde birer engel midir? Ve acaba gelişmekte olan ülkelerde yaratılmaya çalışılan mikroetnik çatışmalar, ulusal direncin zayıflatılmasında birer vasıta olarak mı kullanılmaktadır?"
     
     NASIL BİR KÜRESELLEŞME
     Bu sorular Türk Genelkurmayı'nın bazı konularda neden özel bir duyarlık gösterdiğinin ipuçlarını verirken, küreselleşmeye kategorik olarak karşı olmadığını vurgulamaya özen gösteren Org. Büyükanıt, şu önemli saptamayı da yapıyor:
     "Küreselleşmede, ülke çıkarları yönünde, özgün yaklaşımlar ve bu yaklaşımların stratejik sonuçları güçlü ülkelerin amaçları ile çatışabilir. Ve belki de bu kaçınılmaz hale gelebilir. Ancak çıkarlarını küresel çıkarlarla uyumlu hale getirebilen ülkeler barış içinde yaşayabilecekler, aksi durumlarda, sürekli güvenlik endişesi içinde yaşayacaklardır."
     Küresel anlamda güvenli bir uluslararası yapının henüz oluşmadığını belirten Org. Büyükanıt, Avrupa Birliği ile bütünleşmenin Türkiye için "jeopolitik ve jeostratejik açıdan bir zorunluluk" olduğunu da vurguluyor.
     Org. Büyükanıt'ın konuşmasında ABD'nin adı hiç anılmıyor ama konuşmanın bütünü okunduğunda bunun, ABD'nin, Wolfowitz gibilerin akıl hocalığında dünyaya empoze etmeye çalıştığı küresel düzen modeline karşı çok ciddi kaygılar besleyen ve bu küresel düzen anlayışına alternatif arayan birinin konuşması olduğu anlaşılıyor. "Türkiye hatasını tamir etmeli" diye düşünen takımın ve Paul Wolfowitz'in Türk komutanlara fazla sempatiyle bakmamalarını da bu koşullarda doğal karşılamak gerekiyor.
     
     Paul Wolfowitz'e en yakın meslektaşımız olan Cengiz Çandar, Türkiye'deki tüm askeri darbelerin ABD'nin ve Pentagon'un onayıyla gerçekleşmiş olduğunu hatırlatarak, şimdi gelinen noktada Pentagon'un yeni bir askeri darbeye kefil olmayacağını belirtti ve şunları yazdı: "Bundan sonra, şayet olacaksa, Türkiye'deki bir askeri darbe fazlaca 'ulusal' yani 'yerel' olmak durumundadır... Dahası Türkiye'de bir askeri darbe doğrudan doğruya Amerika'ya karşı olmak durumundadır ve onu hedef aldığı anlamına gelir."
     
     TOBB Genel Kurulu'nda konuşan Başbakan Erdoğan, TC Merkez Bankası Başkanı Serdengeçti'ye kendi üslubu içinde resti çekmiş, "döviz toplamakla bu iş çözülmez, faizleri düşür arkadaş" demek istemiş. Sanayi Bakanı Ali Coşkun ise "faizleri düşürün" diye baskı yapan işadamlarından şöyle yakınmış: "Arkadaşlar hep beraber Merkez Bankası özerk olsun demedik mi? Şimdi biz nasıl müdahale edelim buna? Ama tahrik ediyorlar bizi."
     Döviz kurlarının düşüşü sürerken önce ihracatçı kesimin neşesi kaçtı, "bu gidişe bir çare bulun" tahrikleri başladı. Dalgalı kur rejiminde kura doğrudan müdahalenin mümkün olmadığı hatırlatılınca bu kez çarenin faizleri düşürmek olduğu ortaya atıldı ve "faizleri düşürün" korosu konserlerine başladı. Faiz indirimini sihirli reçete sanan bu koro için amaç, günü kurtarmak, döviz fiyatını derhal yukarı çekmekti. Merkez Bankası'nın program hedeflerini, enflasyon beklentilerini, faizlerin yıl sonuna kadar izleyeceği seyri ve daha birçok değişkeni hesaba katarak faizleri belirlemek istemesi ise çıldırtıyordu "faizleri düşürün" korosunun mensuplarını. Türkiye'de siyasi iktidarlar çoğu kez bu tür günü kurtarma lobilerinin baskı ve tahriklerine boyun eğdiği için ekonomik istikrar sağlanamıyor yıllardır. Şimdi, tam da istikrar umudunun belirdiği bir ortamda, Merkez Bankası'na baskı yapılarak bu umudu yok etmek istiyorlar.