01.11.2010 - 16:17 | Son Güncellenme:
"Bir Liderin Doğuşu: Recep Tayyip Erdoğan" kitabında, Başbakan'ın siyasi hayatı yer alıyor. Kadim dostu Mustafa Gündoğan'ın, "Artık sizi göremeyiz" sözlerini hiç unutmayan Erdoğan, Başbakanlık'taki ilk gününde herkesi dışarı çıkardı ve onunla bir saat baş başa görüştü.
3 Kasım'da iktidardaki 8. yılını dolduracak olan Başbakan Tayyip Erdoğan'ın siyasi yaşamının önemli bir kesiti "Bir Liderin Doğuşu: Recep Tayyip Erdoğan" adıyla kitaplaştırıldı.
Meydan Yayınevi'nden piyasaya çıkacak olan kitap, Erdoğan'ın siyasi yaşamındaki yol arkadaşlarından AK Parti İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ile Şair-Yazar Ömer Özbay tarafından kaleme alındı. Kitapta, Erdoğan'ın gençlik yıllarından başlayarak Başbakanlık koltuğuna oturduğu güne kadar geçen siyasi yaşamı ele alınırken, Pınarhisar Cezaevi'nde yattığı 4 aylık mahpusluk günlerinin bilinmeyen yönleri de anlatılıyor.
Kitapta, Erdoğan'ı, Pınarhisar Cezaevi'nde susturacaklarını söyleyen MİT görevlisi kimdi? İsviçre'nin Türkiye Büyükelçiliği'nde görevli MİT'çiden bu kararı duyan ve soluğu İstanbul'da alan Hasan Yeşildağ, "Reis'i korumak için kendini zorla cezaevine nasıl attırdı?" sorularına yanıt veriliyor. Roman tarzında kaleme alınan, Erdoğan'ın dünden bugüne siyasi yolculuğunu yansıtan kitaptan kesitler şöyle:
SABAH, AK Parti İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve Şair-Yazar Ömer Özbay, tarafından kaleme alınan “Bir liderin doğuşu: Recep Tayyip Erdoğan” kitabında, Başbakan Erdoğan’ın bilinmeyen anılarını anlatmayı sürdürüyor. 1991’de RP’den milletvekili adaylığı teklifi alan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, Erdoğan “Biz İstanbul’dan, siz Kayseri’den, başka arkadaşlar başka şehirlerden... Bu partiyi dönüştürebiliriz” sözleriyle ikna etti.
Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan’ın tanışıklıkları çok eskiye dayanır. İlk defa Milli Türk Talebe Birliği’nde (MTTB) karşı karşıya gelirler. Gül o günleri şöyle anlatır:
“Fakülteye devam etmemiz imkansız bir sürece dönüşünce, bizim için okul MTTB (Milli Türk Talebi Birliği) oldu. Her gün derse giriyor gibi MTTB’ye gider, bütün günümü orada geçirirdim. Tayyip Bey’i de orada tanıdım; o zamanlar henüz lise talebesiydi. Orta Öğretim Komitesi’nde ve MTTB’nin diğer birimlerinde aktif görevler alıyordu. O sıralar fazla popüler olan ‘münazaralarda ve ‘şiir okuma matinelerinde kendisini izleme imkânım olurdu.
12 Eylül’den sonra fakülteyi hızla bitirdim. Ardından da uzunca bir süre yurtdışında kaldım. Tatillerde Erdoğan’ın da olduğu MTTB’li arkadaşlarımla görüşmeyi ihmal etmezdim.”
1991 yılında RP’den milletvekili adaylığı teklifi alan Gül kararsızdır. Bu sırada eski arkadaşı RP İstanbul İl Başkanı Tayyip Erdoğan’la görüşür. Gül, bu görüşmeden sonra nasıl ikna olduğunu şu sözlerle anlattı: “Erdoğan, benle konuştu ve Milli Görüş hareketinin gençlere ihtiyacı olduğunu söyledi. ‘Biz İstanbul’dan siz Kayseri’den, başka arkadaşlar başka şehirlerden...
Bu partiyi dönüştürebiliriz. Biz halka yabancı değiliz. Birlikte çalışarak onlara ulaşmanın yol ve yöntemlerini bulabiliriz.’ diyerek adaylık teklifini kabul etmem için ısrarcı oldu.”
