15-20 dakikada alabildiğimiz kadar eşya aldık ve çıktık. Başta şaka gibi geliyor. ‘Tedbir amaçlı kaçtık, eve bir şey olmayacak, geri döneriz’ diye bekliyorduk. Anons yapıldıktan sonra herkes değerli eşyalarını yanına alabildiğini kurtarmaya çalıştı. İnsanlar ne yapacağını şaşırmıştı. Ateş yaklaşınca da herkes koşmak zorunda kaldı. Ben de arabam ile eşimi, çocuklarımı emniyetli bir yere bıraktım.”
“Geride elektrikli motosikletim kalmıştı. Komşumuzun arabasıyla elektrikli motosikletimi almak için köye geri geldik. Geldiğimde motorumu alamazsam bir şekilde kaçarım, hem de bir evime bakarım demiştim. 20 dakika içinde köye yangın sıçramıştı. Bir geldik, ortalık cehennem, yangın etrafı sarmıştı. Baktım müdahale etmek ne fayda.
Yapabileceğimiz bir şey yoktu. Motoruma bindim ama önümü dumandan göremiyorum. Ana yolu ateş kaplamıştı, başka bir yol denedim. Gözlerim dumandan hiçbir şeyi görmüyordu. Nasıl çıkacağım diye korkuyla bakarken, en son yangının daha az olduğu yola sürdüm, alevlerin arasından çıktım.”
“Kaçarken arkama bir daha dönüp bakamadım. Rüzgar çarpıyordu. Dumanın içinde gözlerim kıpkırmızı oldu. Cehennem gibi oldu burası. Rüzgar, duman, yangın hepsi vardı. Bir Allah’ın yağmuru yoktu, o da dün geldi. Canımı zor kurtardım. Yangından sonra ise geldiğimizde tam bir yıkım vardı. Taş taş üstünde kalmamış.
Evimin duvarının iskeleti kalmıştı ayakta. Köyün en sonundaki ev benimdi. Yangın oradan geldiği için ilk darbeyi evim aldı. Yedi sene önce emeğimle, alınterimle biriktirdiğim parayla aldım. Varımı, yoğumu buraya yatırdım. Şimdi o da yok. Canımız sağ ona seviniyorum. Evi yıkmaya geldiklerinde üzülürüm diye bakamadım. Akseki’den çıkan yangın bir haftada gelir diye beklerken ateş birkaç günde geldi.”
Demirciler Köyü’nde kendi evi ve annesi ile babasının evi yanan Berat Tinkaya, ise yangınla birlikte sadece evinin değil çocukluğunun, anılarının da yıkıldığını belirtti. Tinkaya, olay gecesini şöyle anlattı:
“Gece zaten 23.00 gibi köye kül yağmaya başladı. Dumanlar gelmeye başlamıştı. Yedi kilometre yukarıdaki Külcüler Köyü’ndeki arkadaşlarımız aradı, ‘Biz köyü boşalttık, yangın sizin oraya geliyor’ diye haber verdi. Hemen kalktık komşulara haber verdik. O sırada jandarma anons yaptı.
Dışarıya çıktığımızda aşırı yoğun bir duman vardı. Babam yatalak olduğu için tek başıma indiremedim, komşularımla birlikte annem ve babamı evden çıkardım. Eğer çıkaramasaydım kaçamazlardı. Dumandan köyde duramadık, ovaya kadar indik. Yangın aşağıya kadar indi ama orman bitince tarlalarda kesildi.”
“Ovadan köyümüzün yanışını karşıdan izledik. Kurtarma imkanımız yok. O gün 70-80 kilometre hızında kuzey rüzgarı vardı. Önünde kimse duramaz. Karanlıkta kıpkırmızı ateşten başka bir şey izlemedik.
Köye sabah 06.30’da geldiğimizde manzara o kadar iç acıtıcıydı ki, güzel köyümüz enkaza dönmüştü. Her taraf simsiyah ve hâlâ yanan evler vardı. Evimiz yanıp kül olmak üzereydi. Yan eve sıçrayınca ‘Bizim ev gitti, bari bunu kurtaralım’ dedik. Ben bu evde büyüdüm. Evi görünce o ateşi gördükten sonra ölmediğimize şükrediyoruz.
Üzülüyoruz ama canımızı kurtardığımıza şükrediyoruz. O yangın yarım saatte köyü yutup geçti. İlk çıktığı nokta ile köyümüz arasında kilometrelerce mesafe var. Yana yana gelse bir haftada yangın ancak buraya sıçrar diye düşünürsek rüzgarın şiddetinden 3-5 saatte geldi. Yıkılan evlerimizle birlikte anılarım, çocukluğum da yandı kül oldu.”