Gündem "İsmet İnönü’nün Milli Şef unvanı 1946’da kaldırıldı"

"İsmet İnönü’nün Milli Şef unvanı 1946’da kaldırıldı"

23.07.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:

Altan Öymen, Atatürk’ün ölümünden sonra parti içindeki değişimle ilgili, “1938’in sonuna doğru toplanan olağanüstü kurultayda, İsmet İnönü’ye CHP’nin “değişmez genel başkanlığı” ile “Milli Şef” unvanı verildi. Bu unvan, 1946’daki 2’nci Olağanüstü Kurultay’da kaldırıldı” dedi. Parti içinde tartışmaların her zaman olacağını belirten Öymen, “Önemli olan o tartışmaların partiye zarar verecek hale gelmemesidir. CHP içindeki önemli yapısal tartışmalar, tek parti döneminde hep vardı. Bunlar çok partili hayata geçiş adımları sırasında daha da canlandı” diye konuştu.

İsmet İnönü’nün Milli Şef unvanı 1946’da kaldırıldı

Eski CHP Genel Başkanı, gazeteci Altan Öymen, yazı dizimizin üçüncü gününde Atatürk’ün ölümden sonra CHP ve Türk siyasetinde yaşanan değişimi ve bu değişimden 27 Mayıs 1960 darbesine uzanan uzanan süreci anlattı...

Haberin Devamı

Atatürk’ün ölümünden sonra parti içindeki en belirgin değişim hangi yönde olmuştur?

Atatürk’ün vefatından sonra 1938’in sonuna doğru toplanan olağanüstü kurultayda, İsmet İnönü’ye CHP’nin “değişmez genel başkanı” ile “Milli Şef” unvanı verilmişti. Bu tabii, demokratikleşme süreciyle bağdaşmayan bir gelişmeydi. O unvan, 1946’nın mayıs ayındaki 2’nci Olağanüstü Kurultay’da kaldırıldı. Ayrıca, o kurultayda ve onu izleyen dönemde, demokratikleşme yolunda başka bazı adımlar atıldı. Bunlardan biri, 2.5 yıl önce başlatılmış olan, partiyi devletle bütünleştirme denemesinin sona ermesiydi. İllerdeki valiliklerin aynı zamanda parti başkanı olması gibi, il memurlarının partili olabilmesi gibi kurallar oluşturmaya çalışılmıştı. O kurultayı izleyen dönemde onlar da tamamen kaldırıldı.

İsmet İnönü’nün Milli Şef unvanı 1946’da kaldırıldı





Parti içinde ilk çatlak sesler ne zaman duyulmaya başlandı?

Haberin Devamı

“Çatlak ses” demeyelim. Çünkü bir parti içinde konuşmalar, tartışmalar elbette olabilir, olmalıdır da. Cumhuriyet Halk Partisi içindeki önemli yapısal tartışmalar, tek parti döneminde hep vardı. Bunlar çok partili hayata geçiş adımları sırasında daha da canlanmıştı. 1945 yazında İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’daki kısmının sona erdiği zamanlarda, Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişikliklerle yeni partilerin kurulmasına başlandı. Çok partili siyasetin ilk partisi Nuri Demirağ’ın Milli Kalkınma Partisi’dir (MKP). CHP’nin içinden çıkan politikacıların kurduğu Demokrat Parti’nin 1946’nın ocak ayında siyasete katılması ile Türkiye siyasetinde çok önemli bir aşamaya gelindi. Zaten o gelişme de parti içindeki daha tek parti zamanındayken başlayan tartışmaların sonucudur. Ve o tartışmalar sonucundadır ki, Türkiye’nin çok partili hayata geçişi kolaylaşmıştır.

Demokrat Parti’nin başında, Atatürk’ün İnönü’den sonraki son Başbakanı Celal Bayar vardı. Gene CHP kadrolarında milletvekili olarak görev almış olan Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan vardı.

