09.01.2020 - 11:39 | Son Güncellenme:
milliyet.com.tr
İranlı Kudüs Güçleri komutanı Kasım Süleymani ve Iraklı Haşdi Şabi komutanı Mehdi El-Mühendis’in 3 Ocak gecesi ABD tarafından Bağdat’ta öldürülmesinden sonra, sosyal medyada en çok dikkat çeken fotoğraflardan biri, hiç şüphesiz sivil kıyafetler içerisindeki ikiliyi el ele gösteren ve aralarındaki yakın dostluğu simgeleyen kareydi.
Kudüs Gücü, 2003 Irak işgalinden sonra Iraklı Şiilerin siyasi örgütlenmelerine destek vermek amacıyla yoğun faaliyetlerde bulunup zamanla iki ülke arasındaki bağları derinleştirdi. Fotoğraf, ilk bakışta son on beş yılda kurulan bir dostluğun nişanesi gibi görünüyordu. Halbuki iki taraf arasında yakınlık son on beş yıldan çok daha fazlası.
Öyle ki, ikilinin taktiksel olarak aynı anda öldürülmesi, İran’ın 1979 İslam Devrimi’nden itibaren bölgeye yönelik başlattığı ve aslında Irak’la sınırlı kalmayıp Ortadoğu’da çok daha geniş bir coğrafyayı kapsayan çok uzun vadeli ve geniş ölçekli dış politika stratejisinin bugün geldiği noktaya dair en önemli kanıt niteliğinde. Dolayısıyla söz konusu fotoğraf, hem İran’ın bölgede belirli siyasal ideolojiler veya mezhep gruplarına tabi çeşitli aktörlerle ilişkilerinin tarihsel arka planı hem de Süleymani’nin ölümünden sonra İran’ın ABD’ye karşı intikam yemininin pratikte ne anlama gelebileceği konusunda önemli ipuçları sunuyor.
Yerli ve yabancı basın Süleymani’nin ölümüne gösterdiği ilgiyi El-Mühendis’e göstermemiş olsa da, Mehdi El-Mühendis İran ve Irak ilişkilerinde son on beş yıldan daha da uzun bir geçmişe sahip çok önemli bir isim. Aslen Irak’ın Basra kentinde doğdu. 1970’lerde Saddam Hüseyin’in Baas hükümetine karşı kurulan Şii siyasal yönelimine sahip İslami Dava Partisi’ne katıldı ancak Saddam rejiminin Şii muhalefet üyelerine karşı yaptığı ağır baskılardan dolayı 1979’da ülkeden kaçarak İran’a sığındı.
1980-88 İran-Irak Savaşı sırasında İran’ın Devrim Muhafızlarıyla yakınlaşan El-Mühendis, başta Necefli ünlü Şii din adamı Muhammed Bakır El-Hekim olmak üzere Irak’tan kaçan çok sayıda Şii siyasi aktivist tarafından Irak’a karşı İran desteğiyle kurulan ve geniş çaplı bir Şii koalisyon partisi olan Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi’ne katıldı. İlerleyen yıllarda Devrim Muhafızları desteğiyle bu partinin silahlı kanadı olarak kurulan Bedir Ordusu’nda da faaliyetlerde bulundu ve uzun bir dönem bu ordunun liderliğini yaptı.
1979 İslam Devrimi’yle anti-emperyalist ve Şii ideolojisini harmanlayarak bu ideolojiyi bölgeye ihraç etme politikasına girişen Devrim Muhafızları, Irak'taki koalisyon partisiyle silahlı kanadı Bedir Ordusu'na 2003 yılına kadar siyasi ve askeri eğitim desteği sağladı. Aynı dönemlerde İran’ın desteklediği ve dini lider Ayetullah Hamaney’in 2010’lu yıllarda 'devrim ideolojisini ihraç politikasının başarıya ulaştığının en büyük kanıtı' olarak nitelendireceği bir diğer Şii siyasi oluşum ise, Lübnan Hizbullahı’ydı.
