Dün, bir öğretmenin yaşadığı ikilemi dile getiren bir mektubu sizinle paylaşmıştık. İçinde sorgulanması gereken o kadar çok konu var ki! Yaşadığımız çarpıklıkları A’dan Z’ye, neredeyse tümüyle ortaya koyuyor. Hatta daha fazlasını.
İşte dünkü mektupta öne çıkan noktalardan bazıları:
- Eğitim ve istihdam ilişkisi tümüyle çökmüş durumda. Gençler aldıkları eğitimin çok ötesinde, farklı işler yapmaya mecbur bırakılıyor. Öğretmen olmak isterken polis, mühendis olmak isterken de garson olabiliyor. Ya da çok büyük ihtimalle işsiz.
- Dershane sistemi, işsiz genç öğretmenleri sömürme üzerine bir düzen kurmuş. Ve bu konuda hemen herkes seyirci. Devlet denetimi söz konusu değil. Kendi örgütleri ise söz geçiremiyor. Haksız rekabetten kadrolaşmaya, kadrosuz öğretmen çalıştırmaktan vergi kaçağına kadar ne ararsanız var. Devletin hazırladığı raporlarda da bu zaten mevcut.
- Sosyal güvenliğe yönelik yasalar ya hiç işlemiyor ya da hep işverenin lehine. Denetleyeni ise yok gibi. Dershanecilik teşvik mi ediliyor yoksa çökmeleri için zemin mi hazırlanıyor, hiç belli değil. Ama ortada ciddi bir sıkıntı olduğu kesin.
- Gençler mutsuz. Hem de çok mutsuz. Onca yıl okuduklarına mı yansınlar, işsiz kaldıklarına mı, yoksa hayalini kurdukları mesleklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan işlerde çalışmak zorunda kaldıklarına mı? Birileri onlarla konuşmalı, dinlemeli ve mantıklı açıklamalar getirmeli. Yoksa hayata küstükleri yetmiyor gibi yediden yetmişe tüm kişi ve kurumlara olan saygı ve güvenlerini de yitirecekler.
- Dershane sistemi hızla yozlaşıyor. Ciddi olanlara da zarar verecek boyutlara geldi. Dışarıdan bir müdahale tümüne zarar verebilir. Bu yüzden hızla kendi içlerinde iyiyi, kötüyü birbirinden ayıracak yeni bir yapılanmaya gitmeleri gerekir. Yoksa tümü için alınacak bir kararla, onca yılın emeği ve birikimi heba olabilir. İşini layıkıyla yapanları da yıpratabilir.
- Zoraki öğretmenlik gibi zoraki polislik de olmaz. İşsiz kaldığı için öğretmen ya da polis olan ile bu kutsal mesleklere gerçekten gönül verenlerin verimliliği aynı değildir. Siz, isteyenleri değil de puanı tutanları seçerseniz, ne onlar kazanır ne de o meslekler ve hizmet alanlar!..
- Türkiye bir an önce, uzun vadeli eğitim ve istihdam planlaması yapmak zorunda. Bir zamanlar diğer fakülte mezunları öğretmen yapılırken, şimdi öğretmenler başka mesleklere yönlendiriliyor. Üstelik bu durum, sadece öğretmenler için geçerli değil. Hemen her alanda on binlerce üniversite mezunu fazlalığı var. Bu da o meslekleri itibar erozyonuna uğratmaya yetiyor da artıyor.
Peki ne olacak?
Dün, öğretmen olup kalem tutmak isterken bir anda polis olmak zorunda kalan bir gencin, “Kalem mi yoksa silah mı?” sorusuyla karşı karşıya kalmıştık. Çok sayıda, çok farklı yorumlar geldi. Eminiz ki en doğru cevabı kendisi verecektir. Çünkü, kendisini, en iyi yine kendisi tanıyor ve gelecek onun geleceği...
Peki sizler de, tıpkı devleti yönetenler, DPT, YÖK, MEB, SGK, ÖZDEBİR ve diğer ilgili kurumlar gibi olup biteni sadece izlemekle mi yetineceksiniz?
Medya olarak bizim görevimiz, bir ayna görevi görüp, olayı kamuoyuna yansıtmak. Sonrası sizlere düşüyor. Çünkü çocuklar sizlerin çocukları ve gelecek, o en fazla değer verdiğiniz yavrularınızın geleceği...
Bu konulara karşı daha ne kadar duyarsız kalabilirsiniz?
Kontenjanlar arttı diye sevinirken, gün gelip mezun olduklarında, nerede, nasıl ve ne kadar zamanda iş bulabileceklerini de göz önünde bulunduruyor musunuz?
Yoksa üzülen sadece onlar değil sizler de olursunuz.
En büyük zenginliğimiz genç nüfusumuz diye böbürlenip duruyoruz. Ama bu zenginliği işleyip, daha fazla katma değer kazandıracağımıza, bir mirasyedi gibi hovardaca harcamaya devam ediyoruz.
Bu konuda abbasguclu.com.tr’de bir platform oluşturduk. Görüşlerinizi gönderebilirsiniz...
Özetin özeti: Gençlerimizi cevabı zor sorularla daha fazla karşı karşıya bırakmayalım.