R.Hakan Kırkoğlu

R.Hakan Kırkoğlu

pembenar@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Edebiyat ve Astroloji birbirine gizli bağlarla örülüdür

Astroloji bizim gibi sonlu yaratıklarla sonsuz yaratım arasında bir iletişim köprüsü gibidir. Evren sürekli bir yaratım ve yıkım süreci içindedir. Yıldızlar da doğar ve sonra kendi içlerine çökerek ölürler hatta bazıları gerisinde belki başka evrenlere geçişler yaratırlar. Biz insanlar da kendi dünyamızda sürekli tekrar eden, bize göre evrensel temalara sahibiz. Ölüm ve yeniden doğum başta olmak üzere, eski ve yeni, yaşlı ve genç, adalet ve adaletsizlik, her türlü şiddet ya da merhamet duygusu, bu ve benzeri temalar çağlar boyunca tekrar eden temalar oluştururlar. Hayatımız bu temaların çevresinde, iniş ve yükselişlerinde dalgalanır ve ne ilginç ki yıldızlar, eğer fark edebilir isek, bu her daim dönen gökkubbede, belirli hikayeleri, temaları farklı renklerde karşımıza çıkarırlar.

Haberin Devamı

Yıldızların izleri

İşte bu küçük farkındalıklardan birisine geçtiğimiz günlerde, yazar Şebnem İşigüzel’in konuk olduğu bir edebiyat söyleşinde tanık oldum. Söyleşinin çatısı 18. yüzyılın son çeyreğinde, İngiliz kırsalında doğan ve kısa ömründe iz bırakan eserler veren Jane Austen’in Gurur ve Önyargı (Aşk ve Gurur olarak da dilimize çevrilen) romanı ile Şebnem İşigüzel’in Gözyaşı Konağı, Ada 1876 romanı arasında gidip gelen yansımalar, paylaşılan hassasiyetler ve doğal olarak kadının toplum içindeki durumu üzerine idi. Biz astrologların doğal itilimi zamanın kalitesini, içeriğini ve insan bilincini fark etmektir ve kuşkusuz Edebiyat ve Astroloji arasında görünmeyen gizli bağlar vardır, zira her ikisinin de nesnesi insan bilinci, insan kurgusu ve bunu anlatma, dile getirme isteğidir.

Yıldızların izleri

Yıldızların anlattığı öyküler

Günlük hayatımızda zamanı doğrusal algılasak da, astroloji bize döngülerden, tekrar eden temalardan, bilincimize yansıyan arketiplerden bahseder. Jane Austen’in doğduğu günün (16 Aralık 1775) yıldızlarına baktığımda tutku ile beslenen, obsesif ve odaklı bir tutum getiren Antares yıldızının çok önemli bir yeri olduğunu görürüz. Antares, Austen’in doğum gününde Güneş’ten önce yükselen yıldızdır ve bu yıldız hayata getirdiğimiz ve taşıdığımız temel hikayeleri anlatır. Kuşkusuz bu şiddetli ve güçlü yıldız, aynı zamanda bir kraliyet yıldızı olarak bilinir, ona yorulmak bilmeyen bir enerji ile kendi çağının koşulları içinde kadının bağımlılık durumlarını, sosyal konumunu belirli bir ironi ve espri ile irdeleme imkanı vermiş olmalı. Haritasında yükselen Başak zayıf sağlık ve eleştirelliği sergilerken, Yay burcu olması ve Terazi burcundaki Ay’ının konumu ilişkileri ve bu yöndeki duygusal ihtiyaçları öne çıkarmakta. İletişim gezegeni Merkür de, Antares ile paran ilişkisi içinde ki, bu özellikle odaklı bir zihinselliğe ve kurcalayıcı bir zekaya işaret etmekte.

Haberin Devamı

Bizler farkında olmasak da, kendi sonlu hayatlarımızda yıldızların işaretlerini sonsuzluğa taşırız. Ne ilginç ki İşigüzel’in yıldızlarına baktığımızda yine Güneş’in Antares ile ilişki içinde olduğunu görürüz. Romanlarında kadının yaralanmışlığını, tabuları ve eril enerjinin ezici yönlerini ele alan İşigüzel’in Gözyaşı Konağı eserinde kendi kaderine başkaldıran bir kadının erkek egemen kültür içindeki yeri konu ediliyor. İki yazar arasında nerede ise tam 200 yıl var ama kadını ilgilendiren koşullar yıldızların bıraktığı izler içinde benzer yerlere işaret ediyor. Astroloji bize ortak hikayelerimizi, kahramanlıklarımızı ve alçak yönlerimizi farklı biçimlerde işaret etmeye devam ediyor. Astroloji’yi bilincimizin bir yansıması olarak gördüğümüzde, kozmos içinde, kendimizi, kendi psişemizi ve bunu çevreleyen dışsal koşulları daha iyi anlayabilir ve belki de yaralarımızı ve travmalarımızı yıldızların hikayelerinde yeniden yeniden okuyabiliriz.