Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Okullarda yeni öğretim yılı, televizyonlarda yeni yayın dönemi başlıyor. Öğrenciden öğretmene, veliden izleyiciye kadar tüm tarafların öncelikli tek isteği var: Saygı, saygı saygı.
Eğitimden ve televizyondan beklentiler birbiriyle öylesine örtüşüyor ki biri için istenen, gözü kapalı olarak, diğeri için de istenebilir. Çünkü her iki kesimin de hedef kitlesi insan. Özellikle de genç nüfus.
Yeni öğretim yılı ve yeni yayın dönemi beklentilerini gelin hep birlikte düşünelim. Ben aklıma gelenleri yazayım, siz de eksikleri tamamlayın. Ve bu duyarlılığımızı onlar duyuncaya kadar sürdürelim. En azından bu öğretim yılında ve bu yayın döneminde daha az sinirleniriz.
Bakalım milli eğitime ve televizyonlara yön verenler, bu temennilere ne kadar kulak verecekler! Önce eğitim:
Boş geçmeyen dersler, kadrolu branş öğretmenleri
Üç ay sonra lime lime olmayan ders kitapları
40 kişiyi aşmayan sınıflar
Bütçeye göre “zorunlu” bağış
SBS saçmalığından kurtulma
Dayaksız; ezbere değil, araştırmaya dayalı bir eğitim
Sporun, sanatın, laboratuvarların dışlanmadığı bir ortam
Sadece ve sadece testlerin öne çıkmadığı bir anlayış
Mali ve özlük sorunları çözülmüş güler yüzlü öğretmenler
Peki ya televizyonlar? Ooo, onlar milli eğitimi bile aratırlar. Keyfilik, dayatmacılık, saygısızlık diz boyu. Televizyonlar patron, izleyiciler köle. Tıpkı öğrenciler gibi. Nasıl ki eğitim sistemi keyfe keder zırt-pırt değiştiriliyorsa, televizyon yayınlarındaki çeşitliliğe de ayak uydurmak mümkün değil. Gerekçe hep aynı: Sizin için. Yani bizler için. Sanki bize nasıl bir eğitim ve nasıl bir yayın istiyorsunuz diye soran varmış gibi...

İşte yeni yayın dönemi için beklentiler:

Her şeyden önce yayın akışına uyulması. Açıklanan programların belirtilen saatte yayına girmesi.
Her gece için bir dizi, bilemedin iki dizi, ama ne olur üçüncüsü dayatılmasın.
İşkenceye dönüşen dizi özetlerinden artık vazgeçilsin.
Film ya da dizi içine reklam yerine, reklam içi film, dizi, program anlayışından vazgeçilsin.
Elbette reklam alınsın. Ama ucuz reklam paketleri yüzünden yayıncılık ikinci plana itilmesin.
Yetişkinlerin izleyeceği dizileri, yarışmaları, filmleri erkene çekip, çocukların, gençlerin, çalışanların izleyeceği dizi, program ya da filmler gece yarısına itilmesin.
Daha çok ağlayanlara, daha çok kavga edenlere prim verilmesin.
Reyting sıralaması yapılırken elma ile armutlar aynı sepete konulmasın. Sabah, öğle, akşam, gece yarısı ayrımı yapılmadan gerçekleştirilen reyting listeleriyle kamuoyu yanıltılmasın.
TV’ler elbette ticari kuruluşlar, elbette para kazanacaklar. Ama tüm kurumlar gibi onların da sosyal sorumluluk alanları var. Çocuklara sadece cinayetleri, kavgaları çirkinlikleri değil iyiyi, güzeli, doğruyu da göstermek zorundalar.
TV yöneticileri işin kolayına kaçıp beğenmeyen izlemesin, istemeyen kapatsın kolaycılığından vazgeçmelidir.
Birbirinin kopyası dizi, yarışma ve programlar yerine farklılıkların da önü açılsın.
Kadın programları adı altında kadınları küçültücü dar çerçeveli programlar yerine onları gerçekten temsil edecek programlara da yer verilsin.
Özetin özeti: Eğitimi test, televizyonları da reyting diktatörlüğünden kurtarmanın zamanı geldi de geçiyor. Bu görev de sivil toplum kuruluşlarına düşüyor. Eğitim için veli, televizyonlar için de izleyici platformları oluşturularak, bu, tarifi bile mümkün olmayan gidişe dur denilmelidir. Güzellikler yok mu? Elbette var. Zaten bizim sözümüz de onlara değil!..