12 Temmuz Bildirisi

Sonrası malûm: Önce, demokratikleşme sürecinin ilk çok partili genel seçimi olan 1946 seçimi yapılıyor ve o seçim, sonuçları çok tartışılan bir seçim oluyor. Demokrat Parti, 465 üyeli Meclis’te 62 milletvekiliyle temsil edilen ikinci parti oluyor. Gerçi DP’nin gösterdiği aday sayısı iktidara gelmesini sağlayacak sayıdan hayli gerideydi. 16 ilde aday gösterememişti. Ama bazı illerde DP’lilerin itiraz ettiği sonuçlar, onların öne sürdüğü gibi çıksaydı, Meclis’e giren DP’li sayısı 62’den hayli fazla olacaktı. O konudaki tartışmalar aylarca sürdü... Gerginlikler yaşandı. DP’liler yerel seçimleri boykot etti.
1947 yılında partiler arası uzlaşma girişimleri başladı ve sonuç verdi. Cumhurbaşkanı İnönü, DP Genel Başkanı Celal Bayar ile CHP’nin Başbakanı Recep Peker’i bir araya getirdi. İki taraf birbirlerinin haklarına uygun davranmayı kabul ettiler. Bu “İnönü’nün 12 Temmuz Bildirisi” adıyla anılan bir bildiriyle kamuoyuna açıklandı.

Bu gelişmenin sonucu olarak, 1950 seçimine, iktidardaki CHP ile muhalefetteki DP’nin birlikte hazırladığı yeni Seçim Kanunu’yla girildi. Sonuçta da Cumhuriyet tarihinin ilk iktidar değişikliği yaşandı.

‘İyimserlik havası’

Haberin Devamı

Demokrat Parti’nin iktidara gelişinden sonra CHP’de neler oldu?

Haberin Devamı

Eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile yeni Cumhurbaşkanı Celal Bayar görüştüler. Eski Başbakan Şemsettin Günaltay ile yeni Başbakan Adnan Menderes de kendi aralarında buluşup görev değişimi sürecinin programını belirlediler. Meclis’te hepsinin katıldığı bir tören yapıldı. Ülkede genel bir iyimseverlik havası esti. Demokrat Parti’nin, iktidara geldikten sonra attığı adımlar arasında, eskisine göre daha özgürlükçü bir “Basın Kanunu” çıkarmak da vardı. Ayrıca bir genel af kanunu da çıkarıldı. Demokrat Parti içinden “komünisttir” diye karşı çıkanlar oldu ama Nâzım Hikmet’in de o kanundan faydalanması ve 13 yıl civarındaki hapis yaşamından kurtulması mümkün oldu. Bu da genel bir memnunluk uyandırdı.

Demokratik olgunluk kısa sürdü

İyimserlik havası  ne zaman bozuldu ve sonrasında neler yaşandı?

İyimserlik havası, iki yıl kadar sürdü. Daha sonra o hava çeşitli vesilelerle bozulmaya başladı. “Vesile” diyorum, “sebep” demiyorum. Çünkü, asıl sebep belliydi. İktidardaki politikacıların da, muhalefetteki politikacıların da önemli bir kısmının demokrasi tecrübesi azdı. Çıkan sorunların büyümesinin temel nedeni oydu. Birbirleriyle diyalog kurma alışkanlığı olsa, kolaylıkla çözülebilecek olan küçük sorunları, o sıradaki kızgınlıklarının etkisiyle, büyütme vesilesi (veya bahanesi) yapabiliyorlardı. Genel hatlarıyla bakılırsa, bu normaldi. Çünkü 20’nci yüzyılın ilk yarısını hatırlayalım: Başlangıçta, sadece dünyanın birçok ülkesinde yaşayan insanların da çok büyük kısmının, demokratik koşullar içinde uzun süre yaşamaları, o vakte kadar mümkün olmamıştı.

