Bilim ve teknoloji sınır tanımıyor.
Sürücüsüz araçlar, dijital paralar, yapay zekâlı robot öğretmenler, işlevini yitirdiğinde değiştirilen kompozit organlar, enerji ihtiyacını kökten çözen piller ve daha neler, neler...
Süper bilgisayarların, akıl sınırlarını zorlayan işlem hacimleri öylesine yeni alanlar yarattı ki 10 yıl sonranın dünyası bugünkünden çok farklı olacak!
Peki, dünya, adeta, Bilişim Çağı’nın oyuncağı haline gelirken, biz nelerle uğraşıyoruz?
Okuma-yazma sorununu bile hâlâ çözemedik. Sınav tartışmalarının ötesine geçemedik, akıllı projeler yerine, en büyük hastaneler, binalar, havalimanları, hapishaneler peşinde koştuk...
Daha fazlası gerek!
Derin öğrenme, kompozit doku, yapay zekâ, optik mühendisliği, bizim için yeni kavramlar ama dünyaya yön veren ülkeler için eskimeye başladı. 10 yıl sonrasını, onlar şekillendirecek ama 20 yıl sonrası, eminim ki çok daha farklı olacak...
Elimizde müthiş bir beyin gücü ve hovardaca savurduğumuz mali kaynaklar var.
Görünen o ki hemen her konuda her şeyin en doğrusunu hâlâ Ankara biliyor!
Bizim gördüklerimiz, bildiklerimiz, tümüyle bir göz yanılmasıymış.
Hem siz, biz kim oluyoruz ki? Ankara ne diyorsa, doğru odur.
Eğer öyle olmasa, devletin koskoca bakanları şöyle tespitlerde bulunurlar mıydı?
Türkiye büyüyor, gelirimiz artıyor, ekonomi ve eğitimimiz çağ atladı, en önemlisi de herkes bizi kıskanıyor!
İnanırsınız, inanmazsınız, takdir edersiniz, etmezsiniz, o sizin bileceğiniz bir iş.
Hadi artık yüzünüz gülsün, gönlünüz rahat olsun, geleceğiniz aydınlık olsun. Çünkü eğitimde hem yerliyiz, hem milliyiz, hem de dünya lideriyiz! Aksini savunan varsa hodri meydan?
Şiddet aldı başını gidiyor. Öğretmene, doktora, el kalkar mı? Kalkıyor. Öğrenci dövülür mü? Dövülüyor. Kadına şiddet uygulanır mı? Her türlüsü. Neredeyse kültürümüzün bir parçası haline geldi.
Ne oldu bize böyle?
Nasıl bu hale geldik?
Ve en önemlisi de sorumlusu kim?
Ne olur, kabahatliyi hiç uzaklarda aramayın!
Şiddetin yüzlerce nedeni var ve bu noktaya gelinmesinde hepimizin payı bulunuyor.
Diğer etkenler bir yana, dizilere göz attığımızda, şiddetin her türlüsünü körükleyen, rahatsız edici sahneler söz konusu.
Sabah akşam dizi izleyen bir toplumun, o sahnelerden etkilenmemesi mümkün değil.
Cumhuriyet tarihi boyunca, onlarca hükümet, onlarca lider geldi, geçti. Peki, turizme en büyük destek kimden geldi?
İnönü, Menderes, Demirel, Özal, Ecevit ya da Erdoğan?
Hiç kuşku yok ki Özal.
Turizmciler, pek çok konuda anlaşamasalar da, bu konuda ortak görüşe sahipler. Türkiye, Özal’la turizmi keşfetti, destekledi ve büyük düşünmeye başladı. Yatak kapasitesi onunla on binlerden yüz binlere, turizm gelirleri onunla milyonlardan milyar dolara yükseldi.
Ve önümüzde, zorlu bir süreç var!
Tahsislerin süresi doluyor, tesisler eskidi, yeni pazarlar bulunamıyor! Yani, her zamankinden daha çok, turizme kafa yormamız gereken bir dönemden geçiyoruz. Çünkü bizim petrolümüz, doğalgazımız ya da en değerli madenimiz, turizm! Tarihin, kültürün, denizin, kumun, güneşin olması yetmiyor! Onu işlemek ve yüksek katma değerli ürün haline getirmek gerekiyor ki, refaha katkısı olsun!..
