The OthersMedeniyetler arası diyalog

Medeniyetler arası diyalog

07.10.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Medeniyetler arası diyalog

Medeniyetler arası diyalog

18 - 20 Eylül tarihleri arasında, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen "Medeniyetler Arası Diyalog" konferansına yurtiçinden ve dışından onlarca bilim adamı katıldı. Yoğun ilgiye mazhar olan konferansta, medeniyetler çatışması tezinden dinler arası diyaloga kadar geniş bir çerçevede konular ele alındı. Tartışmalar, "Çatışmanın kaynakları, barış ve diyalogun imkanları", "Medeniyetlerin çatışma nedenleri", "Din, medeniyet ve kültür", "Medeniyetler arası bilgi intikali", "Bir gelecek perspektifi veya global muhayyile" başlıkları altında sürdü. Konuşmacılardan Prof. Dr. Binnaz Toprak, Prof. Niyazi Öktem, Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Abdülkerim Suruş ve Prof. Mehmet S. Aydın'ın değerlendirmelerinden bir özet sunuyoruz.


Prof. Dr. Abdülkerim Suruş
(İran'lı felsefeci, Kiyan Düşünce ve Kültür Enstitüsü öğretim üyesi)

Pozitivizmin egemen olduğu dönemde dine dönüş ciddi bir suç sayılıyordu. Ama şimdi dinin geri dönüşü akla çok yakın görülüyor. Laiklik ve pozitivizm, kaçınılmaz ve beklenmedik bir şekilde bir sonuç yaratmıştır: Dinin özgürlüğe kavuşmasına sebep oldu. Laik yönetimler, devlet ile dinin ayrılmasını öngörüyordu. Tarihi bir sürecin başlangıcı gibiydi. Tersine bir tepki yarattı. Dinin sosyal ve politik sorumluluklarından kopması, tarihi değerde bir olaya yol açtı. Dinin kendi kendisine dönmesine imkan verdi. Böylece dinler arasında sorunları ele elmak imkanı doğdu. Din kendine dönerek, kendisi adına ortaya çıkarılmış bazı problemleri çözmeye girişti. Bu da, daha yapısı sağlam ve daha mütevazi bir dinsel oluşuma yol açtı.
İnsanlar daima birşey olmak ve öğrenmek için çabalamışlardır. Bu durum kişilik ve gerçeklik problemini ortaya çıkarmıştır. Metodoloji ve ontoloji açısından öğrenme ve gerçeklik bir çatışma konusu olmuştur. Kendi kendini bilmek, tanımak ve gerçek kişiliğini keşfetmek, doğadaki ve toplumdaki kendi yerini tayin etmek çok büyük problemlerdir. Bunun için sahte kimlikler, metodolojiler, ideolojiler ortaya çıkmıştır. Tabii yanlış bir kişiliğe sahip olmak, hiç kişilik sahibi olmamaktan daha iyi olduğuna göre, insanlar önce kişiliklerini aşiretlerin içinde bulmuşlardır. Aşiret hayatının bozulması, ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla, insan kimliğine yeni bir temel gelmiştir. Milliyetçilik, vatandaşlık gibi önemli kavramlarla çıkmıştır. Bu yeni kavramlara göre, insanların kimlikleri yaşadıkları ülkenin ve tabi oldukları devletin sınırlarıyla bağlıdır.
Çatışmalar ve savaşlar hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmayacaktır. İnsanlar daima bahaneler bulacaktır. Bundan sonra din, bir gerilim, çatışma kaynağı değil, bir barış kaynağı olacaktır. Dinler şimdiye kadar toplu kimlik kartı olarak kullanılmıştır. 21 yüzyıl din yüzyılı olacaktır. Bu, kimlik dini değil, hakikat dini olacaktır. Din, özgürlüğüne kavuşacaktır. Din, kendisini istismar edenlerden kurtulacaktır.


Prof. Dr. Binnaz Toprak
(Boğaziçi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi)

