YÜRÜYEN ADAMIN ESRARENGİZ SERÜVENİ…

Eski usul filmlere yenilik getiren “A Walk Among the Tombstones” filminin yönetmeni Scott Frank, polisliği bırakarak özel dedektiflik yapan Liam Neeeson’ın maceralarını bol aksiyon sahneleriyle destekleyerek, perde karşısındaki seyircilerin metamorfoz geçirmelerine vesile oluyor. Bizi merakta bırakan film, kene gibi yapışıveriyor üzerimize… Neler olacağını kestiremediğimiz filmde, anlamsız olaylar birbirini kovalıyor ve o olaylara anlamlar yüklemeye çalışıyoruz.

Liam Neeson’ın oynadığı filmler her zaman bellidir, Neeson genelde yönünü değiştirmeyi sevmez. Kendini iyi tanıyıp kavrayan Neeson sorunlu ve soğuk tipleri oynamayı sevdiği için, filmlerine de aynen o soğukluk yansır. Neeson silahı alır eline ve namlusunu bize doğrultur. Bağımsız gerilim filmlerinin başoyuncularından biridir. Tansiyon, heyecan, kovalamaca hepsi gırla…

Haberin Devamı

Lawrence Block'un yazdığı Matt Scudder'ın maceralarından oluşan serinin 10. kitabının beyazperde uyarlaması olan “A Walk Among the Tombstones”da, Neeson yol boyunca yürür. Yürüyüşü insanı öyle bir gerer ki, bir sonraki sahnede neler olacağını merak etmeye başlarız, bir polis gibi kuşatır etrafımızı… Neeson filmde eski bir polisi canlandırır. Yönetmen Scott Frank, kamerasını Neeson’ın yürüyen ayaklarına yönlendirerek, bize bir şeyler ima etmeye çalışır. Tabi yönetmen Neeson’ı, çerçeveye uzak plandan sokar, bunu yapmasının sebebi de şüpheli olaylar ile izleyicinin kafasını karıştırmasıdır. Zekice elementlerle donatılan film, kendi iklimini yaratmak adına, bağımsız parçalardan yararlanır. Mesela segmentlere ayrılan film, karakterlerin özgün hikâyeleriyle, ana hikâyeyi birbirine sıkıca bağlar, hatta düğüm atar. Yer altı karakterlerini de filme monte eden Frank, karakterlerin işkence çeken ruhlarını ortaya koymak için, sıradan olayları sıradışına dönüştürerek, olayların akışını değiştirir. Olaylar sadece belli bir çizgide akmaz, olaylar zincirleme olarak birbirine bağlandığından kurgudaki hareketlilik, onların bir şerit üzerinde yol almasını sağlar.

Karmaşık bir şablona sahip olan hikâye, öldürülen kadınlar hakkında, derin bir inceleme yapar, o incelemeye göre; kadınlar belirli bir sebepten ötürü mezarlığa bırakılmışlardır. Aslında hikâyenin bu tarafı oldukça klişedir, çünkü öldürülen kadınların mezarlığa atılması orijinal bir buluş değildir, ama ona rağmen film bayağı şaşırtıcıdır. Genelde ölüler mezarlığa bırakılıp yeniden canlandıkları zaman aklımıza ‘sert zombie’ filmleri geliyor, ister istemez zombieler ile bağ kuruyoruz. Gizem, macera, cinayet üçlüsünden oluşan film, aslında şunu aktarıyor seyirciye: Karakterlerin yaptığı yanlışları teker teker perde önüne koyarak, cinayet şebekesinin kurbanı haline gelen, şebeke kadınlarının neden işkence gördüklerini kendi yöntemleriyle çözmeye çalışan Neeson’ın kanlı macerasına yöneliyor. Yani başka bir deyişle film; uyuşturucu çetelerinin işlemiş olduğu cinayetleri, aydınlatma çabasını anlatıyor. Bakalım anlatabilmiş mi?

Haberin Devamı

Vahşice ölüme mahkûm edilen kadınların suçu nedir diye soran Neeson, New York'un arka sokaklarında dehşet saçan katilleri bulmak için, amansız mücadele verirken, arkadan çalan müzik ise ortamı daha da sıkıntılı hale getiriyor, o müzikler çalınca anlıyoruz ki çok kötü şeyler olacak. Yalnız filmin bir yerinde büyük bir kusur var, o da eski polis Matt’i canlandıran Neeson’ın güçsüz ve savunmasız oluşu. Eski bir polis nasıl savunmasız olabilir ki? Olmaması lazım, zira bu Neeson için büyük bir eksi, o eksi hanesine yazıldı bile… Neeson önce yaşlılığını bahane ediyor diye düşünüyoruz, ama sonra Neeson’ın gerçekten kendini koruyamadığının farkına varıyoruz, işte Neeson bu yüzden hep dayak yiyor. Çok ciddi bir çelişki bu! Yüzüne darbe alışına ise söylenecek uygun bir söz yok. Neeson tıpkı şaşkın bir polis gibi…

Haberin Devamı

Filme yer yer yumuşak bir hava katmak için, küçük zenci bir çocuk ile Neeson’ı aynı merkeze yerleştiren yönetmen, o çocuğu Neeson’ın geçmişini hatırlaması adına senaryoya müdahil ediyor, akabinde de, Neeson’ın, polisliği, geçmişinde yaşadığı bir hata yüzünden bıraktığını öğreniyoruz. Ayrıca çocuğun Neeson’a yardım ediyor oluşu da, filmin çıtasını arttırıyor. Bu dostluk yönetmen tarafından iyi düşünülmüş! Hatırlarsanız “Leon” filminde de buna benzer bir durum söz konusuydu.

Sonuç olarak; “A Walk Among the Tombstones” Liam Neeson’ın oyunculuğunu ustalıkla sergilediği kendi çapında bir film… Filmin en güzel yanı, yönetmenin gözetleme tekniğine benzer bir şekilde çektiği estetik sahnelerin, bir kadına yapılanları sadistçe perdeliyor oluşu… Katilin duyduğu hazza ne söylenir, orasını hiç bilemiyoruz! Sadist katilin gözünden gördüğümüz sert sahnede, kurbanın haykırışlarını ve çaresizliğini tüm yalınlığıyla yansıtan yönetmen, ilginç bir film yaptığını, zaten bu şekilde beynimize kazımış oluyor. Liam Neeson’ın oynadığı filmlere alışık olanlar, ne demek istediğimizi eminiz ki kavrayacaklardır. Film olmuş mu olmamış derseniz, yorumu size bırakıyoruz.

twitter.com/Cine_Deseo