03.06.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
AYŞEGÜL KAHVECİOĞLU Ankara
Kürtajı, gebelikte 10. haftaya kadar mümkün kılan mevcut kürtaj yasasının mimarlarından biri olan Başkent Üniversitesi Kadın Hastalıkları Doğum ve Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ayşe Akın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “kürtaj cinayettir” açıklamasının ardından, kürtajın yasaklanmasını öngören yeni yasa çalışmasına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.
1950’li yıllarda Türkiye’de istenmeyen gebeliği sonlandırmak için kadınların kendi kendilerine düşüğe başvurduklarını söyleyen Akın, anne ölümlerinin çoğunun bu sebeple gerçekleştiğini kaydetti.
1965’te aile planlaması yöntemlerinin yasallaştırıldığı ve “isteyerek yapılan düşükler”e sadece tıbbi nedenlerle izin verildiğini belirten Akın, “Bu dönemde kürtaj sağlıksız koşullarda yapılmaya başlandı. Sağlıksız koşullarda düşük yapılması, anne ölümüdür. 1980’li yılların başında Türkiye’de yasak olmasına rağmen 1 yılda 400 bin düşük yapılıyordu. Bunun 50 bini, kadının kendi kurcaladığı tavuk teleği, kibrit çöpü, sabun koyma gibi yöntemlerle yaptığı düşüklerdi” dedi.
Sağlık Bakanı Akdağ’ın 1983’te çıkan mevcut yasa ile ilgili olarak, “Kürtaj 12 Eylül’de oldubittiye getirildi” açıklamasını değerlendiren Akın, “Biz, ‘kadın ölümleri düşüğe bağlı olmasın’ diye bu yasaya 13 yıl emek verdik. 13 yıl üstünde uğraşılan bir iş için ‘aceleye getirilmiş’ denemez. Bu bir darbe yasası değildir ama devrim niteliğinde bir yasadır” dedi.
1983’te çıkan yasa ile düşüğe bağlı anne ölümlerinin ortadan kaldırıldığını vurgulayan Akın, “Yasalardan önce her 2 anne ölümünden biri isteyerek düşüğe bağlıydı. Yasadan sonra bu oran binde 5’e düştü. Şu anda ulaşılan düzey bu ve bu düzey gelişmiş ülkelerle aynı. Şimdi sorumlu sandalyede oturanlara sormak istiyorum. Geri mi gitmek istiyoruz? Yine düşüğe bağlı olarak anneler ölsün’ mü demek istiyoruz?” diye konuştu.
TARİH TEKERRÜR EDER
1983’te çıkan yasadan önce yarı kırsal bir bölgede bulunan bir hastanede başhekimlik yaptığını söyleyen Akın, şunları anlattı: “Hastaneye, kendi kendine yaptığı düşük nedeniyle durumu ağır 3 kadın sevk edildi. Artık böbrekleri idrar çıkartmıyordu. 3’ü de 1 hafta içinde öldü. Bunu yaşamayanlar, olayı romantik tarafından ele alıyorlar. Siz bunları yaşadıysanız ve eğer bu yasayı ortadan kaldırdığınızda yaşanacakları da biliyorsanız, böyle edebiyat yapamazsınız. ‘Tarih tekerrürden ibarettir’ derler. Birisi de diyor ki, ‘Eğer ders alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi?’ Biz şimdi kadın sağlığıyla ilgili tarihi mi tekerrür ettirmek istiyoruz?”
Türkiye’de her yıl 18 bin ölü doğum olduğunu, 17 bin bebeğin ise doğumdan sonraki 1 ay içinde öldüğünü söyleyen Akın, bu 35 bin bebeğin kurtarılması için yasalar hazırlanmasını istedi. Akın, “Daha doğmamış, birkaç hücreden oluşan ceninin peşine düşmeyelim. Bunu kadınlara bir hakaret gibi algılıyorum” dedi.
10 HAFTA BİLE AZ...
Mevcut yasada kürtaj için konulan 10 hafta sınırının 4 haftaya düşürülmesi ile ilgili tartışmaları da anlamsız bulduğunu söyleyen Akın, “10 hafta bile az. 12 hafta olmalıydı. Çünkü bilimsel olarak 12 haftaya kadarki, her haftada gebelik sonlandırılabilir. Kadınlar, gebe kaldığını kendi fark edene kadar ya da derdini anlatıp bir hekime ulaşana kadar zaten o sınır aşılır. ‘Tamam yasaklamadık, kürtaj hâlâ var. Ama haftayı düşürdük’ diyerek, kürtajı uygulanamaz hale mi getirmek istiyorlar?” diye konuştu.
BOSNA’YA DOKTOR GÖNDERDİK
Akdağ’ın “istenmeyen çocuğa devlet bakar” açıklamasını da değerlendiren Akın, şöyle dedi:
“Dünya Sağlık Örgütü sağlığı bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak tanımlıyor. Tecavüze uğrayan kadının hangi sağlığı kalıyor? Bosna Savaşı sırasında binlerce kadın tecavüze uğradı. Devlet oraya, tecavüz sonucu olan gebelikler sonlandırılsın diye onlarca kadın doğumcu yolladı. Biz Türkiye olarak bunu yaptık. Şimdi bugün kendi kadınımız tecavüze uğrayınca onu doğurtup, bebeğini alıp bakacak mıyız?”
BU NE TELAŞ?
Erdoğan’ın Türkiye’de nüfusun yaşlanması ile ilgili eksik bilgilendirildiğini düşündüğünü ifade eden Akın, “Çünkü Türkiye’de şu anda yaşlı nüfus yüzde 6.7... 2011’de yapılan bilimsel bir araştırma, ‘2040’a kadar Türkiye’nin nüfusunun yaşlanması söz konusu değil’ diyor. BM, ancak nüfusun yüzde 15’i 65 yaşın üstündeyse orada ‘nüfus yaşlanıyor’ diye bakıyor. Bizim 2050’de yaşlı nüfusumuz, yüzde 17 olacak. Ne bu telaş?” dedi.
Türkiye’nin imza attığı pek çok uluslararası sözleşme bulunduğunu hatırlatan Akın, “Uluslararası belgeler, ‘doğurganlığın düzenlenmesi bir insan hakkıdır. Bu insan hakkını gasp edemezsiniz’ diyor. AB ülkelerine bakıyoruz. 2 ülkede düşük, yasa dışı. Biri İrlanda, diğeri Malta. İkisi de koyu Katolik. Biz Müslüman bir ülkeyiz. Daha da önemlisi dini sosyal işlere, devlet işlerine katmayan laik bir ülkeyiz. Çağdaş, laik Türkiye’de din, bilimin referansı olmamalı” diye konuştu.