Atatürk “Köylü milletin efendisidir” derken köyde yaşayanlardan çok üretenleri onore etmişti. Bu söz bugünün Japonya’sında hâlâ çok geçerli...
Yaşam dün kırsaldaydı, bugün kentlerde. Üretenler de dün köylülerdi, bugün herkes. Peki köylülük, çiftçilik öldü mü? Tarıma, hayvancılığa, yerel üretime gerek kalmadı mı?
Cevabı zor sorular ve üzerinde uzun uzun düşünmek ve konuşmak gerekir… Kuraklık ve kıtlık gümbür gümbür geliyor ve temel gıda ürünleri, fazla değil çok yakın bir zaman her şeyden çok daha önemli hale gelecek…
Peki gelinen son nokta ne?
Dünya tarıma daha çok yönelmeye başladı bizde ise tarım ve hayvancılık can çekişiyor.
Köylerimiz boşaldı. Çiftçilik yapan kalmadı gibi.
Birkaç nesil sonra hayatın olmazsa olmazı olan bu alanda iş bilen, çalışan, bunu bir yaşam tarzı olarak gören sayısı daha da azalırsa hiç şaşırtıcı olmaz! Oysa Avrupa’nın ve dünyanın en
İşini sevmek çok önemli. Hem o işi yapan hem de hizmet alanlar için. Bu yüzden öğrencileri doğru yönlendirmek ve özellikle de kendileri için en doğru mesleği seçmelerine olanak sağlamak gerekir. Yoksa ne üretim ve hizmet kalitesi mümkün olur ne de mutluluk!
Peki bunu yapabiliyor muyuz? Evet demek mümkün değil. Erken yönlendirme söz konusu değil. Doğan her çocuğu üniversite önüne yığmayı ve diploma sahibi yapmayı bir marifet sanıyoruz. Bu sayede hemen her alanda milyonlarca diplomalı gencimiz oldu? Peki, ne kadarı öğrenim gördüğü alanda iş bulabiliyor? Çok daha önemlisi, ne kadarı yaptığı işi canı gönülden seviyor?..
Bugünkü dershane ve sınav odaklı eğitim sistemiyle daha farklı bir tablo ile karşılaşmak mümkün değil. Daha vahim olanı ise yanlışı bile bile, göre göre bunda ısrarcı olmamız!..
Ustalık, zanaatkarlık diye bir şey kalmadı. Hizmet sektörü keyifle yapılan bir iş olmaktan çıktı, iş bulunamadığı için zoraki yapılan bir meslek haline geldi. Tarım ve hayvancılık can
Nereden baktığınıza göre aynı görüntü hakkında onlarca yorum yapmak mümkün.
Bardağın yarısını dolu görenler için her şey mükemmel, boş görenler için ise her şey felaket boyutlarda.
Hele ki bir de yapılanlar ya da yapılmayanları kendi kriterlerimize göre değerlendirmeye başladığımızda içinden çıkmak mümkün değil…
Türk eğitim sistemi ile Batılı eğitim sistemleri arasındaki en önemli farklılıklardan biri de şu:
Onlar öğrencinin ne bildiğini, neye ilgisi ve alakası olduğunu, neyi başardığına bakıp onu geliştirmeye çalışır, biz ise başardıklarını göz ardı eder başaramadıkları üzerinden onu değerlendiririz.
12 dersten 10’unda çok iyi olsa da başarısız olduğu iki ders, onun başarısız diye damgalanması için yeter de artar!..
Hayat da öyle değil mi?
Hemen herkesin yüzlerce, binlerce farklı davranışı ya da yaptığı iş var. Karar verirken çoğu zaman genele bakmaz sadece birine bakarak onu yüceltir ya da yerin dibine sokarız.
Bayramlar bir anlamda ülkelerin ve ulusların karakteristik özelliklerinin en önemli göstergeleridir. Bayramlarına bakarak ülkeleri ve insanlarını çok daha yakından tanımanız mümkündür. Tıpkı milli marşlar, şarkılar, türküler, kıyafetler, mutfak ve eğitim sistemine bakarak farklı analizler yapmanın mümkün olduğu gibi.
Bayramlar ortak akıl, ortak vicdan, sevinçte tasada bir olmak ve elindeki lokmayı paylaşmaktır. En büyük zenginlik, para ve güç değil, insan biriktirmektir ve bayramlar, bu zenginliğimizi test ettiğimiz, en önemli günlerdir. Çalan her kapı zili, gelen her telefon ya da her mesaj, bu zenginliğimizin en önemli göstergesidir. Bu yüzden insan biriktirme konusunda daha nice dostluklara ve daha nice zenginliklere yelken açmalısınız.
Makam, güç ve para ile gelen uzun bayramlaşma kuyrukları, onlar gittiğinde bir anda ortadan yok oluyorsa, başkalarını değil öncelikle kendimizi sorgulamalıyız!..
Bayram öncesi süreç kimilerimize göre zor, kimilerimize göre de muhteşemdi. Görünen
Hemen her konuda olduğu gibi eğitim, gelecek ve beklentiler konusunda çok şeyler değişti.
