Ekonomi Yılmaz: Dalgalı kur rejimi, krize karşı direnci artırdı

Yılmaz: Dalgalı kur rejimi, krize karşı direnci artırdı

22.07.2010 - 15:51 | Son Güncellenme:

.

Yılmaz: Dalgalı kur rejimi, krize karşı direnci artırdı

Merkez Bankası(MB) Başkanı Durmuş Yılmaz, Türkiye’nin krize karşı direncini artıran faktörlerden birinin “dalgalı kur rejimi” olduğunu söyledi. Türkiye’nin 2001 yılından bu yana gerçekleştirdiği yapısal dönüşüm ve politika uygulamaları sayesinde geçmişte yaşanan krizlerin aksine, küresel krize önemli bir direnç göstermeyi basardığını vurgulayan Yılmaz, bu direncin nedenlerine bakıldığında dalgalı kur rejimi uygulamasının Türkiye’ye kazandırdığı esnekliğin ön plana çıkan etkenlerden biri olduğuna dikkat çekti.
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, Konya’da KTO Karatay Üniversitesi tarafından düzenlenen “19’uncu Dünya İşletmecilik Kongresi’nde” konferans verdi. Yılmaz yaptığı sunumda, küresel krizin ekonomiler üzerindeki etkisinin temel olarak üç kanal üzerinden ortaya çıktığını vurgulayan Yılmaz, bu kanalları dış ticaret, dış finansman akımları ve beklentiler olarak özetledi. Türkiye ekonomisinin yapısal özellikleri nedeniyle, küresel krizden her üç kanal üzerinden de olumsuz yönde etkilendiğini belirten Yılmaz, “Ekonomimizin kronik olarak yasadığı iç tasarruf açığı, ihracat pazarlarımızın gelişmiş ülkelere yönelik olması, ihracatımızın kompozisyonunun ağırlıklı olarak ekonomilerin devresel hareketlerine duyarlı ürünlerden oluşması ve özel sektörün beklentilerinde ortaya çıkan hızlı ve şiddetli bozulma iktisadi faaliyette yüksek bir daralma yaşanmasına neden olmuş, ancak bu durum çok uzun sürmemiş ve Türkiye ekonomisi küresel krizin etkilerini en çabuk atlatan ülkelerden biri olmuştur. Bir başka deyişle, Türkiye 2001 yılından bu yana gerçekleştirdiği yapısal dönüşüm ve politika uygulamaları sayesinde geçmişte yaşanan krizlerin aksine, küresel krize önemli bir direnç göstermeyi basardı” dedi.

Haberin Devamı

KRİZE DİRENCİN NEDENLERİ
Yılmaz, bu direncin nedenlerine bakıldığında dalgalı kur rejimi uygulamasının Türkiye’ye kazandırdığı esnekliğin, bankacılık sisteminin sağlam yapısı, kriz öncesinde ve kriz sırasında uygulanan dengeleyici para politikası ile kriz öncesi dönemde izlenen mali disiplinin kamu maliyesine vermiş olduğu hareket alanının ön plana çıktığına değindi. Bu etkenlerin küresel krizin etkilerinin azalmaya başlaması ile birlikte Türkiye ekonomisindeki toparlanmanın küresel ekonomiye göre daha erken ve daha kuvvetli yaşanmasına destek verdiğini vurguladı. Krizin zirve yaptığı 2009 yılı ilk çeyreğinden bu yana Türkiye’nin GSYİH’sının yüzde 11, sanayi üretiminin yüzde 21 oranında arttığını, işsizlik oranının ise 3 puana yakırn düşüş gösterdiğini ifade eden Yılmaz halen kriz öncesi seviyenin gerisinde olmakla beraber üretim düzeyinin 2010 yılı içinde bu seviyenin üzerine çıkacağını, istihdam pisasındaki toparlanmanın ise daha uzun bir süre alacağı tahmini dile getirdi.

