Gündem ‘Ah çatal olur efelerin yüreği’

‘Ah çatal olur efelerin yüreği’

04.04.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:

Dumlupınar denizaltısı, Çanakkale Boğazı Nara Burnu önlerinde 4 Nisan 1953 tarihinde İsveç bayraklı Naboland adlı gemi ile çarpışmasının ardından battı... Kaza, kahraman denizcilerin boğazın dibinde teneffüs ettikleri son oksijen ile bir efe türküsü söyleyerek şehadeti karşılamalarıyla tarihe geçecekti...

‘Ah çatal olur efelerin yüreği’

‘Ah çatal olur efelerin yüreği’

Haberin Devamı

TCG Dumlupınar, o gün yani 4 Nisan 1953’te Birinci İnönü denizaltısı ile Akdeniz’deki NATO Blue Sea tatbikatından dönüyordu. 16 Kasım 1950 günü ABD ordusunun envanterinden çıkartılan denizaltı, Ortak Savunma Destek Yasası kapsamında Türk Deniz Kuvvetleri’ne devredilmişti. Denizaltıya, 30 Ağustos’taki Dumlupınar Meydan Muharebesi’ne atıfla Dumlupınar adı verilmişti. 3 Nisan’ı 4 Nisan’a bağlayan gece su üstünden seyrediyordu. Gece yarısı saat 02.10 sularında Naboland adlı bir İsveç yük gemisiyle çarpıştı. Çarpışmanın şiddetiyle Dumlupınar’ın güvertesinde bulunan 8 kişi denize düştü. İki kişi pervaneye takılarak, bir kişi boğularak yaşamını yitirdi. Denize düşenlerin imdadına gümrük motoru koştu. Denizden çıkarılan 5 kişi Çanakkale’ye götürülerek hastanede tedavi altına alındı.

Haberin Devamı

Balıkçılar gördü

Denizaltı içindeki 81 personeliyle birlikte ağır bir taş gibi çok hızlı dibe batmıştı. Ancak 22 asker, kıç torpido dairesine sığınabilmişti. Mahsur kalanlar, battı şamandırasını su yüzünü fırlattılar. Sabah, balıkçı tekneleri şamandırayı gördü. Gümrük motorunun yardıma koşması gecikmedi. Şamandıradaki ahizeyle denizaltıyla iletişim kuruldu. Denizaltıdaki Astsubay Selami Özben; elektriğin kesik olduğunu, geminin sancak tarafına 15 derece yatık olduğunu, kıç torpido dairesinde 22 kişi olduklarını bildirdi. Saat 11:00 sularında Kurtaran gemisi olay yerine geldi. Denizcileri, denizin dibinden kurtarmak için 72 saat boyunca kesintisiz çalışma yapıldı. Boğazdaki şiddetli akıntı nedeniyle bir sonuç alınamadı. Cesur bir dalgıç vurgun yiyerek ölümden döndü. Kurtarma ekibi çaresizdi, 81 denizci, denizin dibinde artık ölümü bekliyordu. Denizciler, denizaltında havayı yani oksjeni iyi kullanmaları, konuşmamaları ve sigara içmemeleri konusunda uyarılmışlardı. Ancak artık hiç bir umut kalmamıştı. Çanakkale Boğazı’nın dibinde şehadeti bekleyen bahriye kahramanları, ölümü bir efe türküsüyle karşıladılar. Ve o türkü, boğazın dibinden şamandırada bulunan hatla tüm Türkiye’ye ulaştı. Efeler için yakılmış bu Ege türküsü, o gün denizin dibinde başı dik şehadeti bekleyen kahramanların sesiyle daha derin bir anlam kazandı.

Haberin Devamı

‘Ah çatal olur efelerin yüreği’

Ah, bir ateş ver, cıgaramı yakayım

Sen sallan gel, ben boyuna bakayım

Uzun olur gemilerin direği

Çatal olur efelerin yüreği 

Ah, ataşı gavur, sinem ko yansın

Arkadaşlar uykulardan uyansın

‘Merak etmeyin kurtaran geldi’

Kurtarma çalışmaları sırasında denizaltıyla yapılan haberleşmenin bir bölümü kayıtlara şöyle geçecekti:

Alo Dumlu.