Devrimden sonra İsrail-Filistin meselesini ‘emperyalist Amerika’nın bölgesel varlığının bir uzantısı’ olarak tanımlayarak açık bir şekilde meseleye taraf olan ve anti-Siyonist bir ideolojik tavır benimseyen İran, 1980 ve 90’lı yıllar boyunca Lübnan Hizbullahı, Suriye’deki Esad rejimi ve çeşitli Filistin direniş örgütlerine askeri ve siyasal destekte bulundu.
2000’lere gelindiğinde Lübnan Hizbullahı aynı anda hem gerilla ve sokak savaşı gibi konvansiyonel olmayan savaş stratejilerinde uzmanlaşıp İsrail’e karşı çarpışmaya devam eden güçlü bir paramiliter ordu hem de Lübnan’ın siyasi seçim sistemine entegre olmuş resmi, meşru ve güçlü bir Şii siyasi partiye dönüştü.
Çeşitli Filistin direniş örgütleri, Lübnan Hizbullahı, Suriye ve İran arasında kurulan bu anti-emperyalist, anti-Siyonist ve önemli ölçüde dini idolojiye dayalı ittifak hattı, kendisini 'Direniş Ekseni' olarak tanımlamaya başladı. Elbette söz konusu eksenin lideri de, İran'dı. Ancak 2003'e kadar Filistin, Lübnan Hizbullahı, Suriye ve İran hattının arasında önemli bir fiziksel engel bulunuyordu: Saddam rejimiyle yönetilen Irak devleti.
Söz konusu engelin çözümüne ilişkin ilk dönüm noktası Amerika’nın Irak’ı işgal ettiği 2003 yılı oldu. İşgalden sonra çok-partili seçim sistemine geçen Irak, Saddam döneminde bastırılan Şii siyasal aktivizmin yeniden doğması için uygun bir ortam yaratınca, İran tarafından yirmi yıldan fazla bir süre boyunca desteklenen Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi, Bedir Ordusu ve El-Mühendis Irak’a dönerek Irak siyasetine girdiler.
Ancak ülkede nüfus çoğunluğunu Şiiler oluşturmasına karşın, hem Necef ve Kerbela'daki din adamları hem de siyasal gruplara Sünni ve Kürt partilerin de katıldığı bu çok-partili sistemde örgütlenme sıkıntısı yaşadılar. Kasım Süleymani tam bu noktada devreye girdi, siyasal örgütlenme deneyimi zayıf ve kendi içerisinde çok sesli bir yapıya sahip Iraklı Şiilerin parti örgütlenmelerine lojistik ve organizasyonel destek verdi, çoğu zaman arabuluculuk yaparak koalisyon kurmalarını ve çok-partili seçim sistemine geçen ülkede Şiilerin meclis çoğunluğunu ve siyasal gücü elde etmelerini sağladı.
İran’ın Irak’taki etki alanını geri döndürülemeyecek bir şekilde genişleten olaylar dizisi ise 2011 yılında patlak verdi. 2011'de ABD askerlerinin Irak’tan geri çekilmesiyle birlikte artan mezhep çatışmaları, Suriye’de aynı yıl başlayan iç savaş ve Irak-Suriye sınırında terör örgütü DEAŞ'ın kurulması, Kasım Süleymani komutasındaki Kudüs Güçleri’nin Şii nüfus üzerindeki askeri etkisini yoğunlaştırması bakımından dönüm noktası oldu.
DEAŞ'ın Şiilerin kutsal türbelerine saldırması ve insanları katletmesi, Şii dünyası tarafından en saygı duyulan Iraklı Şii din imamı Ayetullah Sistani, Irak milliyetçisi Muktada El-Sadr ve Kudüs Güçleri gibi odaklar etrafında çok sayıda gönüllü Şii milis gücün kurulmasına sebep oldu. Gönüllülük esasına dayalı bu yapıların büyük destek toplaması uzun sürmedi, bu grupların çoğunluğuna Kasım Süleymani'nin başındaki Kudüs Güçleri eğitim verdi. Tahmin edileceği üzere, aynı gruplara silah yardımı da Tahran yönetimi tarafından sağlandı.