Haberin Devamı

FAİZ VE KUR POLİTİKASININ ÖN PLANA ÇIKARILMASI YAPISAL REFORMLARI GÖLGELER
Yılmaz, döviz kuruyla ilgili açıklamalar yaptı. Bir ülkenin para biriminin değerinin, diğer tüm iktisadi değişkenlerinin bir sonucu olduğunu kaydeden Yılmaz, faiz ve kur politikalarının ön plana çıkarılmasının, sürdürülebilir ve yüksek büyüme için ön şart olan yapısal reformların gölgede kalmasına neden olduğunu bildirdi. Kısa vadede döviz kurunun değerinin, para ve maliye politikaları ile uluslararası sermaye hareketlerinin, beklentilerin, hatta siyasi gelişmeler ile güncel konuların etkisinde belirlendiğine işaret eden Yılmaz, ancak orta ve uzun vadede para biriminin değerini belirleyen en önemli etkenin o ülkenin iktisadi performansı olduğunu kaydetti. Bu performansın en önemli belirleyicisinin ise verimlilik artışı olduğunu söyleyen Yılmaz verimlilik artışının aynı zamanda bir toplumun refahının kalıcı olarak artmasını sağlayan tek değişken olduğunun altını çizdi. Merkez Bankası tarafından aylık olarak açıklanan reel kur endeksinin seyri incelendiğinde, 2003 yılına kıyasla Türk Lirası’nın gelişmiş ülkelerin para birimlerine karşı reel olarak değer kazandığı, gelişmekte olan ülkelerin para birimlerine göre ise önemli bir değişiklik göstermediği görüldüğünü kaydeden Yılmaz, bu durumun esasında beklenen veya beklenmesi gereken bir gelişme olduğunu aktardı.

Haberin Devamı

REEL KUR ENDEKSİNDEKİ ARTIŞ, YÜKSEK VERİMLİLİK ARTIŞ HIZINDAN KAYNAKLANIYOR
Gelişmiş ülkelere karsı reel kur endeksinde meydana gelen artış, Türkiye ekonomisinde verimlilik artış hızının bu ülkelere oranla daha yüksek gerçekleşmesinin doğal bir sonucu olduğunu dile getiren Yılmaz, “Örneğin OECD verilerine göre 2003?2008 döneminde Avrupa ülkelerine kıyasla Türkiye’de çalışan basına verimlilik artısının yaklaşık 6 kat daha yüksek olduğu hesaplanmıştır. İhracat pazarlarında rakibimiz olan gelişmekte olan ülkelere karşı ise para birimimizde önemli bir değişiklik yaşanmamıştır. Bu çerçevede reel kur endeksinin gelişmekte olan ülkelere kıyasla istikrarlı bir seyir göstermesi, Türkiye’nin dış ticarette rekabet gücünü korumasına destek vermiştir. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de Merkez Bankası aldığı para ve kur politikası kararları ile ekonominin tümünü etkilemektedir. Sabit kur rejimi altında, döviz kurunun nominal seviyesini kontrol etmek mümkündür. Ancak serbest piyasa koşullarına göre isleyen bir ekonomide, takip edilen kur rejimi ve kur politikası ne olursa olsun, reel kur seviyesini kontrol etmek mümkün değildir. Zira reel kur seviyesi ekonominin yapısal özelliklerine göre mutlaka uzun dönem denge seviyesine doğru hareket etmeye çalışacaktır. Nominal döviz kurunun baskı altına alındığı bir ortamda, bu hareket mal ve hizmet fiyatlarının değişimi, diğer bir deyişle enflasyon yoluyla meydana gelecektir. Letonya, Estonya, Litvanya, Bulgaristan gibi sabit kur rejimi uygulanan ülkelerde küresel kriz öncesinde bu durum yasanmış ve bu ülkeler yüksek enflasyon problemi ile karsı karsıya kalmışlardır. Önümüzdeki dönemde, ülkelerin ayrıştırıcı özelliklerinin ön plana çıkacağı, bu bağlamda riskliliği düşük, iktisadi temelleri sağlam, yüksek büyüme potansiyeline sahip ve en önemlisi yüksek verimlilik artışları sağlayan ülkelerin para birimlerinin daha olumlu performans sergileyeceğini düşünüyoruz. Makro ekonomik istikrarın korunması ve yapısal reformların hayata geçirilmesi durumunda Türkiye de bu ülkeler arasında yer alacaktır. Bu durum orta ve uzun vadede, ülkemizde toplumsal refahın yükselmesine destek olacak ve ülkemizi gelişmiş ülkeler seviyesine çıkaracaktır” şeklinde konuştu.

Haberin Devamı

MALİ DİSİPLİNDEN TAVİZ VERİLMEMESİ HALİNDE REEL FAİZ TEK HANEDE KALMAYA DEVAM EDECEK
2002?2007 arası dönemde Türkiye ekonomisinde yaşanan yüksek büyüme hızının, fiyat istikrarı ve mali disiplini temel alan politika uygulamalarının ne derece önemli olduğunun bir ispatı olduğunu söyleyen Yılmaz, 1990’lı yıllardan bu yana Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyen yüksek dolarizasyon olgusunun bu dönemde kırılarak, Türk parasının tekrar itibar kazanması, kurumların ve vatandaşların yabancı para cinsi yerine, Türk Lirası cinsi yatırım ve borçlanma araçlarına itibar göstermesi, 2001 sonrası izlenen politikaların gelecek nesillere bıraktığı değerli bir miras olduğunu vurguladı. Benzer bir şekilde, 1990’lı yıllarda iktisadi karar alıcıların zihinlerinde yer eden ve zaman zaman yüzde 20-25’lere varan yüksek reel faiz beklentisinin de son dönemde yerini daha makul oranlara bırakmasını önemsediklerini ve kayda değer bir gelişme olarak not ettiklerini dile getiren Yılmaz, mali disiplinden ödün verilmemesi ve yapısal reformların hayata geçirilmesi halinde, Türkiye ekonomisinde denge olan reel faizin önümüzdeki dönemde de düşük tek hanede kalmaya devam edeceğini kaydetti.

