Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gençler arasında şiddete yönelik davranışlar giderek artıyor. Öfkelerine hâkim olamıyorlar. Hafta başında annesinin boğazını kesen Bilkentli kızla, yine annesini öldürdükten sonra kollarını, bacaklarını kesen Konyalı bir başka kızın haberleriyle sarsıldık.
Daha bunların psikolojik ve sosyolojik tahlillerini yapmamıştık ki, iki farklı boğaz kesme olayıyla daha şoke olduk.
İşte Milliyet’in dünkü internet sayfasından iki başlık:
“Krize giren genç annesinin boğazını kesti. Ablasını yaraladı”
“Şanlıurfa’da Tıp Fakültesi öğrencisi genç, arkadaşlık teklifini kabul etmeyen aynı fakültedeki kızın boğazını keserek öldürdü“
Hatırlayacaksınız, daha önce de boğaz keserek cinayet işleyen pek çok genç olmuştu...
Gençler, nasıl bir ruh hali içindeler ki, böylesine hunharca cinayetler işliyorlar? Bunun mutlaka bir açıklaması olmalı. Eminim başta psikologlar, sosyologlar ve emniyet birimleri olmak üzere konunun uzmanları, enine boyuna araştırma yapacaklardır.
Bilimsel bir araştırma yapılmadan ve bunların sonuçları yayımlanmadan ahkâm kesmek belki biraz abartılı olur. Ama gözleme dayalı bazı tespitler yapmadan geçemeyeceğim.
Özellikle üniversite gençliğiyle çok iç içeyiz. Her hafta farklı bir üniversitede nabızlarını tutuyoruz. Memleket meselelerinden gündelik yaşamlarına kadar hemen her şeyi konuşuyoruz.
Mutsuzlar. Hem de çok mutsuzlar.
Oysa üniversite öğrencilerinin, üniversiteyi kazanamayan diğer yaşıtlarına göre çok mutlu daha olmaları gerekiyor. Ama tam tersi.
Doğan her çocuktan sadece 9-10’unun üniversiteyi bitirdiği göz önünde bulundurulduğunda üniversite öğrencilerinin mutsuzluğunu anlamakta zorluk çekenler olabilir. Ancak bu, onların mutsuzluğunu anlamaya yetmez.
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki dünkü dersimizde söz bilgiden açıldı. Bunun üzerine, “Bilgi insanı mutlu mu eder yoksa mutsuz mu?” sorusunu tartışmaya açtık.
Böyle bir konunun tartışılmasının abes olduğunu savunan üç öğrenci, bilginin mutluluk getirdiğini savundu. Karşı görüşteki üç öğrenci de bilgi artıkça insanın da, insanoğlunun da keyfinin kaçtığını, dolayısıyla insanın mutsuz olduğunu iddia etti. Sınıfın geri kalanı ise jüri üyesiydi.
Bilginin, bilimin, aklın beşiği bir üniversitede, açık ara kazanan taraf, bilginin huzuru kaçırdığını savunanlar oldu. Başka bir üniversite de olsa, durum farklı olmazdı.
Elbette bu görüşü savunan öğrencilerin sunumu daha etkiliydi ama asıl çarpıcı olan, bilginin ve bilgilenmenin sağladığı katma değerin, yani bir getirisinin olduğuna yönelik inancın giderek körelmesiydi.
Böylesi tabloya neredeyse hemen her yerde rastlıyoruz. Okuduk da ne oldu diyorlar.
Üniversiteyi kazanmak için öylesine büyük çabalar harcıyorlar ki, ruh halleri büyük yara alıyor. Ama daha derin yaraları, öğrencilik ve mezuniyette yaşıyorlar.
Şu an en büyük işsizlik oranının üniversite mezunları arasında olduğunu ve her iki mezundan birinin işsizliğe mahkûm edildiğini hatırlatırsak, gelinen durumun vahameti çok iyi anlaşılır.
Bir hukuk öğrencisi annesinin, tıp öğrencisi de okul arkadaşının boğazını kesiyorsa, bu konu bir defa değil, bin defa masaya yatırılmalıdır.
YÖK Başkanı, üniversite rektörleri, dekanlar, bu konuyu değil de neyi araştıracaklar? Bugün değil de ne zaman bu konuya el atacaklar? Ne olur artık biraz da öğrencilerle ilgilensinler. Çünkü o koltuklarda oturuyor olmalarının en önemli gerekçelerinden biri de o gençler.
Onların neden mutsuz ve neden bu kadar hırçın olduklarına yönelik onlarca gerekçe sayabilirim. Aradıklarını bulamamış olmak, emeklerinin karşılığını görmemek, çok zor koşullarda kıt kanaat geçinmek zorunda kalmak, sosyal ve kültürel etkileşimin çok uzağında bulunmak, enerjilerini doğru yönde değerlendirecek rehberlik hizmetlerinden yoksun olmak ve en önemlisi de kendilerinin önemsendiğine ilişkin tutunacak bir dalın olmaması...
Özetin özeti: Gençleri eleştirenler, önce kendilerini sorgulasın. Onlara ne verdik ki, ne istiyoruz! Daha vahim toblolarla karşılaşmamak için, onları anlamaya çalışarak işe başlayabiliriz...