Milis grupları, kısa süre içinde Ayetullah Humeyni ya da Hamaney’e ideolojik bağlılıklarını ilan ediyordu. Uzun yıllar Bedir Ordusu’nu komuta eden Mehdi El-Mühendis, Kudüs Güçleriyle birlikte bugün Irak’ın en büyük milis güçlerinden biri olan Kataib Hizbullah-Hizbullah Tugayları gibi grupların kurulmasına öncülük etti, komutanlıklarını üstlendi.
2013'ten itibaren bölgedeki tüm aktörler arasındaki askeri ve stratejik iş birliği yoğunlaştı, taraflar birbirine yaklaştı ve safları sıklaştırdı. Lübnan Hizbullah’ı Irak ve Suriye’de birkaç Şii milis grubun kurulmasına öncülük etti. Böylelikle Hizbullah milli sınırlarından çıkarak Direniş Ekseni’nin diğer üyelerine destek sağlayan uluslararası bir paramiliter orduya dönüştü.
Irak’taki İran yanlısı büyük milis gruplar ise Kasım Süleymani’nin desteğiyle Suriye’ye gönüllü milis sevkiyatı yaptılar ve Esad rejimine milis desteği sağladılar. Ancak bu dört aktör arasındaki sınır-ötesi askeri süreçlerde en önemli adım, tüm milis güçlerin ilgili devletler içinde ve kurumsal çatılar altında toplanarak yasal statü kazanmaları yönünde atıldı.
Nitekim, 2014 yılında Irak’ta pek çok gönüllü grubu tek bir kurumsal yapı altında toplayan ve ilerleyen zamanlarda Irak Ordusu’na bağlanacak olan 'Haşdi Şabi' adlı bir paramiliter yapı kuruldu. Bu yapının kurumsallaştırılmasında en büyük örgütsel, eğitsel, askeri ve mali destek yine Kasım Süleymani liderliğindeki Kudüs Güçleri tarafından sağlandı. Haşdi Şabi’nin başına ise Süleymani’nin en güvendiği deneyimli isim olan El-Mühendis getirildi.
Genel kanının aksine, Kasım Süleymani’nin Irak ve Suriye’deki faaliyetleri özellikle 2011 yılından sonra pek de gizli tutulmadı. Devrim Muhafızları medyası, Süleymani’nin Irak ve Suriye’deki İran yanlısı gruplarla ilişkilerini gösteren haberler yayınladı. Medyada Haşdi Şabi’nin organizasyonel yapısının Devrim Muhafızları ya da İran’ın gönüllü Besic örgütüne benzetilerek tasarlandığı sık sık dile getirildi, 'İran'ın bölgeye yeni bir askeri ekol getirdiği' yazıldı.
Haşdi Şabi ve bünyesinde yasallaşan İran destekli Şii gruplar, 2016 yılından itibaren Lübnan Hizbullahı modelini benimseyerek kendi siyasi partilerini kurmaya başladılar. Öyle ki 2018 Irak seçimlerinde Haşdi Şabi’nin kurduğu koalisyon büyük bir seçim başarısı göstererek Muktada El-Sadr’ın partisinden sonra ikinci olarak meclise girdi.
Bir strateji dehası olan Kasım Süleymani, şimdiden İran tarihine geçmiş durumda. Irak'taki tabloyu değiştiren Süleymani, Direniş Ekseni’nin 2003 yılına kadar eksik kalan halkasını tamamladı ve Lübnan Hizbullahı, Suriye, Irak ve İran hattındaki askeri bütünlüğü sağladı.
Devrimden bu yana bölgesel yalnızlık yaşayan İran, Irak'ın eklenmesiyle birlikte diğer ülkelerde kendi ittifak ağlarını kurdu ve var olan ağları daha da geliştirip güçlendirdi. Bu stratejik başarısından ötürü, Ayetullah Hamaney Süleymani’ye önce 'yaşayan şehit' lakabını taktı, daha sonra da devrimden bugüne kadar başka hiç kimseye verilmeyen en yüksek Şii askeri nişanı, yani Zülfikar Nişanını verdi.