Huntington'un en önemli yanlışlarından birisi, medeniyet kavramını dini farklılıklar üzerine oturtmuş olmasıdır. Farklılıkların çoğu, dinlerin temel öğretilerinden ziyade, değişik toplumlarda nasıl yaşandıkları ve nasıl anlaşıldıkları ile ilgilidir. Tarihte varolmuş bile olsa, günümüzde bir Hristiyan, bir İslam, bir Kudüs medeniyetinin varolduğunu düşünmüyorum.
Bırakın medeniyetleri, kültürden söz ettiğimizde bile din ne kadar önemli bir faktördür? Biraz abartıyoruz gibi. Kültürlerin oluşmasında ortak tarih ve çoğrafya son derece önemlidir.
Din temeline dayalı medeniyetler çatışması geçmişte vardı. Bugün, din ve etnik kökene dayanmayan çağdaş bir dünya medeniyeti oluşuyor. Bunun kavramları ve kurumları Batı'dan gelmiş olabilir. Ama buna Batı medeniyeti demenin yanlış olduğu düşüncesindeyim. Dünya medeniyeti dediğim, çağdaş medeniyetin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
Toplumların kendi kaderlerini kendilerinin çizmesi. Tek tek bireylerin devlet yönetiminde söz sahibi olabilmesi. Yani demokratik yönetim. Her türlü diktatörlüğün reddi. Temel hak ve özgürlüklerin, insan onurunun ve insan bedeninin korunması. Devletin ve hukuk sistemlerinin insanlar arasında din, dil, ırk, etnik köken ve cinsiyet ayrımı gözetmemesi. Bu konuda İslam hukuku ve geleneği fevkalade sorunludur.
Dini, etnik ve kültürel kimliklerin ifade özgürlüğünün olabilmesi. Çevrenin korunması. Topluluklar ve uluslar arasında barış. Teknolojik gelişim, toplumlar arasında iletişimin artması. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması. Toplumsal refah düzeyinin yükseltilmesi.
Oluşmakta olan çağdaş dünya medeniyetinin sorunları da var: Dayandığı düzen olan serbest piyasa ekonomisinin acımasızlığının törpülenmesi, gelir dağılımın hem aynı toplum içinde, hem de ülkeler arasında düzeltilmesi lazım. "Zaten Batı medeniyetidir, taklitçilik etmeyelim" diyeceğimize, bu oluşmakta olan medeniyete İslam toplumu olarak katkıda bulunalım ve girelim.

Prof. Dr Yaşar Nuri Öztürk
(İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı)

Dinleri tabir caizse "Tanrı kavramını merkeze oturtan hümanist sistemler" olarak görebiliriz. Örneğin, Kur'an'a baktığınızda, "çekirdeğini Allah'ın oluşturduğu bir hümanizm" ile karşılaşmanız mümkün olur. Adı, barış ve esenlik kelimelerinden türemiş bir din, "insan için" bir din olabilir, ama "insana rağmen" bir din asla olamaz.
Ruhçu - idealist anlayışlarla, materyalist - hümanist anlayışların, insanı gözardı etmemek gibi bir ortak paydası vardır.
Dinlerin, ilahi iradenin amaçladığı hedeflerden, beşeri iradenin çıkarlarına doğru kaydırılması, dini inkar edenler veya dine düşman olanlar tarafından işlenecek bir cürüm değildir. Bunu ancak, dini temsil edenler, hatta dinin koruyucusu rolünde sahneye çıkanlar yapabilir. Kur'an'ın yarıya yakın bir kısmı, dini temsil edenlerden şikayetten ibarettir.
Allah ile aldatma, yıkımı çok zor farkedilen ve faturası çok ağır olan bir aldatmacadır. Çünkü insanın derinliklerine sokulur, onun yüreğinin en sıcak ve temiz yerinden yakalar. Allah ile aldatmanın, başka bir deyişle, dinin ihtiras ve çıkarlara araç yapılmasının tahribine dikkat çeken Kur'an beyanları çok ürperticidir.
Dinin insana rağmen bir kuruma dönüşmesini önlemede hareket noktası, dinin gaye olmaktan çıkarılmasıdır. Gaye, din içinde konuşursak, insanla Allah'ın vuslatı ve insanın Allah'ın iradesine uygun yaşamasıdır. Din, bu gayenin aracıdır. Bu araç yani din, amaç haline getirilince, erdirici bir kurum olmaktan çıkıp ezici ve kahredici bir kuruma dönüşür. Dinin insanı yücelten ve mutlu eden bir vasıta olmaktan çıkıp bizzat gaye haline getirilmesi, kansorejen tahriplerin seri halde devreye girmesine yol açar. Bu mezheplerle tarikatlerin gaye haline getirilmesi, bir başka deyişle dinleşmesidir. Tüm dinler tarihinde, o arada bugünkü İslam dünyasında durum tamamen budur. Mezhepler, birer method, tavır, tarz, fikir ve düşünce ekolü olmaktan çıkıp birer bağımsız din haline gelmişlerdir.
İslam dünyasının mezhep ve tarikat kavgalarıyla harcadığı enerji, para ve yok ettiği insan, İslam dışı unsurlarla mücadelesinde harcadıklarından çok daha fazladır. Aktüel bir örnek olarak Afganistan'ı verebiliriz.
Din adına konuştuğumuzda şunun altını çizmek durumundayız: Din bizatihi gaye değildir, gaye insandır.

