Nobel ödülleri peş peşe açıklanıyor. Ödül alanların ilk sırasında Amerikalılar var. Nobel alan Avrupalıların sayısı ise giderek azalıyor. Çünkü hem eskisi kadar bilim üretemiyorlar hem de en parlak beyinlerini, tıpkı bizim gibi onlar da Amerika’ya kaçırıyorlar.
Bu konudaki değerlendirmeye geçmeden önce isterseniz gelin önce şu haberi hep birlikte okuyalım:
“Nobel Komitesi, Nobel tıp, fizik ve kimya ödülleri sahiplerinin 9’undan 8’inin Amerikalı olduğunu belirtti.
Ödülü kucaklayanlardan çoğunun ABD’de araştırmacı olmak için ABD vatandaşlığına geçtiği belirtilirken, buna örnek olarak tıp ödülünün sahiplerinden Avustralya kökenli Elizabeth Blackburn, fizik ödülünün sahiplerinden Kanada kökenli Willard Boyle ve Şanghay doğumlu Charles Kao verildi.
Nobel Kimya Ödülü’nün sahiplerinden Venkatraman Ramakrishnan’ın Hindistan’da doğduğu belirtildi.
1985’ten bu yana iki yıl haricinde Nobel Kimya Ödülü’nü kazananlardan en az birinin Amerikalı olduğu, 1988 ve 2007’de Almanların ödülü kazandığı kaydedildi.
Amerikalıların Nobel Tıp Ödülü’nü 5 yıl (1987’de Japonya, 1991’de Almanya, 1996’da İsviçre-Avustralya, 2005’te Avustralya, 2008’de Fransa-Almanya) kaçırdığı, fizik ödülünüyse 7 yıl (1985’te Almanya, 1986’da Almanya-İsviçre, 1987’de Almanya-İsviçre, 1991 ve 1992’de Fransa, 1999’da Hollanda, 2007’de Fransa-Almanya) alamadığı açıklandı.”
Torpil mi var?
Nobel ödülleri, söz konusu bilim adamlarına Amerikalı oldukları için mi veriliyor yoksa Amerika bilime kucak açtığı için mi?
Hintlisi, Çinlisi, Rusu, Kanadalısı neden Amerikan vatandaşlığını seçiyor? Bilimsel çalışmalarını neden ABD’de sürdürüyor? Bunu çok iyi irdelemek gerekiyor.
Tıpkı sporcu transferi gibi bilim adamlarının transferi de çok yaygın. Özellikle de tek yönlü bir transfer söz konusu ve ana merkez ABD. Çünkü, ABD, bilim adamları için bir cennet.
Son yıllarda, İsviçre de çok geniş olanaklarını aynı amaçla kullanıyor. Yaşlı ve hantal Avrupa’nın bilim merkezi olma konusunda kararlılığını sürdürüyor. Bu yönde ciddi adımlar atıyor. Sınırsız kaynakları var ve bilim adamları için müthiş laboratuvarlar kuruyor. Bakalım ABD’ye rakip olabilecek mi?
Daha şimdiden ciddi bir yönelim gerçekleştirmiş. Ünlü ABD üniversitelerinden hocalar getiriyor, ille de ABD diyen doktora öğrencilerini, daha fazla burs ve daha cazip olanaklarla kendisine çekiyor. Bir İsviçre ziyaretinde bilimden sorumlu bakanla da görüşmüştük. Anlattıkları, yaptıkları ve yapacakları heyecan vericiydi.
Avrupa’da Finlandiya’dan Norveç’e minik ülkelerin pek çoğunun bugünkü zenginlik nedenleri de yine bilime verdikleri önem. Ar-Ge ve innovasyonda Almanya, Fransa ve İtalya’ya karşı çok daha aktifler.
Peki Türkiye tüm bu gelişmelerin neresinde?
Nobel’i hiç tartışmıyoruz. Çünkü daha kat etmemiz gereken çok yol var. Ama Ar-Ge ve innovasyon konusunda elimizi tutan, önümüzü kesen hiç kimse yok. Daha fazla kaynak ayırılsa, daha fazla manevi destek sağlansa, bugünkünden çok daha ileride olacağımız kesin ama “ilim“ ve “bilim“ belki de en az kullandığımız sözcükler.
Siz hiç bu konuların gündeme geldiğini gördünüz mü? İktidar ile muhalefet arasında bu konuda öyle ya da böyle bir tartışma duydunuz mu? Ya da milyonlarca dolara onca futbolcu, basketbolcu transfer edilirken hiç yabancı bilim adamının da transfer edildiğini duydunuz mu?
Oysa modern Türkiye’nin ve çağdaş üniversitelerin temelleri, Atatürk’ün, Hitler zulmünden kaçan Avrupalı bilim adamlarına kapılarımızı açmasıyla atılmıştı!..
Çankaya, hükümet, MEB, YÖK, TÜBİTAK, TÜBA ya da benzeri kurumların kısır tartışmaların ötesine geçip, okuma-yazma benzeri kurslar dışında kampanyalarına hiç şahit oldunuz mu?
Örnekler artırılabilir. Dünya bilim sıralamasından kişi başına düşen bilimsel harcamalara, araştırma laboratuarı sayılarından bilimsel yayınlara kadar kıyaslamalar verebiliriz. Ama ortaya çıkan hiçbir tablo yüzümüzü güldürmez.
Özetin özeti: Lafla Nobel alınmıyor! Ama eğer polemik Nobel’i olsaydı kesin biz alırdık!..