Ancak özellikle terör örgütü DEAŞ'ın bölgeden silinmesinden sonraki dönemlerde akılları kurcalayan en büyük soru, Kasım Süleymani’nin azami seviyeye ulaştırdığı ittifakın sürekliliği, dayanıklılığı ve geleceğine ilişkindi. Devrim Muhafızlarının siyasi, askeri ve istihbarati yöntemlerle son kırk yıldır ilmek ilmek dokuyarak vücuda getirdiği bu ittifak ağı, Kasım Süleymani ve Mehdi El-Mühendis’in suikaste uğramasıyla birlikte 3 Ocak 2020 tarihinden itibaren önemli bir eşiğe geldi.
Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi El-Mühendis’in Direniş Ekseni aktörleri açısından önemini anlamak için, düzenlenen cenaze törenlerine bakmak yeterli. Süleymani ve El-Mühendis dahil o gün hayatlarını kaybeden İranlı ve Iraklı toplam 10 askerin tabutları, On iki İmam Şiiliğinin iki Şii imamı Musa El-Kazım ve Muhammed El-Cevad'ın türbelerinin bulunduğu Irak'ın Kazımiye beldesinden yola çıktı, Haşdi Şabi tarafından düzenlenen ve binlerce insanın ve milis grubun kendi bayraklarıyla katıldığı konvoylarla önce başkent Bağdat'a, daha sonra İmam Hüseyin'in türbesinin bulunduğu ünlü Şii hac şehri Kerbela'ya, oradan da Şii ulemanın merkezi Necef kentine getirildi.
Süleymani, El-Mühendis ve İranlı askerlerin tabutları Necef'teki törenin ardından İran'ın Ahvaz şehrinde düzenlenen törene, oradan da sekizinci Şii imamı İmam Rıza'nın türbesinin bulunduğu Meşhed kentine taşındı ve törenlere binlerce insan katıldı. En büyük tören ise İran’ın başkenti Tahran’da yapıldı. Tahran Üniversitesi’nde yapılan resmi devlet töreninden çıkarılan tabutlar devrimin iki simgesel mekanı olan İnkılap Meydanı’na ve oradan da Azadi Meydanına taşındı ve bu konvoya milyonlarca insan eşlik etti.
Irak’taki törenlerde olduğu gibi Tahran’daki törenlerde de İran, Devrim Muhafızları, Lübnan Hizbullahı, Haşdi Şabi ve İran destekli diğer Iraklı grupların bayrakları dalgalandı. Tüm gün İran devlet televizyonundan yapılan bu yayınlarda Hz. Süleyman’ın şehitliğine atıfta bulunan dini ilahiler, hadisler ve Süleymani için bestelenmiş kahramanlık şarkıları okundu.
Devrim Muhafızlarına ait medyanın aksine Direniş Ekseni terminolojisini çok daha nadir kullanan İran devlet televizyonu canlı yayında pek çok defa söz konusu eksene atıfta bulundu ve cenazede kalabalık tarafından taşınan Hizbullah ve diğer örgütlerin bayraklarına özellikle dikkati çekti. Daha sonra İran’ın Şii ulema havzası Kum şehrine taşınan tabutlar, ertesi gün Süleymani’nin doğum yeri Kirman’a getirildi. Kerman’da yapılan törenlerde büyük bir izdiham yaşandı, 55'ten fazla insan hayatını kaybetti ve iki yüzden fazlası yaralandı.
Ortadoğu üç gün içerisinde iki ülke ve sekiz şehirde düzenlenen uluslar ve milletlerarası bir cenaze törenine sahne oldu. Süleymani ve El-Mühendis’in tabutları İran’daki törenlerde birbirinden hiç ayrılmadı. Tüm törenlerde ve İran devlet televizyonlarında görüntülenen posterlerde ikilinin resimleri yan yana yer aldı. El-Mühendis’in İran ve Irak devletleri için hizmetleri, kahramanlığı ve şehitliği de İran televizyonu tarafından pek çok defa vurgulandı.
İran rejiminin tüm önemli şahıs ve kurumları, Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinin hemen ardından intikam yemini etmiş ve ABD’nin Ortadoğu bölgesindeki varlığını temizlemeye yönelik bir operasyona başlayacağını duyurmuştu. Bu intikam yemini kısa süre içerisinde ittifakın diğer aktörleri tarafından da benimsendi ve suikaste yönelik tepkiler gecikmedi. En büyük tepki Lübnan Hizbullahı lideri Hasan Nasrallah’tan geldi.
