Yıldırım Demirören Beşiktaş’tan ayrılıp Türk Futbolu’nun başına geçtiğinde siyah beyazlı taraftarların büyük bir kısmı şunu söyledi: “şimdi onlar düşünsün”. Bu cümledeki “onlar”ın kim olduğunu o zaman da anlamamıştım, şimdi de anlayamıyorum ama mevzu bu değil.
Fikret Orman göreve soyunduğunda arkasında müthiş bir camia desteği buldu. Bu önemli desteğin iki temel nedeni vardı: birincisi eski yönetimden memnuniyetsizlik, diğeri de Orman’ın kulübün içinde bulunduğu zor şartlara rağmen gösterdiği cesaret.
Zor şartlarda dümene geçmek her zaman kötü değildir. Eğer kaptan iyiyse bu durumu avantaja dahi çevirebilir. Bilakis iyi kaptanlar bu kötü zamanları sever, bu dönemleri kendilerini göstermek için bir fırsat görür, bu durumdan içten içe bir zevk duyarlar. Fakat kaptan kötüyse işler iyice sarpa sarar ve geminin alabora olması kaçınılmaz olur.
Fakat zaman içinde, öyle çok uzun boylu da değil, üç buçuk, dört ay içinde Beşiktaş taraftarı önce yeni yönetime sempatisini gözden geçirmeye başladı, şimdilerde de yüksek sesli eleştiriler yapmaya.
Fikret Orman yönetimi görevi öyle bir zamanda aldı ki, geride kalan dört ayda kulübe çivi dahi çaksalar alkışlanacaktı.
UEFA’nın Finansal Fair Play (FFP) düzenlemeleri 2010 yılından beri başta büyükler olmak üzere Avrupa’daki tüm takımların gündeminde; en azından öyle olması gerekiyor.
Düzenlemelerin detayı ile ilgili açıklamalara daha önce derlediğim aşağıdaki yazıda ulaşabilirsiniz:
Bu yazının konusu ise son günlerdeki flaş transferleri sonrasında Galatasaray’ın FFP düzenlemeleri karşısındaki durumu.
Bilindiği gibi FFP’nin ilk değerlendirmesi 2013-2014 sezonu başında yapılacak ve bu değerlendirmede 2011-2012 ile 2012-2013 sezonları mercek altına yatırılacak.
Hemen söylemeliyim ki kesin bir hesaplama yapmak için sarı kırmızılıların 2011-2012 sezonunda gerçekleşen ve 2012-2013 sezonunda gerçekleşecek olan naklen yayın geliri, stadyum gelirleri, lisanslı ürün satışları, gayrimenkul gelirleri ve benzeri tüm gelirleri ile futbolcu ücretleri, bonservis bedelleri, teknik adam ücretleri ve benzeri tüm giderlerinin dikkate alınması gerekir.
Fakat bugün itibariyle bir fikir sahibi olabilmek adına Galatasaray’ın 01.06.2011-29.02.2012 9 aylık cari dönem gelir tablosundaki yaklaşık 9 milyon avroluk zarar beyanından yola çıkılabilir. Çok genel bir hesapla Ünal Aysal yönetiminin bu sene
Bu yazıyı okurken elinizi vicdanınıza koyun ve mümkünse bitene kadar kaldırmayın.
Şike davası, Türkiye’nin en fazla sayıda kişi tarafından takip edilen davalarından biri. Bu davanın bir başka özelliği de onu takip eden hemen hemen herkesin, davanın içeriği ve sonucu ile ilgili bir fikre sahip olması.
Mahkeme toplumun beklentilerini karşılamak adına normalde yıllarca sürebilecek bir davayı dört buçuk ay gibi kısa bir sürede karara bağladı ve topu, son sözü söyleyecek olan Yargıtay’a attı ancak eminim çıkacak karara bir taraf yine saygı duymayacak. Zira herkesin kafasında deliller incelendi, sanıklar dinlendi, savunmalar yapıldı ve olay çoktan sonuca bağlandı.