Bülent Arınç, RP’nin kapatılmasından sonra Necmettin Erbakan’ın yasaklandığını hatırlatarak, yeni lider arayışları olduğunu ifade edip, şu bilgileri aktarıyor: “Hocaya itaati tam olanlar bile artık tabanın isteklerinden bahseder olmuştu. ASKİ’de toplantılar yapıldı. Tartışma konuları; ‘yeni bir parti kurulsun mu kurulmasın mı, eskinin devamı görüntüsünü ortadan kaldırmak için kurucular tamamen yeni mi olsun, karma mı olsun?’ çevresinde odaklanıyordu. En yakıcı ve önemli soruysa kimin genel başkan olacağıydı. Teşkilatın her kademesinin kanaati aynıydı: Yeni partinin genel başkanı R. Tayyip Erdoğan olmalıydı. Biz bu tartışmaların içindeyken, duyduk ki ‘Fazilet Partisi’ adıyla yeni bir parti kurulmuş bile.”
Parti kararını cezaevinde verdi ERDOĞAN, kitapta parti kurma fikrinin ilk kez Pınarhisar Cezaevi’nde düşündüğünü şu sözlerle anlatıyor: “Siyaset yapan birçokları gibi ben de siyasetin nihai noktalarına Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığına ulaşmayı elbette düşünmüşümdür. Ama bunları hep siyasete başladığım yapı içinde ve doğal gelişmelere bağlı olarak düşünüyordum. Milli Görüş’ten ayrı bir siyaseti ve liderliği ilk kez hapishanede düşündüm. Yoksa benim bir gün lider olacağım (olumlu/olumsuz) hep konuşulurdu
Hatta RP’nin kapatılmasına doğru, kapatılmanın kaçınılmaz olduğu anlaşıldığı günlerde yeni kurulacak partinin genel başkanı kim olsun diye yapılan bir araştırmada yüzde 85 benim adım çıkmıştı. Bunu ben bildiğim gibi ilgili herkes de biliyordu. Ankara’da toplantılar yapıldı, benim de katıldığım bu toplantılarda katılımcılar da teşkilat gibi benim Genel Başkan olmamı istediler. Ben de üzerimize düşenin gereğini yaparız dedim. Ancak buna rağmen Hoca, Recai Bey’i işaret etti; o, hareketi büyütecek adamdan çok kendine tabi olacak birini arıyordu. Öyle olmasaydı olaylar böyle gelişmezdi. O zaman da şartlar müsaitti. Başarılı sonuçlar alırdık, ben hep buna inanmışımdır.”
İlk yol ayrımı 1978’deydi MSP, 1977 seçimlerinde bozguna uğradı. Oy oranı yüzde 11.80’den yüzde 8.5’e düşmüştü. Erdoğan’ın da içinde bulunduğu bir grup bu yenilginin sebeplerinin araştırılarak sorumlularının tespit edilmesini yeni bir anlayışla partinin yönetilmesini Erbakan’a iletiler.
Erbakan’ın sessizlikle karşılaması üzerine yenilik isteyen grup, partinin 15 Ekim 1978’deki 4. Büyük Kongresi’nde Korkut Özal’ın ön ayak olmasıyla ikinci bir liste çıkarırlar. O kongrede, ikinci listeyi destekleyenlerden biri de henüz 24 yaşında olan ve İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanı sıfatıyla delegeler arasında yer alan Erdoğan’dır.
Fazilet Partisi’nin 14 Mayıs 2000’de yapılan kongresinde iyice su yüzüne çıkan ‘yenilikçi, gelenekçi’ ayrışmasının kökleri de ilk defa 1978 kongresinde ortaya çıkan bu ‘ikinci liste’ olayına kadar uzanır.
... Hasan Yeşildağ, konsolosluktaki işlerini bitirmiş, çıkmak için kapıya yönelmişti. Güvenlik bankosunda oturan polis memurunu görünce durdu: "Cengiz Abi burada mı ?" "Yukarıda." Cengiz Bey, Hasan'ı karşısında görünce sevinmişti. Odada kendinden başka asker tıraşlı, koyu takım elbiseli iki kişi daha vardı. "Hasancığım, hoşgeldin!" dedi. "Seni misafirlerimle tanıştırayım: 'Türkiye'den geliyorlar. İkisi de bizden emekli. Çok değerli ağabeylerimiz!" O sırada, televizyondaki habere dalmışlardı. Spiker, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'na verilen hapis cezasının Yargıtay tarafından onaylandığını söylerken, arka planda Erdoğan'ın görüntüleri yer alıyordu.
