13.01.2009 - 20:53 | Son Güncellenme:
Her şey bu kadar hızla eskirken, hatta ‘yeni’ sandıklarımızın ya da ‘yeni’ diye sunulanların çoğu eskinin tekrarından öteye geçmezken, bir edebiyat eseri nasıl olur da ardında bıraktığı yarım asra meydan okur mürekkebi kurumamış bir hevesle?..
20 yıl önce okuduğum “Aylak Adam”ı bugün bir kez daha gözden geçirirken bunu düşündüm. ‘Dünyada dayanılacak tek şeyin sevgi olduğunu’ iddia eden, tek harfli çoğul kahraman C. ile yağmurlu sokaklarda aylak aylak dolaşırken... Sinema salonlarının önünde, ‘yalnız kalabilmek için’ evlendiği söylenen ‘kadınlar’ı yine C. ile birlikte beklerken... Bir erkeğin babasıyla kurduğu ilişkiyi anlatan o olağanüstü paragrafta C.’yi, ona yalnızlığını unutturacak bir gülümseyişle selamlarken...
Ardından “Anayurt Oteli”ne baktım. Yukarıdaki soru onun için de geçerli; yaş 35 ama aynı tazelik, aynı ‘yenilik’... Aynı duyarlılık. Bu kez Türk edebiyatının bir diğer ölümsüz kahramanı Zebercet... İçinde birkaç yudum bayat çay kalmış bardakta, ihtimal ince bellidir, ‘aklına takılan’ kadının dudak izi olduğunu tahmin ettiği lekeyi öperek, en inandığımız ezberleri bozduran Zebercet. İç sıkıntısının ete kemiğe bürünmüş hali, yalnızlığın iç burkan anlatımı. “Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük...” sözüyle üstümüze yuvarlanan koca soru işareti...
Ve her iki romanda da Türkçe için ‘iyi ki biliyorum’ dedirten o müthiş dil ustalığı!
Bu kadar ayrıntıya gerek yok biliyorum. En başta sorduğum soru, 20 yıl önce kaybettiğimiz yazarının adıyla kolayca yanıt buluyor aslında: “Aylak Adam”ın babası ve “Anayurt Oteli”nin mimarı Yusuf Atılgan.
Bu ay, Milliyet Kitap’ın kapağında ağırlıyoruz kendisini. Elbette, bir kitap ekinin sorumlulukları çerçevesinde, Türk edebiyatının en zengin kalemlerinden birine saygı duruşu bu çalışma. Ama bunun yanı sıra, başka bir derdimiz daha var; sizi ve bizi bu sayfalarda buluşturan temel bir ihtiyacın, okuma tutkusunun ekseninde. Değil mi ki, bir kitabın sayfaları arasında kaybolma özgürlüğünün tadında hemfikiriz, birbirimize adres de verebilmeliyiz; daha daha kaybolmak için.
Diyeceğimiz, aklınıza bir kez de biz düşürmüş olalım Yusuf Atılgan’ı...
Bu ay, kitaplığınızdan çıkarın “Aylak Adam”ı, “Anayurt Oteli”ni ve tabii “Bütün Öyküler”ini... Ya da kaybettiyseniz, ola ki sahip değilseniz, alın; yeni kitap kokan bir kitabevinden. Olmadı bir sahafın raflarından arayıp bulun, çokça el değiştirmiş, hikayeli bir geçmişi olan eski baskısını. Başucunuza koyun sonra. Bir kez daha okuyun. Ekonomik krize inat. Giderek sertleşen hayata inat. Zor bildiğiniz ne varsa hepsine inat. Hatta hatta direnç gösteren zamansızlığınıza inat.
İyi gelecek, göreceksiniz.
Her üçünün de yaşını başını almış olgunluklarındaki şaşırtıcı ‘yeni’liğe hayran kalacaksınız. İnsan bu kadar mı güzel, bu kadar mı yalın, bu kadar mı sahi anlatılır diye sorup duracaksınız.
Hava soğuk.
Buz gibi bir ocak.
Sıcacık Yusuf Atılgan kitapları.
O kadar yakınımızda o kadar zahmetsiz ki bazı mutluluklar...
Kitabınız bol olsun.