01.12.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
0
SEYHAN BARAJI YAPILIRKEN, MUHALİFLER HALKI KORKUTUYORDU: Seyhan Barajı, Demokrat Parti iktidarının çok önemli bir iddiasıydı ve o dönemde Türkiye'de çok tartışılmıştı. Seyhan Nehri'nin üzerine, Adana'nın 15 km yukarısına bir baraj yapılacaktı. 850 bin dönüm araziyi ve Adana'yı su baskınından bu baraj kurtaracak, arkasında toplanacak sularla elektrik çıkarılacak ve 1 milyon 440 bin dönüm arazi sulanacaktı. O ovaların sulanması için, daha önce nehirden su almak üzere birtakım işler yapılmışsa da, bunların hepsi yarımdı.18 bin kilovatlık üç ünite planlanmıştı; bir tanesi yedek olacak, iki tanesi kurulacaktı. "18 bin kilovat elektriği Çukurova'da kime satarız?" diye büyük sıkıntılar çektik. Çünkü, tesisin finansmanı için, çıkan elektrik satılmalıydı. Tesisin yapılması için 25 milyon dolar gerekiyordu. Böyle bir parası yoktu Türkiye'nin. Bunu ödünç almalıydı. Yeni dünya nizamında, bir Dünya Bankası kurulmuştu. Bu Dünya Bankası'nın maksadı, kalkınma projelerini finanse etmekti. "Bu proje neye yarardı? Yani, kendi kendisini öder miydi?" hesaplarının yapılmasının ardından, Dünya Bankası, Türkiye'ye 25 milyon dolar vermeyi kabul etti. Bu 25 milyon dolar, Türkiye'nin bütün ödeme kabiliyetinin yarısı idi. Temel etüd ve sondaj çalışmalarıyla kredisinin sağlanması çalışmalarında aktif görev aldığım barajın inşaatını yürütmek üzere, daha sonra "Barajlar Dairesi Başkanlığı" adını alacak olan "Seyhan Bürosu" kurulmuştu. Bu büronun başına getirildim. 1950'li yıllarda siyasetin içinde olmadım. Ama, hizmet yarışının ön saflarındaydım. Amerika Birleşik Devletleri'nde mühendislik bilgimi, tecrübemi ilerletip geldikten sonra, elime büyük projeler geçti. Seyhan Barajı, bunlardan ilkidir. O yıllarda Ankara'da oturur, ayda bir defa, iki defa, üç defa Adana'ya gider gelir, inşaatın yürütülmesine nezaret ederdim. Tesisi 974 günde tamamladık. 8 Nisan 1956'da Seyhan Barajı'nı hizmete açarken, aşağı yukarı yarım milyon insan vardı. Çukurova'nın o güneşli güzel günü, hâlâ gözümün önünde... Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve tüm bakanlar açılış törenine gelmişler, alan, bir insan seli olmuştu. Adnan Menderes, bana dönüp, "Çıkınız, açılış konuşmasını siz yapınız" dedi.Kürsüye çıktım ve barajla ilgili teknik özellikleri uzun uzun anlattıktan sonra şunları söyledim:"Bu güzel eserin milletimize ve memleketimize hayırlı olmasını temenni ederim. Projeleri tanzim ve inşaatın kontrollerinde idareye yardım eden Knappen Tippett Abbet McCarthy firmasına, inşaatı yapan Morrison-Garanti firmasına, hava hatları ve muhavvile (transformatör) merkezlerini inşa eden Elin firmasına, Adana-Karaisalı yolunu inşa eden Atman firması ile görev alan diğer firmalara teşekkür ederim. Bu eserde hizmeti geçmiş herkese minnettarlığımı ifade ederim."Konuştuğum kürsünün arkasında Bayar, Menderes, önümde dağ-taş insan... Karşıdan da güneş gözüme doğru geliyordu. Önce titrediğimi, sallandığımı hissettim. Ama, bu çabuk geçti. Sanki hiç o heyecanı yaşamamıştım. Konuşmam bitti. Sadece ben konuştum o gün. Tören alanı birden boşaldı... Bir kayanın üstüne oturdum, 1949 yılında ABD'nin Boulder Barajı'nı seyrettiğim gibi, Seyhan'ı uzun süre izledim. Etrafta kimseler kalmamıştı... Taşın üzerinde bu defa Seyhan'ı seyrettim Türkiye'nin bu büyük eseri tamamlandığı yıllarda, bazı muhalifler, halka olumsuz propagandaya giriştiler. "Topraktan bir baraj yapıldı, yarın köstebekler, barajın duvarlarına yuva yapmak