Cengiz Bey, misafirlerine döndü: "Yahu, kesemediniz gitti şu herifin sesini!" dedi. "Bak, hala konuşup duruyor!" Misafirlerden, yaşlı olanı: "Merak etme!" diye cevap verdi. "Az kaldı... Hapishanede bitireceğiz işini!.." Tamamen tesadüf eseri olarak elde ettiği bu bilgi, hayati öneme haizdi çünkü, Cengiz Alkan, MİT İsviçre sorumlusuydu!.. Hasan Yeşildağ, bu olaydan sonra Türkiye'deydi. Bilgiyi İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi olan kardeşi Zeki Yeşildağ'la paylaştı. İkisi ne gibi önlem alabileceklerini gözden geçirirken Zeki, kestirip attı: "Abi, uzatmaya gerek yok" dedi. "Tayyip Bey'le beraber sen de gireceksin cezaevine; mahpusluğun yabancısı değilsin! Yeşildağ, karşılıksız çek kesmekten karşısına çıktığı hakimden yana yakıla hapis talep eder. Tek çıkar yolun 'hapse mahkumiyet' cezası olduğuna hakimi ikna eder.
Yeşildağ, önceden gidip cezaevini gezer. Koğuş boyatıp, yalnızca içeriden açılabilen sürgüler yaptırır. Çatıya manyetik bariyerler, bahçeye sensörler yerleştirir. Gerekli gördüğü kör noktalara kamera sistemi kurdurur. Yeşildağ, 1999'da Erdoğan'ın cezaevine girdiği günü ve sonrasını ise şöyle aktarıyor: "Hepimizin gözleri dolmuştu... Hapishaneye ilk girildiği anın psikolojisini bildiğim için ne zaman boşalacak diye bekliyorum; fakat Reis'te tık yok. Etrafa şöyle bir göz attı: 'Güzel olmuş!' dedi. Gece yarısı olmuştu. İsviçre'den gelirken getirdiğim bir takvim vardı. Onu sordu. "Burada geçen her gün için bir tane çizeceğiz" dedim. Ay bitince, çevireceğiz. "Tamam" dedi. Aldı kalemi, "Bismillah" deyip ilk günün üstünü çizdi. Sonraki günler, öyle yoğun geçti ki, çoğu zaman çizik atmayı unutuyorduk.
Yıllar sonra Davos'ta "One minute" çıkışı ile dünya gündemine damgasını vuran Erdoğan, cezaevinde yattığı dört ay boyunca haftada iki gün İngilizce kursu aldı. 4 ay boyunca 30 binden fazla ziyaretçi kabul etti, 13 bini aşkın mektubu kendi el yazısı ile yanıtladı. Bir keresinde, "Çok yoruldunuz. Bu mektubun cevabını ben yazayım" diyen arkadaşını fırçaladı. Çorum'dan yazan imam hatipli kızın mektubuna, tıpkı diğerleri gibi cevap verdi.
Yeşildağ, "Reis'i çok duygulandıran iki ziyaretçiyi hiç unutmuyorum" diyor ve şöyle devam ediyor: "Bunlardan biri Fenerbahçeli kas hastası Sedat, diğeri denize dalarken boynu kırılıp felç olan, Kara Hasan. İkisi de sedye ile gelip Başkan'ı ziyaret etmişlerdi." İlk sabah kahvaltımızın mükemmel olmasını istiyordum. Özene bezene müthiş bir kahvaltı sofrası hazırladım ve Reis'i buyur ettim. Masayı görünce: "Hasan bu ne?" dedi. "Hemen kaldır bunları! Kahvaltı masamızda, ekmek dahil üçten fazla çeşit bulunmayacak, buna bilhassa dikkat edelim!"
Her şey çok normal giderken bir gün genç bir mahkum geldi. Çocuk son derece atletik yapılı. Dosyasına baktım, 'görevli memura mukavemet'ten ceza almış. Gardiyana, "Bu çocuk, kameranın altında yapsın görüşmelerini" dedim. İşin garibi, çocuğun ziyaretçileri de kendisi gibi atletik. Bir süre sonra ortada ters bir şeyler döndüğünü anlayan bu arkadaş, gelip durumuyla ilgili açıklama yaptı: Kendisi dövüş ustasıymış; ziyaretine gelenler de sahip olduğu spor salonuna devam eden öğrencileri. Ziyadesiyle huylandığım bir diğer mahkum da askerliğini yeni bitirdiğini söyleyen bir gençti. İlk günü bana "Tayyip Bey'e hizmet etmek" istediğinden söz etti. Suçu, 'emre itaatsizlikti ve tesadüfe bakın 4 ay hapis cezası almıştı. Başefendi, bizi kırmadı bu arkadaşın görüş günleri haricinde koğuştan dışarı çıkarılmaması için ricamızı anlayışla karşıladı. Asıl sıkıntıyı başka hapishanelerden Pınarhisar'a tayini çıkan infaz koruma memurları konusunda yaşıyordum. Dışarıdan geldikleri için kimin nesi olduklarını bilmemiz mümkün değil; bu da huzursuzluk yaratıyor insanda. Ergenekon soruşturmasının ikinci iddianamesinin klasörlerinde yer alan Hisar kod adlı gizli tanık şu iddiayı ortaya atıyor: "Erdoğan, Pınarhisar'da yattığı sırada öldürülecekti. Bu suikast için Remzi ve Fadıl adlı iki gardiyan Pınarhisar'a tayin edildi. Ancak son anda suikastten vazgeçilmiş!"