Öğretmen ya da öğrenciyseniz yakın zamana kadar önceliğimiz kolejlerden yanaydı. Daha iyi eğitim ve daha iyi maaş verdiklerine inanılırdı. Şimdi ise özel okul deyince veli, öğrenci ve öğretmenler bir kez daha düşünüyor!
Ücretler uçtu, maaş ve eğitim kalitesi ise adeta dibe vurdu algısı var...
Diploma da olmazsa olmazlarımızın başında geliyordu. Hemen hepimiz diploma peşinde koşuyor, onsuz hiçbir kapının açılamayacağını sanıyorduk.
Her şey tersine döndü. Bırakın üniversite diplomasını, doktoralı olanlar bile iş bulamıyor…
Vasıfsız çalışanların maaşları mühendisleri geçti. Öğrenim gördüğü alanda iş bulanların sayısı da her geçen gün biraz daha azalıyor.
Yetkinlik yani herhangi bir konuda elinden iş geliyor olmak, anlı şanlı diploma sahibi olmaktan çok daha önemli hale geldi.
Bu noktada akıllara takılan soru şu: Alaylı mı, mektepli mi? Eskiden bu konu çok konuşulurdu.
Gençlerin ne istediğine yönelik olarak son 45 yılda yüzlerce yazı yazdım, bir o kadar da televizyon programı yaptım. İstekleri dünden bugüne hep aynı:
Hem kendileri hem de ülkeleri için daha iyi bir gelecek istiyorlar.
Yaratıcı, dinamik, kabına sığmayan, sıradan olanı değil en iyisini isteyen, eski köye yeni adet getiren, icat çıkarmak için yarışan, milli ve manevi değerlere saygılı ve en önemlisi de demokrasi sevdalısı hırslı ve bir o kadar da girişimci bir gençliğimiz var.
Onları bir türlü görmüyoruz, anlamıyoruz, dertlerine yeterince kulak vermiyoruz ama bizden çok daha ileri ülkelerin gıpta ile baktığı ekmeğini taştan çıkartan, geleceğini tırnaklarıyla kazıyan, ülkeleri için her türlü fedakarlığa hazır olan mücadeleci bir gençliğimiz var.
Ne olur onlara gözümüz gibi bakalım, koruyalım, sakınalım, gerginliklerimizin bir parçası haline getirmeyelim. Onlar üzerinden siyaset yapmayalım!
Onlar için ille de bir şey yapacaksanız, bu hizmet yarışı olmalıdır.
Dünden bugüne ne yaptınız, bundan sonra neler
Çocuklarımıza günde 500 test çözdürüyoruz ama hakkı, hukuku, adaletli, demokrasiyi, insan haklarını, çevre ve doğa bilincini pas geçiyoruz.
Ülkeleri ülke yapan yurttaşlarıdır. Onlar ne kadar bilinçli, vicdanlı, sağduyulu, hoşgörülü ise ülkeler de o denli güçlüdür.
Onların ülkelerine karşı duyduğu aidiyet hissi, sürdürülebilir demokrasinin, kalkınmanın, özgürlüklerin ve en önemlisi de geleceğin altın anahtarıdır.
Akademik eğitim elbette önemli ama önce doğru insan, doğru yurttaş yetiştirmeliyiz.
Peki bu doğrular neler?
Doğru insan olmanın evrensel kuralları dünyanın her yerinde aynıdır. Kötülükle değil iyilikle beslenen, huzuru kaçıran değil huzuru koruyan, hurafeleri değil aklı ve bilimi referans alan, doğayı, çevreyi yağmalayan değil onu koruyan, komşuları açken kendisini huzursuz hisseden, kendi özgürlükleri kadar başkalarının özgürlüklerine de saygı duyan, kendisine dayatılanlara değil vicdanın sesine kulak veren, renk, din, dil, ırk, zengin fakir, okumuş
Sınavla öğrenci alacak liseler için “Başvuru ve Uygulama Kılavuzu” yayınlandı. Başvurular 2-11 Nisan tarihleri arasında yapılacak. 15 Haziran’da gerçekleşecek LGS’ye bir milyon civarında öğrencinin başvurması bekleniyor.
Peki, sınavla öğrenci alacak olan fen liseleri, sosyal bilimler liseleri, Anadolu liseleri, Anadolu imam hatip liseleri, proje okulları, mesleki ve teknik Anadolu liselerinin Anadolu teknik programlarına toplam kaç öğrenci alınacak? 100 bin civarında. Yani yüzde 90’ı daha en başında elenmiş olacak?
MEB, henüz vakit varken, şu üç önemli konuda düzenleme yapabilir ve bu da hem sistemi rahatlatır hem de öğrenci ve veli memnuniyetini artırır:
1- Madem ki sınav yapılıyor, madem ki adayların tamamına yakını bu sınava giriyor, o zaman söz konusu okulların tamamı olmasa da en az yarısı merkezi yerleştirme sistemine dahil edilmeli ve toplam kontenjan en az yarım milyona çıkartılmalıdır. Böylece en azından sınav için harcanmış emek, zaman ve harcamalar boşa gitmemiş olacaktır.
2- Okullarımızda sağlıklı bir ölçme değerlendirme sistemi