isterlerse, bu deliklerden yol bulan sular, toprak barajı bir anda yerle bir eder, Adana da sular altında kalır" şeklindeki olumsuz propaganda, bir süre Adana'da baraj korkusuna yol açtı. 1950'li yılların ikinci yarısında, her yağmur yağışında, barajın patlayacağı dedikodusu yayılıyor, çok kişi karamsar yorumlar üretiyordu.Seyhan Barajı'na başladığımız zaman, elimizde bulunan toprak baraj inşaatı, 100-150 bin m3'lük Damsa Barajı idi. Onu da 5-6 senede yapabilir durumdaydık. O zaman "4.5 milyon m3 toprak baraj olur mu?" demeden önce, "Toprak baraj olur mu, olmaz mı?" tartışması yapılıyordu. Seyhan Barajı, hakikaten çok güzel bir tesistir. Üç sene gibi kısa bir zamanda bitirilmiş, Türkiye'nin hizmetine girmiştir ve "Türkiye Barajcılığının Modern Okulu" sayılabilecek bir tesistir.Sonra devlet, yeni barajlar yapılmasına karar verdi. Onları da bana havale ettiler. 'Toprak baraj olur mu, olmaz mı?' tartışması Türkiye'de siyasi iktidarın 27 Mayıs 1960 darbesine maruz kaldığı sırada, Devlet Su İşleri Genel Müdürü olarak İspanya'da, Uluslararası Sulama ve Drenaj Kongresi'nde bulunuyordum. Darbe haberini alır almaz, ülkeye dönmek istedim. Ancak, göreve getirilen yeni Bayındırlık Bakanı, kongre sonuna kadar İspanya'da kalmamı istedi. Madrid'deki Uluslararası Sulama ve Drenaj Kongresi'nden sonra Ankara'ya döndüm, ardından da görevimden istifa ederek, geciken askerliğimi yapmak amacıyla silah altına alındım.Darbeciler, Demokrat Parti iktidarını devirmiş, bu arada tüm devlet ve hükümet erkânı tutuklanmıştı. Bu olaylardan bir süre sonra da, Demokrat Parti kapatıldı.Siyasi hayat, 1961 yılında yeniden başladı. Demokrat Parti'nin devamı olarak Adalet Partisi siyaset sahnesinde yerini aldı. AP'nin kuruluş çalışmalarına, henüz asker olduğum için gayri resmi katıldım. Sonbaharda genel seçimlere gidildi. 1962 yılında askerlik hizmetimi tamamladıktan hemen sonra, AP'nin ilk Olağan Büyük Kongresi'nde en fazla oyu alarak Genel İdare Kurulu üyeliğine, ardından da Teşkilat Başkanlığı'na seçildim. 1961 yılında parlamento çalışmaya başlamıştı; ancak 27 Mayıs darbesini yeni darbe teşebbüsleri izleyecekti. Siyasete, korku ve sindirme egemen olmuştu. Siyasetçi huzursuzdu. Dolayısıyla bu huzursuzluk, parti yönetimlerine yansıyordu.İşte böyle bir ortamda, siyasetten çekilme kararı aldım. Ancak 1964 yılında, AP'nin ilk Genel Başkanı emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala vefat etti. Bu sırada, AP kurucularından oluşan bir heyet, ziyaretime gelerek, partinin başına geçmemi istedi. Bu istek, bir süredir çeşitli kanallardan geliyordu. Nihayet, Ankara İl Kongresi'nde kararımı verdim, ardından da 28 Kasım 1964 günü toplanan AP II. Büyük Kongresi'nde delegelerin büyük çoğunluğunun oyunu alarak, ilk turda Genel Başkan seçildim. AP Genel Başkanı oluşumdan yaklaşık iki ay sonra, 13 Şubat 1965 günü, 1965 Yılı Bütçesi Millet Meclisi'nde görüşülürken, İsmet İnönü'nün başkanı olduğu koalisyon hükümetini güvensizlik oyu ile düşürdük. Üç gün sonra da AP kontenjanından bağımsız Kayseri Senatörü olarak Suat Hayri Ürgüplü başkanlığında AP-YTP-CKMP ve MP'den oluşan yeni koalisyon hükümeti kuruldu. Aslında, koalisyonu yapan partilerin en büyüğü AP idi. Bu yüzden, hükümeti benim kurmam istendi. Ancak, milletvekili değildim. Anayasa'ya göre, başbakanın, Meclis içinden olması gerekiyordu. Buna çözüm olarak, kontenjan senatörü yapılmam ve böylelikle Başbakan olmam teklif edildi. O teklifleri kabul etmedim. "Seçilmeden görev almam" dedim. Ancak, yeni