Bu davada benim için suçun işlenip işlenmediğinden çok daha önemli olan bir yön var o da toplum olarak davaya yaklaşımımız.
Ne garip ki aynı davada bir taraf için Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe mağdur, farklı güçler suçlu. Diğer taraf için ise Trabzonspor ve Türk Futbolu mağdur, Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe suçlu. Özetle Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe hem suçlu hem de mağdur!
Ve büyük olasılıkla siz de yukarıdaki iki düşünce grubundan birinin içindesiniz.
Üstün Dökmen bir eğitiminde “duygulara saygı duyulur,
İspanya milli takımını bir cümleyle özetlemek gerekirse sanırım onlar için yapılabilecek en iyi tanım “tüm zamanların en komple milli takımı” olur.
Maç içinde sağ ve sol açık görevleri yapan kanat savunucuları, gol atan savunma ve orta saha oyuncuları veya oynadıklarında rakibe baskıyı bulundukları yerde başlatarak takımlarının her bölgesiyle rakip yarı alana yerleşmelerini sağlayan forvetleri sayesinde İspanya, bir yandan futbol a dair ezberleri bozarken diğer yandan da bu güzel oyunun nasıl kusursuzlaştırılabileceğinin en güzel örneklerini veriyor yıllardır.
İspanya milli takımında öyle isimler var ve bu oyuncular öyle uyumlu ki Cassilias’ın arkadaşları verdikleri paslar ve attıkları gollerle, kendisi de kurtarışlarıyla futbol topunun kıvrımlarını ortadan kaldırıp onu köşeli hale getirebiliyor. Bunun kanıtı son üç uluslar arası şampiyonada kupaya uzanmayı başarmak.
İspanya şampiyonayı kalesinde sadece bir gol yiyerek tamamlarken rakip fileleri tam on iki kez havalandırdı; hem de çoğu maçta “forvetsiz” oynayarak. Burada yorum sizin.
İspanya’nın kadrosunda bırakın vasat veya kötü olmayı, yıldız olmayan oyuncu dahi yok. Fakat bu yıldızların en parlağı Andres Iniesta.
Geçenlerde, Beşiktaş’ın, gelecek senenin gelirleri içinde TT Arena hâsılatlarına da yer verdiği şeklinde çıkan haber ne kadar doğru bilinmez ama siyah beyazlıların, en azından siyah beyazlı yönetimin önümüzdeki sezon maçlarını TT Arena’da oynamak istedikleri açık.
Düne kadar bu konuda “ev sahibi” (neden tırnak içinde yazdığımı birazdan anlayacaksınız) Galatasaray’ın cevabı net değildi fakat dünkü toplantı sonrasında Adnan Öztürk’ün “cevabımız hayır” açıklaması bu konudaki soru işaretlerini de ortadan kaldırdı.
Eminim Beşiktaşlı taraftarlar istenmedikleri bir statta oynamayı zaten kendileri istemeyeceklerdir fakat kulüplerin kaptan köşküne paranın geçtiği, takımların bir ürün, taraftarların da müşteri haline dönüştüğü bir ortamda bu tür yaklaşımlar, TT Arena’dan sağlanacak olası gelirler düşünüldüğünde, oldukça romantik kalacak, bu nedenle Beşiktaş yönetimi, sarı kırmızılı yöneticiler kendilerine olumsuz yanıt verseler de TT Arena’da oynama isteklerinden vazgeçmeyecektir.
Olay Galatasaray açısından düşünüldüğünde ise, sarı kırmızılıların kendi statlarını başka bir takımla paylaşmak istememe veya Ali Sami Yen Stadı bakımdayken maçlarını tüm zorluklarına karşın Olimpiyat
Ulvi, Kadir, Samet üçlüsü futbola dair belki de ilk öğrendiğim isimler oldu. Sonra Metin, Ali, Feyyaz, sonra da Gökhan, Recep, Zeki, Ziya ve diğerleri geldi.