Haberin Devamı

EKONOMİDE KALICI REFAH ARTIŞININ YOLU KÖKLÜ REFORMLAR
Ekonomide kalıcı bir refah artışı sağlamanın tek yolunun köklü reformlar yapılması olduğunu vurgulayan Yılmaz, para politikasının, ekonominin uzun dönem büyüme performansı üzerinde, fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesinin getireceği fayda dışında kalıcı bir etkisi olmadığını dile getirdi. Merkez Bankası’nın bundan önce olduğu gibi bundan sonra da kuruluş kanununun kendisine verdiği görev ve sorumluluklar çerçevesinde, fiyat istikrarına ulaşılması için üzerine düseni yapmaya devam edeceğini aktardı.

TÜRKİYE ÜRETİM KAYNAKLARINI ETKİN KULLANARAK DEĞİL, KAYNAKLARI ARTIRARAK KALKINMAYA ÇALIŞIYOR
Yılmaz, Türkiye’nin uzun dönem büyüme performansı ve potansiyel büyüme hızı hakkında da açıklamalarda bulundu. Bir ülkenin büyüme hızının üç unsur tarafından belirlendiğini vurgulayan Yılmaz. bu unsurları sermaye birikimi, istihdamın artış hızı ve toplam faktör verimliliği olarak sıraladı. Türkiye ekonomisinin son yarım yüzyıllık tarihine bakıldığında ortalama büyüme hızının yüzde 4.5 civarında gerçekleştiğinin görüleceğini ifade eden Yılmaz şunları söyledi:
“Bankamız bünyesinde yapılan bir çalışmaya göre bu büyüme hızında sermaye birikiminin payı yüzde 75 gibi çok yüksek bir orana sahiptir. Aynı çalışmaya göre istihdam artısının payı yüzde 20 civarında, verimlilik artışının payı ise yüzde 5 gibi çok sınırlı bir seviyede gerçekleşmiştir. Elbette gelişmekte olan bir ülkenin kalkınmasında sermaye birikiminin öncü bir rol oynaması beklenen bir gelişmedir. Diğer ülke örneklerine baktığımızda da benzer bir yapı gözlenmektedir. Ancak hızlı bir büyüme sergileyen Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerin geçirdikleri iktisadi dönüşüm incelendiğinde, bu ülkelerde sermaye birikiminin payının Türkiye’ye göre daha az olduğunu (yüzde 50 civarında), istihdam ve toplam verimlilik artış paylarının ise daha yüksek gerçekleştiğini (yüzde 25 civarında) görüyoruz. Diğer bir deyişle, Türkiye ekonomisi mevcut üretim kaynaklarını daha etkin ve verimli kullanmak yerine, bu kaynakları artırarak kalkınmaya
çalışmaktadır. Tasarruf eğiliminin düşük olduğu bir ülkede sermaye birikimi yoluyla kalkınma teşebbüsü, ekonominin yüksek oranda cari açık vermesine ve istihdam artısının sınırlı düzeyde kalmasına neden olmaktadır.”

FAKTÖR VERİMLİLİĞİNİN İKTİSADİ BÜYÜMEYE KATKISI YÜZDE 30
2001 sonrası dönemde gerçekleştirilen reformlar ve yapısal dönüşümün desteği ile toplam faktör verimliliğinin iktisadi büyümeye katkısının yüzde 30 gibi yüksek bir seviyeye çıktığını vurgulayan Yılmaz, Türkiye’nin potansiyel büyüme hızının artması için istihdam piyasası ve toplam faktör verimliliği konularının hayati bir önem taşıdığını ifade etti.