Nasrallah, Beyrut’un güney mahallerinden birinde gerçekleştirilen törende video bağlantısıyla yaptığı konuşmasında 'Süleymani’nin sadece İran’ın değil, tüm Direniş Ekseni’nin meselesi olduğunu' vurguladı, "Hedefimiz Kasım Süleymani ve El-Mühendis’in akıtılan kanının intikamını almak ve Amerikan askerlerini tamamen topraklarımızdan çıkarmaktır" yorumunda bulundu.
Hizbullah lideri, "Eğer bölgemizin insanı bu yönde hareket ederse, dikey olarak buraya gelen ABD askerleri ve görevlileri yatay tabutlarla ülkelerine geri dönecekler. İşte o zaman Trump ve Trump yönetimi bölgeyi kaybettiğini anlayacak ve seçimleri de kaybedecek" dedi.
Nasrallah’ın sol elinin parmak uçlarını sağ avuç içine bastırarak 'bölgeye dikey gelen askerlerin yatay tabutla geri dönmeleri' imasını vurguladığı pozu ve bu sözü, İran’ın Kasım Süleymani için tasarladığı ‘intikam’ temalı bir postere dönüştürüldü ve bu poster Ayetullah Hamaney’in resmi sosyal medya hesaplarından paylaşıldı.
5 Ocak günü İran’ın Devrim Muhafızları’na yakınlığıyla bilinen Tasnim Haber Ajansı tarafından 'Amerika’dan Stratejik İntikamın Beş Özelliği' başlıklı imzasız bir yazı yayınlandı. İçerikten Devrim Muhafızları tarafından yayınlandığı belli olan bu yazı, İran’ın Süleymani vakası üzerinde Amerika’ya karşı nasıl bir karşı hamlede bulunacağını şu şekilde özetliyordu:
1. Sınırsız intikam. Yazıya göre, Kasım Süleymani’nin intikamı tek bir ABD üssüne yapılacak bir askeri saldırıyla ve sadece askeri üslerle sınırlı kalmayacak. Yazıda "Dünya medyası Süleymani’yi İran’ın ikinci en güçlü kişisi olarak tanımladı ve bu olayın da bölgede önemli ve öngörülemez gelişmelerin başlangıcı olarak nitelendirdi. Dolayısıyla Süleymani’nin intikamı sınırlı bir askeri harekat olarak değil, art arda hamlelerden oluşan bir intikam süreci olacaktır" denildi.
2. Sınırsız coğrafya. Yazıya göre ‘Kasım Süleymani uluslararası bir kişilikti’ ve ‘Kudüs Güçleri’yle birlikte bölgede görev yaptığı yirmi yıllık süre içerisinde Yemen, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi Direniş Ekseni halkları arasında çok popülerdi’. Süleymani’nin uluslararası kişiliği sebebiyle, intikamın Ortadoğu’da birkaç noktayla sınırlı kalmayacağını, ‘tüm dünyadaki Amerika çıkarlarının ve hatta Amerika topraklarının dahi’ hedefte olduğu belirtildi.
3. Stratejik intikam. İntikamın taktiksel değil, stratejik olacağı belirtildi. Buna göre, İran’ın yapacağı hamlelerde en önemli stratejik önceliği ‘Amerika’nın Irak’tan ve tüm bölgeden çıkarılması’ olarak kaydedildi.
4.Sınır ötesi intikam. Daha önce de söz edildiği gibi Süleymani uluslararası bir kişilikti ve bölgedeki direniş grupları üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Yazıda "Yemen’deki Ansar Allah hareketi, Lübnan Hizbullahı, Hamas, Filistin İslami Cihat Örgütü, Iraklı Şii milisler Direniş Ekseni’nin birer parçasıdır", "Bu gruplar yıllardır İran’dan bağımsız olarak kendi harekatlarına devam etmektedir ve Süleymani’nin kanının yerde kalmaması için ABD ve Siyonist çıkarlara tehdit oluşturacaklardır" ifadeleri yer aldı.