Evet, Dumlu.

Ben Üsteğmen Suat.

Evet, efendim ben Selami

Selami nasılsınız, biz geldik, şimdi bana durumu anlat.

Efendim dizellerden yara aldık, manevra dairesinde yangın çıktı, bataryayı sıfıra alarak kıç torpido dairesine geçtik, şimdi manevra dairesi su ile dolu.

Kaç kişisiniz orada?

22 kişiyiz.

Diğer dairelerle irtibatınız var mı?

Yarım saat evvel kıç batarya dairesi ile konuştum, şimdi cevap vermiyorlar.

Merak etmeyin ‘Kurtaran’ geldi biz buradayız.

Efendim manometre 267 kadem gösteriyor doğru mu?

Selami, Kurtaran geldi şimdi kurtarma işine başlanıyor, ben biraz sonra yine gelirim.

Haberin Devamı

Peki efendim...

ŞANI BÜYÜK OSMAN PAŞA

Tokat’ta Yağcığulları sülalesinin bir mensubu olarak 1832 yılında dünyaya geldi. Harbiyeyi yirmi yaşında iken ikincilikle bitirdi ve ardından Harp Akademisi’nde eğitim aldı. Başarılı bir Osmanlı subayı idi. Mesleğindeki ilk deneyimini ateş hattının içinde Kırım Savaşı sırasında Tuna Cephesi’nde edindi. Paşa rütbesiyle ilk kez 1875 yılında Rumeli’de bulunan 5. Ordu’ya bağlı Manastır Fırka Komutanlığı’na tayin edildi. Artık Osman Paşa olmuştu. Ancak tarihe geçmesine neden olacak ününü Plevne savunması ile kazanacaktı.

İslam Ansiklopedisi’nde Plevne savunmasıyla ilgili şu ifadelere yer veriliyor:

“XIX. yüzyıl Osmanlı tarihinin en önemli direniş mücadelesini teşkil eden Plevne müdafaası, Gazi Osman Paşa kumandasındaki bir kolordu tarafından kendilerinden çok daha üstün Rus-Rumen ordusuna karşı bugün Bulgaristan’ın kuzeyinde yer alan Plevne önlerinde gerçekleşmiştir. Rusya 24 Nisan 1877’de Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açtığı zaman Gazi Osman Paşa, Sırp ve Rumenler’in muhtemel hareketlerine mani olmak için Vidin’de, Tuna cephesi başkumandanı Serdârıekrem Abdülkerim Nâdir Paşa’nın emrinde bulunmaktaydı. Ruslar’ın Tuna’yı hiçbir ciddi mukavemet görmeden geçmeleri üzerine Osman Paşa 1 Temmuz sabahı 25.000 kişilik bir kuvvetle, Balkanlar’a doğru sarkmakta olan Ruslar’ın önüne bir engel çekmek ve Niğbolu Kalesi’ni kurtarmak üzere harekete geçti. Fakat Niğbolu’ya yaklaştığında Serdârıekrem Abdülkerim Paşa âcilen Plevne’ye yönelmesi için emir gönderdi. Osman Paşa 7 Temmuz 1877’de Plevne’ye ulaştı.