Turizm ve kültür?
Kültür ve turizm her ikisi çok önemli ve eskiden her ikisi de ayrı ayrı bakanlıktı. Sonra birleştirildi. Tıpkı Milli Eğitim ile Gençlik ve Spor, Bilim ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın birleştirildiği gibi.
Eğitimi, bilimi, öğretmeni, öğrenciyi sevmek, ülkeyi sevmektir.
Onların geleceğini düşünmek, ülkenin geleceğini düşünmektir.
Eğitime, bilime, öğretmene, öğrenciye değer vermek, ülkeye değer vermektir.
İstihdamda insan gücü planlaması yapmak, geleceği planlamaktır.
Peki, bunların ne kadarı yapılıyor?
Daha da önemlisi, bütün bu konularda ne kadar samimiyiz?
Söz çok, icraat yok
Samimiyet konusunda, zerre kadar şüphemiz yok.
Sınavlardan hepimize gına geldi ama milyonlarca çocuğumuzun kaderi maalesef birkaç saatlik bu sınavlara bağlı.
MEB, YÖK, ÖSYM sadece patinaj yapmakla kalmıyor, gideceği doğru yolu da bir türlü bulamıyor.
Hemen her gün yüzlerce mesaj geliyor. İşte, ortak kaygıları dile getirenlerden birisi:
“Bu yıl 8. sınıfta iki çocuğu olan endişeli bir veliyim. MEB Müsteşarı Yusuf Tekin’e aylardır yazıyorum. Son mailimi sizinle de paylaşmak istedim:
‘Sayın Tekin,
Siz her ne kadar sınavlara önem vermiyoruz deseniz de biz yıllardır bunun için emek veren, maddi, manevi tüm kaynaklarını çocuklarının eğitimi için harcayan bir aileyiz.
Öğretim yılı başladıktan sonra TEOG birdenbire kaldırıldı, üstelik yerine bir şey konmadan.
Bir gazeteye verdiğiniz röportajda, Cumhurbaşkanı, TEOG kaldırılsın dediğinde, bu konudan haberdar olduğunuzu söylediniz.
Bazen haber bombar- dıma- nından o kadar bunalıyoruz ki kendimizi dışarı zor atıyoruz. İyi de geliyor.
Önceki akşam, Avcılar’da, eğitimi konuştuk.
Avcılar, yarım milyona yakın nüfusuyla İstanbul’un önemli ilçelerinden biri ama işi olmayanın, aradan kırk yıl geçse de gidip bir gezeyim dediği yerlerden değil.
Ben de daha önce birkaç kez gittim ama enine boyuna gezdim desem yalan olur.
Avcılar Kent Konseyi’nin düzenlediği konferans öncesinde, Başkan Dr. Handan Toprak Benli ile hızlı bir şehir turu yaptık.
Cıvıl cıvıl yaşayan bir kent. Kilometrelerce uzunluğa sahip geniş yollarına bayıldım.
Marmara Caddesi, İstiklal gibi trafiğe kapalı ve ışıl ışıl.
Yeni yıla yönelik, okul tatilleri belli oldu.
Hele bir de ona kar, kış tatilleri eklendiğinde, öğrencilerin keyfine diyecek yok.
Pek çoğumuz mevsim normallerinin altında yağmur ve kar yağdığı için kuraklık olacak diye üzülürken, öğrencilerin beklentisi, kar yağsa da tatil olsa yönünde.
Kar tatili sezonu Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerde henüz başlamasa da kar yağışının yoğun geçtiği yerlerde çoktan açıldı!
Yasaya göre, 180 iş günü eğitim yapılması gerekiyor. Kar, kış ya da iki bayram arası tatillerin, ekstra gün eklenerek telafi edilmesi gerekiyor ama bugüne kadar böyle bir uygulamaya şahit olmadık. Olacağımızı da sanmıyoruz!..
Kritik soru?
Size çok basit bir sorum var: Eğitimde ne zaman ve nasıl çağ atlarız? Tatillerden çok, eğitimi düşündüğümüz zaman!