Haberin Devamı

‘Aklıma hep ‘keşke’li cümleler gelir’

Eğer 1961 Anayasası gibi bir anayasa DP döneminde hayata geçirilmiş olsaydı, askeri müdahalenin önüne geçme fırsatı yakalanır mıydı?

1960 yılının öncesindeki yıllarda ve 1960’ın ilk aylarındaki gazetelerin manşetlerine, yazılarına bakılırsa, Meclis tutanaklarına göz atılırsa, şu apaçık görülür: İktidar ile muhalefet arasında, en önemli tartışma konusu, temel hak ve özgürlüklerin kısılmasıdır. Mahkemelerin iktidarın baskısı altına sokulması için çıkarılan yasalardır. Eğer, 1924 Anayasası değiştirilerek dünyadaki demokratik ve özgürlükçü anayasalara uygun bir anayasa hazırlanıp yürürlüğe girmiş olsaydı, o tartışmaların hiçbirine gerek kalmayacaktı. Sonradan halk oylamasından geçip yürürlüğe giren anayasa bence öyle bir anayasaydı. Demokrasiyi teminat altına alan hükümler getirmişti.


İsmet İnönü’nün Milli Şef unvanı 1946’da kaldırıldı




1924 Anayasası’nda Meclis’ten çıkan kanunların Anayasa’ya aykırılık ihtimalini denetlemek için herhangi bir mekanizma yoktu. Kanunların denetlenmesi, o kanunları çıkaran Meclis’in içindeki Anayasa Komisyonu ile Meclis Genel Kurulu’nun yetki alanındaydı. Yani, o yasalara bizzat oy verip o tartışmalı kanunların kabul edilmesini sağlayan milletvekillerinin çoğunlukta olduğu kurullar... Böyle bir durumda, kanunların Anayasa’ya uygun olup olmadığının tartışılmasında, o sorunun cevabı hep “uygundur” diye karara bağlanıyordu. Bizim 1924 Anayasası’nın yerine referandumda kabul edilip yürürlüğe giren Anayasa, o durumu değiştiren bir Anayasa’ydı.

Anayasa Mahkemesi kuruldu


O Anayasa’yla getirilen maddelerin önemli bir kısmı, daha sonraki anayasalarımızda ve anayasa değişikliklerinde muhafaza edilen hükümler içeriyordu. Onlara göre, bir Anayasa Mahkemesi kurulmuştu. Yasaların temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunamayacağı ilkesi ile birlikte, başka ülkelerin de mevzuatına giren “Anayasa’yı koruma sistemi” bizde de oluşturulmuştu. 1961’den sonra da İsmet İnönü’nün başkanlığındaki karma hükümetler zamanında, o Anayasa hükümleriyle ilgili tüm uyum kanunları hazırlanıp yürürlüğe girmişti. O düzen değişikliği, keşke bizdeki “demokrasiye geçiş” sürecinin daha başlangıcında yapılabilseydi... O takdirde belki 27 Mayıs’tan önce yaşanan gerginliklerin önlenmesi imkânı doğabilirdi. O “eski zamanlar”ı düşününce, benim aklıma hep o “keşke”li cümleler gelir.


İsmet İnönü’nün Milli Şef unvanı 1946’da kaldırıldı



‘1924 Anayasası yeterli değildi’

Türkiye’de 1950’lerde yürürlükte olan 1924 Anayasası demokrasinin güvence altına alınmasına yeterli değildi. Seçim Kanunu ile haklar ve özgürlüklerle ilgili bazı yasalar 1950’den önce demokratikleştirilmişti ama Anayasa’nın da değişmesi gerektiği düşünülmemişti veya düşünülse bile ihmal edilmişti. 1950’den sonraki yıllarda, önce tek tek çıkan, daha sonra da yaygınlaşan ve hızlanan olumsuz olayların temelinde o ihmalin payı büyüktür.

YARIN: 12 Mart’tan 12 Eylül’e Türk demokrasisi ve CHP’NİN Ecevitli yılları...