Bir gece, bahçede çıtırtı duydum. Kısa aralıklarla devam eden bir çıtırtıydı. Ses, Tayyip Bey'in de dikkatini çekmişti. Bahçede çıtırtı çıkartabilecek herhangi bir hareketliliğin sensörler tarafından algılanması gerekiyordu. Alarm çalışmamıştı. Bu durumun tek açıklaması vardı: Bahçedeki sistem, devre dışı bırakılmıştı. "Geldiler!" diye mırıldandım kendi kendime. "Önceki teşebbüslerinin boşa çıktığını görünce bu sefer işi ciddiye alıp, 'tim' gönderdiler!" Yemek yapmakta kullandığım bıçaklardan en cesametlisini kaptım. Reis, çalışma masasından, gayet sakin; kollarını göğsünde kavuşturmuş beni seyrediyor. "Bismillah!" diye haykırarak, hızla kapıyı açtım! Karşımda ne yapacağını bilemez halde donup kalmış bir tarla faresi, gözlerini kırpıştırarak bana bakıyordu. Reis'e seslendim: "Fareymiş!"
Erdoğan'ın, Pınarhisar Cezaevi'ndeki son günüydü. Çıkış hazırlıkları başlamıştı. Kader arkadaşı Mustafa Gündoğan, 'Başkanım. Hamdolsun bu da bitti. İnşallah bir gün bu ülkenin Başbakan'ı olacaksınız; lâkin biz o günlerde yanınızda olamayacağız!' Tayyip Bey, keyifliydi; gülümseyerek, 'Bak, Mustafa!' dedi, 'İşte sana söz. Eğer bir gün Başbakan olursam ilk görüşeceğim kişi sen olacaksın!' (Mustafa Gündoğan belediye günlerinden beri yanındaydı. Cezaevine girince o da Pınarhisar'da ev tutmuş her gün Erdoğan'ı ziyaret etmişti.)
Tahliye saati bekleniyordu. Saatler gece yarısını gösterirken, bütün ışıkların birden söndüğü görüldü. Savcı, Erdoğan'a suikast yapılacağı ihbarı almış ilk önlem olarak da hapishane karartılmıştı. İlave önlemler olarak, Tayyip Bey'e çelik yelek giydirilmesi ve tahliyenin arka kapıdan yapılması kararlaştırılmıştı. Erdoğan, çıkışın arka kapıdan yapılacak olmasına ses çıkarmadı; fakat çelik yelek giymeyi bütün ısrarlara rağmen kabul etmedi.
İki rekat şükür namazı kıldıktan sonra yanında duran Hasan Yeşildağ'a döndü: "Ben yeleğimi giydim! Çıkabiliriz" dedi. Erdoğan 9 Mart 2003 Siirt yenileme seçimleri sonrasında Başbakan oldu. AK Parti Genel Merkezi'nde tebrikleri kabul ettikten sonra odadakilere "Beni biraz yalnız bırakır mısınız?" dedi. Oda boşalırken, köşede bekleyen bir kişiye "Mustafa sen kal" dedi. Erdoğan, sözünü tuttu ilk görüşmeyi onunla yaptı. Hem de bir saate yakın.
Tayyip Erdoğan, 1989 Mahalli Seçimlerinde Beyoğlu Belediye Başkan adayıydı. Sandık sonuçlarına bakıldığında seçimi RP kazanmış, Erdoğan Beyoğlu Belediye Başkanı olmuştu. Oysa İlçe Seçim Kurulu'nda durum farklıydı. Erdoğan, sandıkta kazandığı seçimi, İlçe Seçim Kurulu'nda nasıl kaybettiğini görünce dayanamadı. Kurul Başkanı Hakim Nazmi Özcan'a "Siz sarhoşsunuz. Ayakta duramıyorsunuz! Bu kafayla mı adaleti sağlayacaksınız?" dedi.
Hakim, gözlerini zor aralayıp şöyle bir bakar, cevap vermeye mecali yoktur. Erdoğan, birkaç gün sonra savcılığa ifadeye çağrılır. İlçe Seçim Kurulu Başkanı, hakime hakaretten hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Bayrampaşa Cezaevi'ne konulur. İlk duruşmada tahliye olur. Kısa süreli de olsa Erdoğan'ın bu ikinci mahpusluğudur ve cezaevi hatıraları giderek çoğalmaktadır.