Diploma, olduğunda eskisi kadar işe yaramasa da olmadığında büyük sıkıntı yarattığı kesin. Özellikle de kendi işinizi kurmuyor ve devlette ya da özelde iş arıyorsanız.
Aslında diplomanın yerini, sahip olduğumuz yetkinlikler alalı çok oldu. Peki onlar neler?
Adına her ne derseniz deyin, bu yetkinlik de olabilir, donanım, yetenek, beceri, girişimcilik, iş bitiricilik, yaratıcılık, vizyon, farkındalık ve daha pek çok şey de olabilir.
Önemli olan diğerlerinden farklı olmanız ve özellikle de iş yapacağınız alanlarda birden çok artılarınızın olması.
Diploma sevdası nedeniyle, eğitimle, diplomayla, stajla, zamanla, yaşamla birlikte kazandığımız yetkinliklerin pek çoğunu ya hiç ciddiye almadık ya diploma her kapıyı açar sandık.
Sonuçta geldiğimiz nokta, “diplomalı işsizler ordusu” oldu.
Anaokulundan doktoraya kadar tüm eğitim kademelerinde yaşanan bu hayal kırıklığı, tüm paydaşlar tarafından ciddiye alınmalı ve beklentiler yeniden düzenlenmelidir. Yoksa bu günleri de arar noktasına gelebiliriz.
En büyük tehlike de okumuşları okuduğuna pişman etmek, değersizleştirme ve gen&ccedi
CHP’nin hafta sonu Ankara’da gerçekleşen eğitim zirvesi Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde başladı, Genel Merkez’de sona erdi. Çözümden daha çok, sorunların tespitine yönelikti. Adı zirve olsa da sonraki bir dizi çalışmanın bir ön toplantısı niteliğindeydi…
CHP’nin 1,5 günlük eğitim çalıştayında çok önemli konular ele alındı, üç saatlik grup çalışması ve üç dakikalık sunumlarla tamamlandı.
Verimli miydi, verimliydi. Çok daha iyisi olamaz mıydı, olurdu. Eğitimin dışlanmasına, sorunların göz ardı edilmesine, öylesine alıştırıldık ki, bu kadarı bile umut ışığı oldu. Darısı diğer partilere...
200’ü aşkın akademisyen ve diğer eğitim paydaşlarının katıldığı toplantılarda 21 farklı alanda grup çalışması yapıldı. Gruplardan kimi iki, üç kişi kimi de 10, 12 kişiydi. Öğrenci hiç yoktu, sahada görevli öğretmen ve okul yöneticisi de yok denecek kadar azdı. Konu başlıkları ilginçti ama eğitimin finansmanı, yönlendirme, dijital bağımlılık ve eğitimden
6 Şubat’ta peş peşe yaşanan iki depreminin üretmiş olduğu enerji, Hiroşima’ya atılan atom bombasının iki bin katı büyüklüğündeymiş. Olası büyük İstanbul Depremi’nde çok fazlası yaşanabilirmiş! Peki yeterince ders aldık mı, sözün ötesine geçebildik mi? Bu sorunun cevabını aramadan önce isterseniz Hatay gözlem ve görüşmelerimizi sizlerle paylaşmaya devam edelim… Halkın, esnafın ve çalışanların yanı sıra kentin kaderine yön verenlerle de tek tek görüştük. Eski Başkan Lütfü Savaş, “Bizim de hatalarımız olabilir ama böylesi büyük yıkıma neden olan asıl hata deprem yönetmeliklerinde ve büyükşehir yasasında. Sisteme yönelik hataları yargı önünde konuşmaya ben hazırım” diyor. Üç dönem milletvekillikten sonra kente bu kez büyükşehir belediye başkanı olarak hizmet eden Mehmet Öntürk ise dünü dünde bırakıp, Hatay’ı yeniden ayağa kaldırmaya odaklandığını söylüyor. Kente henüz tümüyle vakıf olamamış, kadrolarını
Hatay’ın merkez ilçesi Antakya gelmiş geçmiş en büyük deprem felaketini yaşayan kentlerimizden biri. Binlerce yıllık tarihi boyunca yedi kez yerle bir olmuş ama ne bulundukları coğrafyadan vazgeçiyorlar ne çok daha sağlam binalar yapıyorlar!
Son depremde tarihi kentte ayakta kalan bina yok gibi, on binlerce yurttaşımız öldü ve sanki yine hiç ders almadık. Yıllardır depremle yatıp, depremle kalkıyoruz, sabah akşam deprem yorumları dinliyoruz. Ama görünen o ki bugüne kadar ne anlatıcılar depremi tam olarak anlatabildi ne de dinleyecekler konuya vakıf olabildi.
Malatya ve Antakya’da anlatılan çerçevesinde şöyle bir tablo ile karşılaştım ve şöyle bir varsayıma vardım:
Depremi bir boks maçı olarak göz önünüze getirin. Hiçbir kural yok. Deprem ağır sıklet şampiyonu, bizdeki binalar ise tüy sıklet. Şampiyon önüne geleni yani fay hattı üzerindekileri ezip geçiyor. Kıyıda, köşede kalanlara da kükrüyor ama yumruk mesafesi dışında kaldıkları için çok fazla etkilenmiyorlar.