Prof. Dr. Niyazi Öktem
(İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi)

Anadolu bir kavimler köprüsüdür. Tarih boyunca göçlere sahne olan Anadolu bir alaşımdır. Anadolu'da ırkçı milliyetçilik olamaz. Tarihte bir alaşım, harman örneği de yeniçerilerdir. Genç yaşta(6 - 16) müslümanlaştırılan bu devşirmeler Sırp, Bulgar ve diğer gayri müslim kökenlilerdir. Bunlar ne oldu? "Emekli" olan yeniçeri çoluk çocuk sahibi olmadı mı?
Padişah analarının hemen hepsi gayri müslim kökenlidir. Sarayda üst kademe yöneticilerin Kafkas kökenliler hariç büyük çoğunluğu devşirmedir. Örneğin Sokullu Mehmet Paşa, kilise korosundan alınan bir devşirmedir. Mimar Sinan ve Barbaros Hayrettin Paşa'nın anası gayri müslüm kökenlidir.
Bunları bilmeyen ırkçı milliyetçiler, kendi inanç sistemi içerisinde olmayanlara kolaylıkla "gavur" diyebilmekte, cihadı helal görmektedir. İstanbul'da 6 - 7 Eylül hadiseleri, Sivas'ta İslam dininin Alevi yorumu içinde olmaları nedeniyle çok yakın bir tarihte insanları yakmaları hep bu tür bir cehaletin sonucudur.
Anadolu tüm dünya kültürünün beşiğidir. Anadolu insanı da bunun miraşçısıdır. Bu tür bakış açısı diyalog ve barış getirir.
Diyalog için, örneğin biz müslümanlar Hz. İsa'nın doğum günü olarak kabul edilen 24 - 25 Aralık veya başka bir tarihte Kur'an okuyabiliriz. Bir başka diyalog kopukluğuna neden olan tutum da, bazı hristiyanların İslam'ı bir cihad dini, zorlamalara ve baskıya dayalı bir din olarak görmeleridir. Oysa bilindiği gibi "Dinde zorlama yoktur" ayet - i kelimesi mevcuttur. Cihad - ı ekber nefse karşıdır.
Özde, ne Hristiyanlık ne Müslümanlık ne de Musevilik baskıdan, cihattan yanadır. Politikacıların, hükümdarların, cahil din adamlarının, ırkçı fanatiklerin dini siyaset ve kendi çıkarlarına alet etmelerinin günahını dinlere maledemeyiz.

Prof. Mehmet S. Aydın
(Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı)

Globalleşiyoruz. Globalleşme ile diyalog arayışları bir paralellik gösteriyor. Çok büyük alanlarda globalleşme var. Peki, kültürlerin, medeniyetlerin hali ne olacak? Globalleşme dediğimiz süreç yerelleşmeyi de beraberinde getiriyor. İnsan kolay kolay insani kamil olmadığı için, kainat ile kendisini özdeş sayamıyor. Bu ister istemez kimik sorununu çıkarıyor. Globalleşme ile birlikte farklılaşma bilinci de önem kazanıyor. Globalleşmenin daha insani olabilmesi için farklılıkların üzerinde düşünmek gerekiyor. Diyalog biraz da bu ihtiyaçtan doğuyor. Diyalogda sıkıntı sadece bizden kaynaklanmıyor. Öbür tarafta da sıkıntı var. Bugün İslam dünyasında Batı'ya yönelik eleştirilerin yüzde 90'ını biz yine Batı'dan alıyoruz. Sonra da onlara veriyoruz. Orijinal bir düşünce üretme değil bizim yaptığımız. Bize düşen kızmak değil, düşünerek, bilgi üreterek Batı kafasının sınırlılığını göstermektir. Batı suçlanamaz. Biz kendimizi doğru anlattık da, Batı mı anlamadı? Şikayete gerek yok. Fenomen olamamışsanız bilimde obje de olamazsınız. Bizim büyük çaba sarfetmemiz lazım ki, diyalogda tam eşit bir taraf olalım.
Globalleşme ciddi bir ahlaki kriz içinde sürüyor. Dünyada global etik çalışması var. Neden? Çünkü, mevcut ağır yapı bu zayıf ahlakla çok fazla gidemez. İnsanlık çok bilebilir, çok üretebilir, çok tüketebilir, önemli teknoloji vücuda getirebilir ama insan olma ahlaki sorumluluğu yoksa, bütün bunlar bir yere gidemez. Globalleşmenin temeline evrensel ahlakı koymamız gerekir.
Keşke bugün Türkiye'de Batı teolojisini orijinal kaynaklarıyla değerlendirebilen 20 kişi olsaydı! O zaman batılılar olayları ayrı bir perspektiften görme şansına sahip olurdu. Türkiye'de hanım ilahiyatçılarımız, hanım hadisçilerimiz yok. Olmadığı için Türkiye'de yaşanan din bir erkek dinidir. Hanım yumuşaklığı, hanım katkısı yok? Dini hayata hanım yumuşaklığının, merhametinin, rıfkının gelmesi gerekir.




KEŞFETYENİ
Survivor ekibi akın etti! Kimler yok ki... 'Havuç' dünyaevine girdi
Survivor ekibi akın etti! Kimler yok ki... 'Havuç' dünyaevine girdi

Cadde | 02.06.2025 - 09:00

Furkan Kızılay ile Tutku Yılmaz dünyaevine girdi. Çifti, Survivor ekibi de yalnız bırakmadı.

Yazarlar