5. Resmi ve gayri-resmi stratejilerin harmanlanması. Yazıda, yapılacak harekatın bir kısmının İran devleti tarafından ve resmi bir çerçevede, diğer kısmının ise ‘tamamen kontrol edilemez bir şekilde ve belirtilen direniş grupları tarafından ateş açılarak’ yapılacağı belirtiliyor. Böylelikle, ABD’ye ‘her seviyede her çeşit bir reaksiyona hazır olmaları’ uyarısında bulunuluyor.
Hem Kasım Süleymani ile Ebu Mehdi El-Mühendis’in cenaze törenlerinde ortaya çıkan tablo, hem Direniş Ekseni aktörlerinin olaylar neticesinde yaptıkları açıklamalar ve verdikleri tepkiler, hem de Tasnim Haber Ajansı’nda çıkan bu 'beş unsur', bize kırk yıldır bölgede uzun vadeli bir siyasi ve askeri ittifak ağı kurma stratejisi izleyen İran’ın özellikle Kasım Süleymani'nin oynadığı rolle bunu sağlam bir şekilde kurmuş olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla, Kudüs Gücü'nün Süleymani sonrası dönemde bölgesel politika değişikliğine gitmeyeceğini öngörmek mümkün.
Nitekim, dini lider Ayetullah Hamaney, Süleymani gibi bir halk figürü olmayan, hakkında daha az bilgi sahibi olunan İslamil Kaani'yi Kudüs Güçleri’nin başına getirdi. Atamanın ardından, "Kudüs Güçleri’nin Süleymani sonrası stratejisi Süleymani dönemindekinden farklı olmayacaktır" açıklamasını yaptı.
Benzer şekilde, İran’ın ABD hamlesine karşı izleyeceği askeri yöntemin, sadece ABD ve İran arasındaki olası karşılıklı çatışmalarla sınırlı kalmayacağını ve tüm bölgede kısa vadeli değil, çok aktörlü, konvansiyonel olan ve olmayan farklı askeri yöntemlerle ve uzun vadede ABD’nin bölgedeki askeri varlığının bitirilmesi amaçlanarak yapılacağını söylemek mümkün.
Irak'taki iki ABD üssüne düzenlenen intikam saldırıları, bir fırtınanın başlangıcı olabilir. Kısacası, Ortadoğu politikasını kırk yılda ilmik ilmek dokuyarak bugüne getiren İran’ın kararı çabuk alınmış, tek hedefli ve kısa vadeli askeri hamlelerde bulunmayacağını öngörebiliriz. Aksine, İran’ın günlerdir söylemsel altyapısını kurarak propagandasını yaptığı intikam yemini, uzun vadeli bir sürece aralıklarla yayılmış askeri hamleler ve daha geniş çaplı dış politika çıkarlarını gözeten, çok aktörlü bir hamle olarak karşımıza çıkacak gibi görünüyor.
Bu noktada, İran'ın müttefikleri için yeni bir dönem başlıyor. Cenaze törenleri ve yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere, Direniş Ekseni aktörleri Süleymani ve El-Mühendis’in ölümünü kendi meseleleri olarak benimsiyor ve bu meselede İran’ın yanında yer alacaklarını belirtiyorlar. Süleymani’nin ölümünün eksen aktörlerini bir kez daha birbirlerine yakınlaştırdığı gözlemleniyor.
Dolayısıyla sorulması gereken asıl soru 'İran’ın bölgedeki hangi ABD hedeflerini vuracağı' değil, bu hedefleri İran için 'kimlerin vuracağı' olmalıdır. Direniş Ekseni’ni son on yılda daha sıkı, koordineli ve yer yer kurumsallaşmış bir yapıya dönüştüren ana etmen, bölgesel çatışma ortamıydı. Şimdi önümüzdeki süreçlerde, aktörlerin Süleymani’nin öldürülmesi ile başlayan yeni bölgesel çatışmaya daha sıkı bir ittifak ağı olarak müdahil olmalarını ve akabinde eksenin askeri ve siyasi yapısında görülebilecek muhtemel değişimleri öngörmek zor değil. (Dr. Ezgi Uzun, Sabancı Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Öğretim Görevlisi. İran’ın askeri ve güvenlik kültürü, Direniş Ekseni, ulus-ötesi dini ağlar konuları üzerine çalışıyor.)