hükümette Başbakan Yardımcılığı'nı üstlenmem, zaruret oldu. Bu bana, tek başına iktidar olduğumuzda nelerin yapılması lazım geldiğini sekiz ay önceden öğrenme imkânını verdi. Darbe haberini İspanya'da aldım 1960-65 arasında yatırımlar hemen hemen durmuştu. Türkiye'nin büyük meselelerinin çoğu askıdaydı. İcra edilen projeler fevkalade sayılıydı. Türkiye hızlı kalkınmayı bırakmış, daha çok günü gün eden politikanın içinde kalmıştı. Üretim gücüne, altyapıya bir şey ilave edilmemişti. Türkiye'nin önünde kalkınma duruyordu, altyapı duruyordu. Ürgüplü hükümeti, 8 ay işbaşında kaldı ve Türkiye'yi 10 Ekim 1965 Genel Seçimleri'ne götürme başarısını gösterdi. Propaganda döneminde, bir mühendis, bir bürokrat olarak dolaştığım ve sorunlarını çok iyi öğrendiğim Türkiye'yi bir defa daha görmek, Türk insanına, refahı ve mutluluğu için yapacaklarımızı, sorunlarına getireceğimiz çözümleri anlatmak imkânını bulduk. Her mitingde, şehirlisiyle, köylüsüyle, kadını ve erkeğiyle Türk halkından aldığımız güç, bir sonraki mitingde bizi daha coşkulu kılıyor, hizmet aşkımızı artırıyordu. Türkiye'nin önünde kalkınma duruyordu 50. yıldönümü kutlanan Eisenhower Vakfı bursu ile 1954 yılının eylül ayında ikinci kez ABD'ye gittim, bir yıl sonra döndüm. Türkiye'nin hizmetine hazırlanmamda, ABD'ye yaptığım iki gezinin ve yabancı uzmanlarla yaptığım çalışmaların çok büyük önemi vardır. Bu uzmanlarla yaptığım çalışmalar, mesleki tecrübe yanında, ufuk kazandırmıştır. ABD'den döndükten bir süre sonra DSİ Genel Müdürü olarak görevlendirdiler. Genel müdürlüğüne geldiğim DSİ'nin kapısına, şunu yazdım: "Görevimiz, Türk insanının muhtaç olduğu suyu bulmaktır." Bu, bir kararlılıktır, determinasyondur. Çocukluğu susuzluk içinde geçmiş bir adam, devletin bu hizmetleri gören yerine, "Türk halkının ihtiyacı olan suyu bulacağız" diye giriyor. Aşağı yukarı benim hayat hikâyemin özüdür bu...DSİ, bizim kuruluş olarak yaptığımız ilk büyük iştir. Bugün hâlâ iyi çalışmaktadır. Benim, ilk büyük eserimdir.1955 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürü olduğum zaman 31 yaşındaydım ve hayallerimi gerçekleştirebileceğim bir sorumluluk düzeyine ve görev fırsatına kavuşmuştum. Çok büyük ve çok güzel bir görevdi; zevkle yaptım. Hayallerimi 31 yaşında gerçekleştirmeye başladım 31 yaşında DSİ Genel Müdürü olunca, heyecan içinde Türkiye'yi bir uçtan bir uca koştuk. Türkiye'yi çok iyi tanıdım. Hem Türkiye'nin coğrafyasını, hem tabii kaynaklarını, hem insanını çok iyi tanıdım. Orada gördük Harran Ovası'ndaki kuşun susuz olduğunu; kuş susuz... Orada gördük, Harran Ovası'ndaki insanın susuzluğunu... Orada gördük, sırtında kuyudan su çeken insanları... Orada gördük, kuyuların başında çamur ile suyu ayırmaya çalışan kadınları... Orada gördük, Allah'ın nimeti sudan mahrumiyetin, insanlara verdiği eziyeti...Mardin'in Gülharin köyünde, içinde çamurlu su birikintisi bulunan çukur etrafına toplanan kadınlar, eski bir otomobil lastiğini kova yapmış, onunla sıvıyı çekiyor ve buna "su" diyorlardı. Yalnız, kocaman gözleri meydandaydı. Güzel gözler... Bizim İslamköy'de evin 150 metre ötesinde su çeken anamı hatırlarım. Suyu taşırken, kollarının uzadığını hissederdim. Bu bölgede, insanlar susuzdu...Kuşlar susuzdu...Bütün hayvanlar, toprak susuzdu...Oysa, Palandöken'de eriyen kar suları gelirdi yakına kadar. Türkiye'nin en değerli madeni, bu kar sularıdır. Bunu Türkiye'ye tanıtan benim. Türkiye'yi, DSİ Genel Müdürü olunca tanıdım YARIN Şanlıurfa Meydanı'nda verilen şeref sözü