Haberin Devamı

Ruslar çaresizliğe düştü

Burada sahra istihkâmları inşa ettirdi, avcı hendekleri kazdırdı, topçu birliğinin büyük bir kısmını toprak siperler gerisine yerleştirdi. Emrindeki güçler yirmi beş tabur piyade, altı süvari bölüğünden ibaretti. O sırada müdafaa hazırlığını yaptığı Plevne Orhaniye, Sofya, Lofça ve Bulgarani’den gelen ana yolların kavşağında, Sofya’nın 138 km. kuzeydoğusunda Vid ırmağının kolu Tuçençe çayının kenarında küçük bir kasaba olup savaş sırasında hemen hemen bütün halkı Türkler’den oluşmaktaydı. Gazi Osman Paşa’nın bu galibiyetlerden sonra Rus ordusuna karşı en büyük zaferi 11 Eylül 1877’de kazanmış olduğu III. Plevne Muharebesi’dir. Yenilgi neticesinde Rus liderlerini karamsarlık ve kendilerine güvensizlik sarmış, hatta Grandük Nikola Tuna’nın gerisine çekilmeyi teklif etmiş, fakat imparator ve Rus savaş bakanı Milivtin tarafından bu fikrinden vazgeçirilmiştir. Rumen ordusunun katılımı ve yeni Rus takviyelerinin gelmesiyle süvari ve piyade mevcudu 100.000’i aşan Ruslar’ın 432 topu bulunuyordu. 7 Eylül sabahından 11 Eylül sabahına kadar gece gündüz süren çok şiddetli bir topçu ateşinin ardından 11 Eylül günü Rus ordusunun sabahtan akşama kadar devam eden umumi hücumu da başarısızlıkla sonuçlandı. Üç general, 350 subay ve 15.200 askerin ölümüyle Rus zayiatı 15.550 kişiyi bulmuştu. Osmanlı tarafında ise 3-4000 şehid ve yaralı vardı. Bu yenilgi karşısında çaresizliğe düşerek geri çekilen Ruslar, Niğbolu-Rusçuk-Şıpka üçgeni içerisinde âdeta mahsur kaldılar.

Gazilik unvanı verildi

Bu muzafferiyet üzerine II. Abdülhamid bir telgraf ve beraberinde bazı hediyeler göndererek Osman Paşa’yı tebrik etti, kendisine gazilik unvanı verdi. Ruslar III. Plevne Muharebesi’nden sonra burasının savaş yolu ile zaptedilemeyeceğini anlamışlardı. Eylül ortalarında yalnız Plevne önlerindeki zayiatları ölü ve yaralı olarak 50.000’e yaklaşmıştı. Bu sebeple kuşatma faaliyetine geçilmesine karar verildi. Plevne önündeki kuşatma ordusu kumandanlığını General Totleben yapacaktı. General Gurko’nun Gurno-Dubnik ve Teliş mevkilerini geri almasıyla Plevne tamamen muhasara altına alındı.”

‘Esirim değil misafirimsin’

Gazi Osman Paşa, savaşın sonunda yaralı olarak Rus birliklerine esir düştü. Paşa, kahramanlığından ve üstün komutan yeteneklerinden dolayı esir olmasına rağmen Rusya’da büyük saygı görecekti. General Skobeleff, “Bu yüz, büyük bir kumandanın yüzüdür. O’nu gördüğüme çok sevindim. Gazi Osman Paşa muzaffer bir kumandandır. Teslim olmuş olmasına rağmen muzaffer sayılacaktır” diyecekti. Kılıcını geri veren Rus Çarı II. Aleksandr ise Osman Paşa’ya, “Benim esirim değil, misafirimsin. Kılıcını sana verdim. Senin gibi cesur, gayretli, yüksek liyakatli bir kumandanla harp ettiğim için kendimi bahtiyar addederim” diye iltifat edecekti. Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa, 4 Nisan 1900’de İstanbul’da öldü.

‘Ah çatal olur efelerin yüreği’

TUNA NEHRi AKMAM DiYOR

Adına marş yazılan Plevne savunması, bir zafer değildi. Ama içinde gelecekte Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da hayata geçirilecek zaferlerin tomurcuklarını barındıran, Türk subayının yetenekleriyle askerinin kahramanlığını ortaya koyan bir destandı. Plevne’de yazılan kahramanlık destanı, şu dizelerle günümüzde de his dünyamızdaki etkisini sürdürüyor:

Tuna Nehri akmam diyor

Etrafımı yıkmam diyor

Şanı büyük Osman Paşa

Plevne’den çıkmam diyor

Düşman Tuna’yı atladı

Karakolları yokladı

Osman Paşa’nın kolunda

Beş bin top birden patladı

Tuna Nehri akar gider

Etrafını yıkar gider

Şanı büyük Osman Paşa

Düşmanları kırar gider

Kılıcımı vurdum taşa

Taş yarıldı baştan başa

Namı büyük Osman Paşa

Askerinle binler yaşa