Bu isimlerin hafızamda bu kadar net yer almasının nedeni, sadece bu kadronun başarısı değil aynı zamanda sizin, doksanlı yılların başında lige damga vuracak Beşiktaş’ın temelini oluşturmanızdandı.
Futbolu bırakan çoğu futbolcu, sizin de jübilenizde söylediğiniz gibi, oynadığı takımın başına geçmek ister. Fakat onlardan çok azı bu şerefe nail olur. Siz oldunuz ve konuşmalarınızdan anlaşılıyor ki bunun farkındasınız. Çok önemli bir artı.
Malum, Beşiktaş, tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor. En büyük sorun da parasızlık. Ortada çok para harcanarak kurulmuş fakat son iki seneyi şampiyonun fersah fersah arkasında tamamlamış, başarısız bir kadro var.
Hocam Portekiz çetesini dağıtın!
Maalesef son iki yılda görüldü ki Beşiktaş’ın Portekiz hamlesi tutmadı. Bu oyuncuların başarısızlığının nedeni bazen formsuzluk, bazen isteksizlik bazen de uyumsuzluk oldu ama neticede alınan abdest ürkütülen kurbağaya hiç değmedi.
Bugün bu sıkıcı filmi bir daha izlemek, onların bireysel oyunda çok başarılı ama takım oyununda
Fikret Orman’ın işinin çok zor olduğunu inkâr eden bir kişi dahi görmedim. Taraflı tarafsız herkes Beşiktaş’ın içinde bulunduğu durumun zorluğunun farkında ve hem Orman’a hem de onun çalışma arkadaşlarına her şeyden önce saygıyla yaklaşılıyor.
Ancak Fikret Orman geride kalan iki buçuk ayda gösterdiği performans daha doğrusu yaptığı açıklamalarla benim kafamda ileriye dönük soru işaretleri uyandırdı. Bu açıklamaların sonuncusu da onun Nihat Kahveci ile ilgili sözleri.
Öncelikle Fikret Orman, malum sözleri Nihat’ın hakkını aramasına değil, alacakları üzerinden faiz istemesine karşılık sark ettiğini söylüyor ama belli ki başkan, Nihat’ın bu zor zamanda UEFA kanalıyla Beşiktaş’tan geciken ücretini istemesine de içerlemiş.
Peki, Orman tepkisinde haklı mı? Maalesef hayır!
Beşiktaş’ın ekonomik açıdan tarihinin en zor senelerinden birini geçirdiğini, kulübün 581 milyon lira borcu olduğunu ve Fulya ile plaza gelirlerinin 2016 yılına kadar temlik edildiğini herkes biliyor. Fakat bunların sorumlusu Nihat Kahveci olmadığı gibi tüm bunlar şu an ne iş yaptığı ve paraya ne kadar ihtiyacı olduğu bilinmeyen Nihat’ın alacaklarının peşine düşmesine de asla engel değil.
Bu olayda beni
Bu ülkenin liginde yıllardan beri şike kol geziyor; kâh teşvik adı altında kâh başına “hatır” kelimesi getirilerek.
***
En çok izlenen “spor” programlarından biri Telegol.
Eski hakemler sözüm ona futbol yorumcusu.
Futbol yorumundan anladığımız sadece tartışmalı pozisyonlar ve skor tahminleri.
Medyanın tek derdi tiraj ve izlenmek, okunmak veya tıklanmak için hiçbir spekülasyondan kaçınılmıyor. İnsanları yatıştıracak güzellikler değil onları sinirlendirecek ve harekete geçirecek haberler ön plana çıkartılıyor.
***
Tutulan takımın taraftarlığı bir kimlik ve üstünlük, rakip takımı desteklemek ise aşağılanma nedeni.