BÜYÜMEYE İSTİHDAMIN KATKISI SINIRLI
Türkiye ekonomisinin büyüme komposizyonu içinde, istihdam artışının katkısı çok sınırlı gerçekleştiğini bildirdi. Diğer ülkelere kıyasla genç nüfus yapısının Türkiye’ye önemli bir avantaj sağladığının sıklıkla dile getirilmesine rağmen, bu nüfusun iş gücü piyasası dışında kalmasının, üzerinde önemle durulması gereken bir husus olduğunu belirten Yılmaz,
2009 yılına ait verilere göre gelişmiş ülkelerde iş gücüne katılım oranı yüzde 70 seviyesinin üzerinde olduğunu dile getirdi. Bu oranın Doğu Avrupa ülkelerinde yüzde 60 seviyesine yakın seyrettiğine işaret eden Yılmaz, “Türkiye’de ise son dönemde iş gücüne katılım oranı üç puan yükselmesine rağmen, yüzde 49 ile düşük düzeyini korumaktadır. Bu dönemde görülen sınırlı artışta kadınların iş gücüne katılımının yükseliş eğilimine girmesinin önemli bir rol oynadığını görüyoruz. Bu gelişmede 2009 yılından bu yana devletin işe yeni başlamış kadınlara ve gençlere yönelik uyguladığı sosyal güvenlik primi teşviklerinin büyük payı bulunmaktadır. Bununla birlikte Türkiye’de yüzde 28 olan kadınların iş gücüne katılma oranı, Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında çok düsük seviyelerde kalmaktadır. Üniversite mezunu kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde 71 ile AB ortalamasına yakınsarken, lise altı eğitim düzeyinde her 100 kadından sadece 23’ü iş gücü piyasasında yer almaktadır” dedi.

İŞ GÜCÜ PİYASASINA YÖNELİK DÜZENLEMELER SÜRDÜRÜLEBİLİR BÜYÜMEYE KATKI SAĞLAYACAKÖnümüzdeki dönemde iş gücü piyasasına ilişkin gerçekleştirilecek düzenlemeler sürdürülebilir büyümeye ve kalıcı istihdam artışına katkıda bulunacağını kaydeden Yılmaz, bu kapsamda istihdam artışını kolaylaştıracak politikalar izlenmesinin, üretim sürecinin uluslararası rekabet düzeyine çıkarılmasının, istihdam vergilerinin azaltılması ve özel sektörün ihtiyaçlarına uygun eğitimli ve vasıflı bir is gücü yaratılmasına için gerekli eğitim politikalarının izlenmesi büyük önem taşıdığını aktardı. Yılmaz, eğitim alanında yapılacak reformların Türkiye’nin geleceği açısından önemine özel bir vurgu yaptı.

İŞ GÜCÜ PİYASASININ ÖNEMLİ SORUNU KAYITDIŞILIK
İş gücü piyasasının önemli sorunlarından birinin kayıt dışılık olduğunu belirten Yılmaz, Türkiye’de kayıt dışı istihdam oranının yüzde 43 seviyesinde olduğuna işaret etti. Bu tür yasal olmayan uygulamaların haksız rekabete neden olarak ekonominin verimliliğini azalttığını dile getiren Yılmaz, şöyle devam etti:
“Kayıt dışılığın en önemli nedenlerinden biri ülkemizdeki yüksek iş gücü maliyetidir. Bir yandan kayıt dışılıkla mücadele ederken, bir yandan da kayıt dışılığın azaltılması sonucunda kısa vadede ortaya çıkabilecek istihdam kaybı riskini asgariye indirilmesi gerekmektedir. Bu noktada iş gücü maliyetlerinin azaltılmasına yönelik düzenlemelerin hayata geçirilmesinin kritik bir öneme sahip olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki dönemde küresel krizin etkilerinin azalması ile birlikte ekonomilerin istihdam yaratma hızları, iş gücü piyasalarının yapısal özellikleri tarafından belirlenecektir. Kriz nedeniyle işini kaybeden veya iş gücüne yeni katılmakla birlikte iş bulamayan bireylerin uzun bir süre boyunca istihdam edilememesi, bu kişilerin kalıcı olarak issiz kalmaları tehlikesini beraberinde getirmektedir. Bu çerçevede, iş gücü piyasasını iyileştirici yapısal reformların hayata geçirilmesi, küresel kriz sırasında yükselen işsizlik oranlarının kriz sonrasında kalıcı hale gelmesini önleyecek ve ekonominin potansiyel büyüme oranının artırılmasına destek verecektir.”

MALİ UYUMUN KALİTESİ ÖNEMLİ
Mali uyumun kalitesinin, gerek enflasyonla mücadele, gerekse yüksek büyüme hızının kalıcılığı açısından son derece önemli olduğunu özellikle belirten Yılmaz, yakın bir gelecekte hayata geçirilmesi planlanan mali kural uygulamasının da kamu maliyesinde öngörülebilirliği artırarak geleceğe dönük güvenin sağlanmasına yardımcı olacağının altını çizdi. Yılmaz, ülke deneyimlerinden hareketle, mali kuralların beklenen işlevleri yerine getirebilmesi için, bu kuralların gerekli kurumsal ve yasal çerçeve oluşturularak şeffaf bir şekilde uygulanması gerektiğini vurguladı.