Aralarında inatçı olan da var, olmayan da... Ama gerçekten hepsi çok güçlü kadınlar.Daha çok evlerde yaptınız görüşmeleri sanıyorum. Neler aktarabilirsiniz bu kadınların yaşadıkları yerlerle ilgili?Öyle abartılı döşenmiş evlerde oturmuyorlar. Ama evdeki bazı objeler, bir şamdan ya da duvarda asılı bir tablo hemen kimin evinde olduğunuzu hatırlatıyor. Ben Bala Hodo’nun evinden çok etkilendim. Evindeki her şey çok ince bir zevkin ürünüydü...
Giyim kuşamları için ne söyleyebilirsiniz?Giyim kuşamları da abartıdan uzak. Yine burada da bazı takıları onların kim olduğunu hatırlatır nitelikteydi. Bir tek Neslişah Sultan evde giyim kuşama çok önem verirmiş. Yalnız bile olsa şık giyinip saçını yapan, kolyesini eksik etmeyen bir kadınmış...
Bugünkü Türkiye için ne düşünüyorlar?Türkiye’nin çok güçlendiğini, prestij kazandığını söylüyorlar. Özellikle yurt dışında yaşayanlar, Avrupa’daki krize bakınca Türkiye’nin gidişatından çok memnun olduklarını söylüyorlar...
Türkiye’den bir beklentileri var mı?Türk vatandaşı olmayanlar Türk vatandaşlığı bekliyor. Ama bunun için başvuru yapmayı pek istemiyorlar: “O zaman bir turistten ne farkımız kalır ki?” diyorlar...
Beğenenler var. Resan İris bayılıyor mesela. Ama tarihi yanlışlar olduğunu düşündüğü için sevmeyenler, tamamen bir kurgu olarak görüp herhangi bir dizi gibi izleyenler de var. Osmanlı’ya ilginin artması onları ziyadesiyle memnun etmiş.“Her şeye rağmen dimdik ayakta”
Konuştuğunuz kadınlardan hangisine daha yakın hissettiniz kendinizi?Hepsini çok sevdim ama İkbal Hanım çok etkiledi beni. Şimdiye kadar hiç röportaj vermemiş. En zor da o kabul etti zaten. “Hayatım boyunca hep geri planda kalmayı tercih ettim. Benim anlatacak bir şeyim yok” diyordu. Çok güçlü bir kadın olmasına rağmen geri planda kalmayı seçmiş...
Osmanlı’dan hanım sultan, babasından dolayı da prenses unvanı var. Ama bunlara “Hiçbiri günümüzde kullanılmıyor” diyerek önem vermeyecek kadar gerçekçi bir kadın. Çok şey yaşamış. Her şeye rağmen dimdik ayakta...
Size anlatılanlardan en çok hangileri etkiledi sizi?İkbal Moneim Saviç’in patates hikayesi çok etkiledi. Büyükannesi Sabiha Sultan, Vahdettin’in kızı, patatesin patates halini sürgünle gittiği Nice’te öğreniyor...
Daha önce her şey önüne hazır geldiği için bilmiyormuş. Fazile İbrahim’in 17 yaşındayken, nişanlısı Kral Faysal’ın katledilişini anlatışını da hiç unutamıyorum...
Olayı duyduğunda ne hissettiğini sordum: “Bu vahşi katliam beni uzun zaman mahvetti. Üzülmek ne demek?” dedi...
Sonra Lara Adra’nın benzetmesi de aklıma ilk gelenlerden. Lara’nın annesi Rus, babası Osmanlı, sürgünden sonra Lübnan’da bulunmuşlar, şimdi Fransa’da yaşıyor...
Kendisini Fransızların “quatre quart” isimli kekine benzetiyor. “Onda da dört malzeme var; tereyağı, süt, şeker ve yoğurt. Bende de...” diyor...
Ayşe Gülnev Osmanoğlu da oldukça etkileyici bir kadındı. Beş çocuğu var. Golf de bilen, futbol maçı da izleyen bir kadın.