Peki aynı şampiyon, yani
6 Şubat 2023’de 7.7 ve 7.6 depremlerinde en büyük zarar gören kentlerimizden birisi de Hatay.
Depremin ilk saatlerinden itibaren “üvey evlat muamelesi görüyorlar” yönünde öylesine bir algı oluştu ki bu halen devam ediyor.
Depremde hem can kaybı olarak hem de maddi olarak en büyük zararı Hatay ve özellikle de merkez ilçe Antakya’nın gördüğü konusunda herkes hemfikir.
Kentin yüzde 80’i yerle bir olmuş. Suriyeliler konusunda resmi bir rakam olmadığı için kesin bir şey söylenmiyor ama 25 bin Hataylı can vermiş. Gerçek rakamın çok üzerinde olduğunu söyleyen de çok kimse var.
“Aradan 18 ay geçti her yer futbol sahası gibi dümdüz edildi ama hâlâ herhangi bir inşaat yapılmıyor” algısı ile kente geldim.
Sabahın 7’sinde yola çıkıp ancak aktarmalı seferle akşamın 7’sinde kente ulaştığımda ilk şaşkınlığımı ışıl ışıl bir kent görünce yaşadım. Enkazları göremedim ama yerle bir olmuş bir kent izlenimi de yoktu. Sabah olup kenti gezmeye
MEB mülakatta olduğu gibi Öğretmen Akademisi’nde de ısrarcı.
Yasa TBMM’den geçti. Belli ki o da yargıya gidecek. Sistem hepten tıkanacak…
Eğitim de Anayasa gibi partiler üstü konu. Sadece bakanların ya da iktidarların görev yaptığı dönemi değil, geleceği de ilgilendirdiği için uzlaşı gerektirir.
Peki Öğretmen Akademisi’ne yönelik bir uzlaşı söz konusu mu?
Bakan Tekin’in dışında savunanı yok gibi.
İktidar projesi olsaydı son 20 yılda, 20 defa gerçekleşirdi.
Zaman zaman gündeme gelse de yaratacağı sıkıntılar göz önünde bulundurularak hep ötelendi.
Yeni bir Anayasa için çabaların sürdüğü şu dönemde, eğitimde sağlayamadığımız uzlaşıyı, Anayasa’da nasıl gerçekleştireceğiz?
Mesleki eğitimin öneminden hemen herkes söz ediyor ama bu konuda çözüme yönelik bir adım atanı arayın ki bulasınız. Devlet, özel sektör, sanayi ve ticaret odaları, sivil toplum örgütleri ve diğer paydaşlar, dünden bugüne mesleki eğitime hep şaşı baktı. Bakmaya da devam ediyorlar. Bu yüzden de arpa boyu yol alamıyoruz.
Sanki üniversitelere öğrenci hazırlayan yeterince Anadolu lisesi, fen lisesi, kolej, imam hatip lisesi yokmuş gibi mesleki ve teknik liseleri de üniversitelere öğrenci hazırlayan kurumlar haline getirdik…
Önümüzdeki 20 yıl içerisinde bugünkü mesleklerin en az üçte ikisi yok olacak, yerine yeni meslekler gelecek. Kalifiye işgücüne yönelik ihtiyaçlar daha da artacak. Buna rağmen yıllık öğrenim ücretleri bir milyon lirayı aşan zincir kolejler içerisinde mesleki eğitimi ciddiye alan yok gibi. MEB’in yatırımları da minimum düzeyde. “Mesleki eğitim, memleket meselesi” diyenler de, bu sözlerinin çoktan unuttu!.. Peki böylesi bir ortamda mesleki eğitimden
Çocuklarımızın beynini olduğu gibi karınlarını da doyurmak zorundayız. Özellikle de okul saatlerinde.
Okulda içecek temiz su ve hijyenik bir ortam bulamayan, özellikle de karnını doyuramayan bir öğrenciden akademik bir verimlilik beklemek hayal olur.
İlk ve orta dereceli okullarda durum vahim ama görünen o ki üniversitelerde çok daha vahim. Eğitim Sen’in “Üniversite Öğrencilerinin Sorunları Araştırması” çok çarpıcı saptamalarda bulunmuş!
Hepsi de önemli ama en önemlisi yemek yemeden günü geçiren öğrenciler. Abartı yok hep biliniyordu araştırmayla bir kez daha ortaya konulmuş oldu! Bırakın ulaşım, burs, staj, istihdam, spor, sosyal desteği, çocuklarımızın karınlarını bile doyuramıyoruz!..
Üniversite öğrencilerinin yüzde 71’i yeterli ve dengeli beslenmediğini düşünüyor ama çok daha kahredici olan yüzde 56’sının “Bazen yemek yemediğim günler oluyor” yönündeki mahcubiyeti.
Eminim ki bu seçeneği işaretlerken yüzleri kızarmış, boğazları